Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Kendimi her dakika bağımlı ve haklarımın çoğu gasp edilmiş algılayarak yaşarken, insan haklarından nasıl söz edebilirim bugün diye düşünüyorum.
İnsanlar eşit haklarla doğarlar, yaşam hakkı örneğin. Her canlı ilk soluğunu hayata merhaba demenin ne olduğunu bilmeden can havli ile alır. Can havli ne demek ki? Can havli bildiğim kadarı ile hayati tehlike taşıyan durumlardan kurtulmak için çırpınmak, gayret göstermek. Yeni doğan bir bebek bunu nasıl yapabilir ki, candan ve canın değerinden haberdar mıdır, yaşam hakkında ne bilir ki, can havli ile soluk alıp yaşama merhaba demek istesin?
Ona yaşama hakkı veren doğa, yaşaması için ona bu hakkı vermiştir. Kendisi bunun ayrımında bile değilken. Ve biz bu hakla büyürüz. Soluk alıp verme hakkı bize verilen ilk ve temel hak. Yaratan tarafından. Ne kadar doğru alırız soluğu, o artık alana aittir. Doğruda alsa, yanlış da alsa, aldığı soluk insanın hakkıdır. Bu kadar… Pratikte yaratan verdiği gibi alana dek… Ancak işte giz burada… Her zaman yaratan mı alıyor bu soluğu, yoksa her saniye gasp mı ediliyor, soluk alanlar tarafından? Ve biz faşist bir dünyada yaşıyoruz. Temel haklarımızdan olan soluğumuzun bile kesilebildiği bir dünyadaki, “insanlar eşit doğarlar, eşit haklarla, akıl ve vicdana sahiptirler” diyerek. Hakların gasp edildiğinin ayrımına varanlar, insan hakları beyannamesi hazırlamışlar. Bildiri, Birleşmiş milletler insan hakları komisyonunca hazırlanmış. Haziran 1948’de. Ve daha gerilere gidersek, 1215 yıllarına o yıllarda devletler, baskıya dayanan bir anlayışla yönetilmekteydi. Bu anlayışa son vermek amacıyla İngiltere Kralı’na kabul ettirilen bildiri olan Magna Carta Manga insan hakları kavramının ilk belgesi sayılır. Ve 1789 Fransız devriminden sonra hepimiz biliriz ki Fransız devrimi, sonuçları bakımından evrensel olduğundan yeniçağın sonu yakın çağın başlangıcı olmuştur. Kabul edilen insan hak ve özgürlükleri için yayınlanan bildiriler ve kabul edilen haklar ise aslında bir zamanlar gasp edilen haklardı… Ne yaman bir çelişki önce hakkını al, sonra bir lütufmuş gibi iade ettiğini san! Yani ben böyle algılıyorum. 1215’te İngiltere kralına sunulan bu bildiri 1789’da Fransız devrimi ile yeniden gündeme geldi ve son halini 10 Aralık 1948’de genel kurulun Paris’te yaptığı oturumla aldı. Ve resmen kutlanmaya başlandı.
Her yıl 10 Aralık’ta nutuklar atarız, insan hak ve özgürlükleri için ve ne yazık ki ilk önce evimizde bir birimizin hakkını ihlal ederiz.
Benim için en önemli şey insanlardır sokaktaki ve sıradan insanlar. Biz sıradan insanlar olarak o kadar birbirimizin canını acıtıyor, o kadar birbirimizi yaralıyoruz ki ve birbirimize zarar veriyoruz ki en yaman düşmanımız bile bu zararı vermiyor. Kıskançlıklar, nedensiz nefretler, kabalık, haldur huldurluk ve “ben” en önemli şey. Her yerde ve zamanda benlik duygusu ile geziyor olmamız… Ve senden, benden ayrımındayız. Sonra renkten… Biz küçükken evde değil de, sokakta öğrendik. Siyahi insanlardan korkmayı. Arkadaşlarımız korkutulmuştu, onlar bizi de korkuturlardı. Hiç söylemezdik ailemize neden korktuğumuzu, belki söylesek bize anlatırlardı bu renk değişiminin normal olduğunu. Ve komşularımız, aile sandığımız hiç ayrılmayız bellediğimiz insanlar göç etti. Onlar bizden değilmiş? Milliyetleri ayrı imiş… Çocukluğumuzun en önceki, can ağrısıydı bu ayrılıklar. Daha kendimize zarar vermeyi bilemediğimiz zamanların en büyük ağrıları. Kendimize nasıl zarar verdiğimizin bilincine varınca ise ağrımız azalmadı. Katlandı.
