Yağmura Özlem

0
65

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır” sözüne güvenerek soğuk ve yağış bekledik bu yılda. Mart ayı geldi ve geçti ama onda ne kıştan esintiler ne de öyle canım yağmur var. Bugün hava kapalı, yağmur getirir mi bu rüzgâr bilmiyorum. Zaten seçim telaşı ve baş döndüren gündemden kaçırmışız mevsimleri. Onlar gelmiş geçmiş bizden habersiz. Bari şimdi yakalayalım istiyoruz Mart’ın getirdiğini!

Ayağımız yere basmışken ve önümüzü görmüşken… Her ne kadar gördüklerimiz ve duyduklarımız iç açıcı değil ve mevsimleri bu yüzden yaşamadan geçirmişiz ve yağmuru özlemişiz kuru toprak gibi. Yer, yer çatlamış, dağılmış derin yarıklarla ayrılmış gibi. Ve bu yüzden her zamankinden daha çok Mart yağmurlarına bağlamışız ümitlerimizi; şöyle şakır, şakır yağıp temizlesin diye kirimizi pisliğimizi. Arındırsın bizi sefil “ben”liğimizden. Gösterişli, cicili bicili, yalan yanlış dış giysilerimizden! Toprak doysun suya, kurumuş derin yarıklarla ayrılmış yığınlar birleşsin suyun gücü ile ve hayat bulsun börtü böcek. Süslensin doğa el değmeden renklerin gücü ile gökkuşağı taç olsun başına.

Ve biz doğayla hayatımıza geri dönelim bıraktığımız yerden değil, daha ileriden umutların bitmediği her dem taze ve serin olduğu yerden.

Ve sevgili okuyucularım umutları erteleme zamanı değil bu zaman… Umut, unutmayalım ki en koyu umutsuzluktan doğar her zaman. Sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman hep birlikte hiç eskimeyecek umutlarla sevgili okuyucularım. Yase

Şubat Güneşi

Sesi son cümlede boğazında düğümlendi, öksürerek boğazını temizlemeye çalışırken Ahmet siparişini verip yanına gelmişti bile. “Ne oldu?” “Yok, bir şey gıcık işte…” “M. de, ne ya?” “Dedim ya bir çeşit çikolata gelince görürsün.” “Çay ister misin?” “Evet lütfen”

Ahmet bardakları çayla doldurup  Zeynep’in tam karşına oturdu. Önüne bir tabak çekti. İçini yiyecekle doldurdu ekmek sepetinden bir dilim ekmek alıp üzerine ince bir tabaka tereyağı sürdü. Sonra iştahla yemeğe başladı. Zeynep ona bakıyordu. “Sana da bir dilim vermemi ister misin?” Zeynep istemem anlamında başını salladı. “Bari çayını iç soğutmadan.” “Tamam” diyerek çay bardağına uzandı. Kocaman bir yudum çekti ağzı yandı. Hemen ağzındakini yuttu. Ahmet ona bakıyordu “Ağzını yaktın değil mi?” dedi. Kız suçlu, suçlu gülümsedi.

Ahmet bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki kapı çalındı. Ekmeğin son parçasını da ağzına atıp kapıyı açmak için kalktı.

Elinde iki poşetle döndü. Birini Zeynep’in önüne koydu. Kız hemen torbayı açtı bir paket M. çıktı içinden pakette dört tane çikolata vardı, Zeynep çikolatanın bir tanesini aldı. Kâğıdını sıyırıp yemeye başladı. Ahmet bu arada mumları yaktı perdeleri kapattı. Etraf mumların titrek alevleri ile gölgeler bırakarak aydınlanmaya başlamıştı. Ahmet gelip Zeynep’in arkasında durdu. Başının üzerinden kızın elindekine baktı sonra aniden eğilip çikolatayı elinden kaptı. “Bana vermeyecektin değil mi?” Kız şaşkınlıkla döndüğünde Ahmet çikolatayı ağzına atmıştı bile. Zeynep, “Afiyet olsun bende başkası var” diyerek paketten diğerini çıkardı çapkınca gülümseyerek bir lokma ısırıp gerisini masaya bıraktı. “Hım gerçekten güzelmiş ağzının tadını biliyormuşsun Zeynepçim” dedi Ahmet.

“Bulunduğum yerden belli değil mi Ahmetçim?” “Mımm gönül almayı da bilirmiş küçük hanım” diyerek Ahmet kıza sandalyenin arkasından sarıldı. Başından öptü. “Birde bir şeyler yesen ne olur?” dedi.

