Herkesin İşkencesi İşkencecisine Bağlı…

0
130

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yeni yılın ilk çalışma sabahı herkese başarılar, sağlık ve mutluluklar diliyorum. Dilerim bu yıl bize ve dünyaya hayırlı ve uğurlu olur. Nostradamus’un kehanetlerine rağmen…

Ve yeni yılın ilk sabahları bile  olsa bazı sabahlar, bazı evlerde, bazı insanlar için, kahvaltı olayı işkence gibi yaşanabilir. Hepimiz en azından yılda birkaç kez bu işkenceye tabi oluruz ve kuşkusuz karşımızdakine verdiğimiz rahatsızlıkta ona işkence gibi gelebilir. Bazen felsefe işkence olur. Bazen, aniden çıkan masrafların konuşulması işkenceye döner. Bazen okul problemleri, bazen istenmeyen arkadaşlıklar. Bazen de taraflardan birinin illa suskun kalmak istemesi! Eğer aynı sofrayı paylaşıyorsak, zaman, zaman, birbirimize işkence etmek kaçınılmaz oluyor kısacası. Ve aslında bazen aynı çatı altında yaşanan adı konmamış masummuş gibi uygulanan işkencelerde Çin işkencesinden de kötü olabiliyor.

Bütün sabahlar günlük güneşlik bir ruh durumunda olacak değiliz tabi. Bazen akşamdan kalmayız, geç uyumuş, huzursuz aksi falanız. Ve ağzımızı açmak bile istemeyiz, koyu bir kahve ile geçiştirmek isteriz kahvaltı faslını. Ama yine de ayıp olmasın diye sofrayı paylaşmak zorunda algılarız kendimizi. İşkence orada başlar. Adım, adım ilerler. İlk lokmadan sonra tek taraflı felsefe başlar! İçinizden sabır dilenirsiniz. Ve ilgiliymiş gibi davranmaya çalışırsınız. Kullandıkları sözcükler, konuya yeniden, yeniden dönmeler, konu hakkında kesin ve net bir şey bilmenin olanak dışı olduğu durumda ahkâm kesmeler.

Bildiğiniz şeyleri önceden milyon kez onlardan yeniden hep yeniden dinlemiş olduğumuz halde yeni baştan dinlemek zorunda kalmanız. Ve sonunda sabır dilenmekten vazgeçip “bu bir ceza mı? Şaka mı? İşkence mi?”  diye sorgularsınız. Nihayet sona erince  bilinen adı ile kahvaltı  ancak kendisi resmen işkence olan. Derin bir “ohh” çekemiyoruz. Çünkü “oh” diyemeyecek kadar yorgun ve bıkkın oluyoruz ve kendimizi, hakarete uğramış algılıyoruz. (ah ya ağlayacağım valla) En kötüsü de bu işkenceyi uygulayanlar, kendi işkenceciliklerinden bi haberler? Bizi aydınlattıklarını falan sanırlar. Oysa onlar yalnızca kendi egolarını tatmin ederler.

Ve bazı sabahlar bazı evlerde bazı kişiler bunu yaşar! Ve bendeniz “mutfağımı seviyorum, ancak bazen orda  da şiirli, şölenli olmaz bazı kahvaltılar. Ve o mutfak artık bir işkence hanedir, onu sevmek ne mümkün olur?

Ve düşünüyorum acaba hangi adı konmamış işkence bir diğerinden daha  hafiftir?

İşkence şekli seçmek diye bir şey olabilir mi? Yani “keşke benim sorunum para olsaydı da, beni sevenler kafamı bu kadar, entel dantel zırvalara doldurup bana ölümlerden ölüm beğen durumlarını yaşatmasalardı” diyebilir miyim?

Bilmiyorum… Ama bildiğim bir şey var. Herkesin derdi kendine… Herkesin Allah’ı kendine, herkesin dili, dini, felsefesi, yolu yordamı kendine… Bu yüzden kimse duygudaşlık ta yapmaz. Çünkü kendinden başkası yoktur. İşkence çeşitlerinin ise haddi hesabı yoktur, bunlar beden değil direk ruha hitap eden işkence şekilleri ki bedene  uygulananlardan daha çok yaralar insanı.

Ve mutlu başlamayan ancak mutlu devam edeceğine inandığım bu kahvaltıdan sonraki zamanda sağlık ve sevgiyle, birlik ve beraberlik içinde kalalım her zaman. Sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Pasta

Fırına geldiğimde, ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı; “Biraz bekleyeceksin hocam” dedi. “iki üç dakikaya kadar çıkarıyorum”

Kenardaki tabureye oturup beklemeğe koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş paltosunun sol yaka altında bir madalya parlıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu. Selam verdikten sonra; “Ekmeklerimi alayım” dedi. “Benim ikizler acıkmış.”