Ve o günler, ayrılık günleri, zaman, zaman anılardaki yerlerinden çıkar düşer yollara bu güne varır. Kucaklaştığımızda özlemle, canımız bu kez acıyla, isyanla ve insana dair ne varsa ondan beklenir düşüncesiyle sancır.
Özellikle bu günlerde, toprak oldum üzerimden geçip gitsinler diye. Ama onlar ağır postalları ile üzerime abanarak öyle bir geçiyorlar ki canım çok ama çok acıyor. Kendimi bütün hakları elinden alınmış algılıyorum tostoparlak bağlı… Toprakta, benimle yaşayan çiçeklerle söyleşirken bile, yine de kara sevdalıyım beni bu kadar inciten insana.
Ve sevgili okuyucularım. Haklarınıza sahip çıkın kimse kimseye hak vermez. Hak alınır. Sahip olduklarımızın değerini bilelim ve kimseyi incitmeyelim ki incinmeyelim. Bazen toprak olmamız bundan değil mi ki? Çok konuşmak çok yazmak bile aslında hak ihlali gibi geliyor bana ancak okumak ya da dinlemek zorunda değilsek her an hoşça kal diyebilmeliyiz. En azından. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase
Günün Şiiri
Adem Oğlu
Miskin Adem oğlanı, nefse zebun olmuşdur
Hayvan canavar gibi,otlamağa kalmıştır
Hergiz ölümün sanmaz,ölesi günin anmaz
Bu dünyadan usanmaz,gaflet önin almışdur
Oğlanlar öğüt almaz,yiğitler tevbe kılmaz
Kocalar taat kılmaz,sarp rüzigar olmuştur
Beğler azdı yolundan,bilmez yoksul halinden
Çıktı rahmet gölünden,nefs gölüne dalmışdur
Yunus sözi alimden,zinhar olma zalimden
Korkadurın ölümden,cümle doğan ölmüşdür.
Yunus Emre
Mezar
Sabah mezarlığa vardım,
Baktım herkes ölmüş yatar,
Her biri çâresiz olup,
Ömrünü yitirmiş yatar.
Kimi yiğit, kimi koca,
Kimi vezir kimi hoca,
Gündüzleri olmuş gece,
Karanlığa girmiş yatar.
Vardım onların katına,
Baktım ecel heybetine,
Ne yiğitler muradına,
Daha ermemiş yatar.
Nicelerin bağrın deler,
Kurtlar üstünde gezeler,
Gepegencecik tâzeler,
Gül gibice solmuş yatar.
Yarı kalmış tüm işleri,
Dökülmüş inci dişleri,
Dağılmış sırma saçları,
Hep yerlere düşmüş yatar.
Çürüyüp durur tenleri,
Hakka ulaşmış canları,
Görmez misin sen bunları?
Nöbet bize gelmiş yatar.
Yunus Emre
Günün Fıkrası
Doktorun biri hastasının yanına gelir ve konuşmaya başlar: “Size bir iyi, bir de kötü haberim var. Önce kötü haberi söyleyeyim isterseniz. Hmm, maalesef yanlış bacağınızı kesmişiz. Çok üzgünüz. Ama iyi habere çok sevineceksiniz! Öteki bacağınız iyileşiyor.”
Günün Sözü
Sevip de kaybetmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir.
Senec
Denizin dibinde incilerle taşlar karışık bulunurlar. Övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunur.
Mevlana
Yaşayan hiçbir şey kendi başına sadece kendisi için yaşamaz
William Blake