Fırıncı adamın kendisine uzattığı torbayı alarak tezgahın altına eğildi. Ve bir gün önceden kalan ekmeklerden dört beş tane koydu. Ekmeklerden bazılarının altı yanmış, bazılarının şekli değişmişti. Yaklaşıp fırıncıya sordum; “Neden taze ekmek vermiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!”

Fırıncı; “Bozuk ekmekleri kendisi istiyor” dedi. Çok fakir olduğundan ona yarı fiyatına veriyorum.”

“Kim bu adam?” diye sordum.

“Kore gazilerinden” dedi. “Oğlu ile gelini bir trafik kazasında vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor hem çok az bir maaşla.”

Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını algılıyor ufak olsa da bir şeyler yapmak istiyordum. “Bu seferlik farkı ben vereyim” dedim. “Hiç olmazsa bu gün taze ekmek yesinler.”

Fırıncı teklifimi kabul eti ve biraz sonra fırından çıkan taze ekmeklerden büyük bir umursamazlıkla  adamın torbasına yerleştirmeğe başladı. Bir taraftan da “Çok şanslısın hacı amca dedi. Çocuklar için sana bu gün pasta gibi ekmek vereceğim.”

Yaşlı amca bir evlat gibi sevgiyle kucakladığı ekmek torbasını göğsüne bastırarak; “Allah senden razı olsun evladım” dedi. “Bu günün onların doğum günü olduğunu nerden anladın??”

Günün Şiiri

Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak

Taş düştüğü yerde kaya

Taş düştüğü yerde gömülür bir boşluğa

Hey nöbetçi, bu kör karanlığa

Dokun, yansın ellerin, yansın ellerin.

 

Ellerinden dudağına ve ağzına taşan o meyve

Kırların ürperişi gibi gözlerinden her an geçen istek

Gidiyorsan gidersin, odalar geride kalır

Bırak şu ellerini, menekşeleri, ölümü; bırakırsın.

 

Ölüm babamdı ceplerinden her gün bir şey çıkan

Küçük bir gönye, gül kapçıkları

Paçalarında biriken çamur kalıpları

İki ayakkabıydı kapımızın önüne konan.

 

Aç avcunu, kayalıklara çarpan dalgalardan

Ne kaldı işte buruşuk yanaklardan

Hırsın, kösnünün, acının kestiği acılardan

Suyla kesildi gitti dudağın kenarındaki tuz.

 

Tuzun ve tozun kesiştiği yerdesin, sözün kırıldığı duvar

Yansıtır kimlerin kaldığını iki ateş arasında

Bir otelin pervazları kanar ve isiyle

Gökmedrese kapısında güzelim bir nakış daha.

 

Bakış ve dokunuş, o tılsımlı kuş, nereye gitti

Nerde bitti kalemin yazdığı düş, dumanın

Boğduğu gülüş, iki gözüm

İki gözüm, sözüm bitti.

 

Vatikan’da Roma’ya bakarak çırpınan ve bağıran körü

Sıvas’ta minareden seyreden sağır duyar,

Yine de dünya aynasına bakıyorum, iki gözüm

İki gözüm, çıkartamadım yüzümü…

 

Yanakları eğitim yanığı askerin avcundasın, Metin abi

Yönün neresi, sağ yanındaysan söz ve kösnü

Sol yanındaysan yine söz ve kösnü

Eksik olmayacak, eksik olma, belleğimizden.

Ankara, 19 Ağustos 1993

Ali CENGİZKAN

Günün Fıkrası

Mısır’da bir mezarda bir mumya bulunur. Yaşını tam olarak tespit edemeyen bilim adamları çareyi gelişmiş teknikleri bulunan istihbarat servislerine danışmakta bulurlar. CIA, Kgb, MİT işi kabul ederler. CIA mumyanın bulunduğu odaya girer, bir gün sonra çıkar: “Mumyanın yaşı 2 milyon ile 3 milyon arasındadır” der.

Herkes şaşırır bu iyi tahmine. Daha sonra KGB mumyanın bulunduğu odaya girer, bir hafta sonra çıkar: “Mumyanın yaşı 2.2 milyon ile 2.6 milyon arasındadır” der.

Herkes diğerinden daha iyi olan bu tahmine şaşırır. Daha sonra MİT mumyanın bulunduğu odaya girer, 15 gün sonra mit görevlisi elinde sigara ile çıkar: “Mumyanın yaşı iki milyon 335 bin 732’dir” der.

Herkes bu tahmine çok şaşırır, bir yandan da merak edip sorarlar: “Nasıl böyle tam olarak belirlediniz?”

Mit görevlisi gayet rahat bir tavırla: “Konuşturduk”

Günün Sözü

Köpeğe Atılan Bir Kemik Yardımseverlik Değildir. Yardımseverlik En Az Köpek Kadar Aç Olduğunda Etini Onunla Paylaşmandır.

Jack LONDON

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here