“Yemeye bir başlayım: aman birde yemesen ne olur diyeceksin. İskenderun’a geldiğimden beri kendimi bir tek sahile indiğimde iyi algılamıştım. Sokakta top oynayan çocuklarla top sektirdim, deniz kenarındaki kayalara oturarak denizi seyrederken de  iyiydim. Hatta yağmurda ıslandığımızda bile iyiydim ama sonra, ama sonra, ateşim yükselince, üstüne üstelik kusunca ki, ölüyorum sandım. Şimdi başım kazan gibi ağzımda pas tadı var. Üstelik çok halsizim hatta sıkıntılıyım her tarafım kırık dökük, kemiklerim bile ağrıyor. Yemek, yemeği istememe rağmen bütün bunlar engel oluyor inan bana Ahmetçim. Üstelik hem çok açım hem çok tok. Konuştuğuma bakma günlerce uyuyasım var aslında. Hatta şimdi bile gözlerim kapanıyor ama direniyorum çünkü yatmak istemiyorum kendimi zorlayarak bir şeyler yemek ve hemen kendime gelmek istiyorum. Eve gitmem lazım artık hem biliyorsun!”

“ Neden lazım?” Ahmet’in içi sıkılmıştı aniden sanki Zeynep’in gideceğini nedense hiç düşünmemişti. “Senin işin yok mu? Hem bu günde dışarı çıkmadın benim yüzümden.” “Hayır, Zeynepçim senin yüzünden değil. Bugün Pazar ve sen uyurken yağmur durmadı. Abim geldi anımsıyorsun değil mi? İskenderun’u sel basmış. Sokaklar su içinde zaten benim şimdilik bir işimde yok.” “Hadi ya, Abinin geldiğini hayal meyal anımsıyorum zaten her taraf hayaletlerle dolu gibi bu mumların sayesinde. Ahmet korkuyorum aslında!” “Neden korkuyorsun ki?” “Bilmiyorum!”

Ahmet yerinden kalkıp Zeynep’in yanına geldi. Bir sandalye çekip oturdu kollarını masaya dayayıp kızın uykulu yorgun yüzüne baktı. “Zeynep ben varım annem ve abim var yalnız değilsin biz, sen istediğin müddetçe severek yanında oluruz korktuğun buysa. Zaten benden kolayda kurtulamazsın artık şimdiden söyleyeyim yani.”

“Çok iyisiniz hepiniz Ahmetçim. Özellikle sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Sen olmasaydın şimdi kim bilir ne olurdu halim?” “Sen halederdin bir şekilde. Senin gizli güçlerin var bilmiyor musun?””Hadi ya! Cadı mıyım ben yani?” “Tabi sen farkında değilsin ama öylesin hem de cadıların en güzeli.” “Hiçte haledemezdim bir şey, belki denize düşerdim boğulurdum kimse yokluğumu anlamazdı bile.” “Hiç yakışmıyor sana böyle konuşmak Zeynep. Tabi yemeden yaşamaya devam edersen daha güzel şeyler düşünemezsin.

Sen bir şeyler yemez ve böyle düşünmeye devam edersen hemen iyileşemesin bende seni gezmeye götüremem.” “Gerçekten beni gezmeye götürmeyi mi düşünüyorsun?” “Evet, tabi neden şaşırdın ki?” “Yok, hoşuma gitti, şaşırmadım” dedi ve Ahmet’in masanın üzerinde duran elini sımsıkı tutup yüzüne sevgiyle baktı. “Çok teşekkür ederim. Her şey için. Çok, çok. İyi ki varsın Ahmetçim iyi ki beni buldun” dedi. “Hadi, hadi bırak şimdi teşekkür etmeyi de, çayını iç şu çikolatayı da bitir zorla oturuyorsun zaten…” Arkası Yarın

Günün Şiiri

Dedim…

Yüreğimi açmak, dedim.
Bir tebessümle bak her şeye, dedi…
Tebessüm, dedim.
Her kapının anahtarı, dedi.
Kapı, dedim.
Girmeden bilemezsin, dedi.
Ya korku, dedim.
Bilinmeyenden korkar insan, dedi.
Ben kimim? diye sordum.
Sevgiyle beslenensin, dedi.
Durdum. Durdum.
Yine sustum.
Kimsin? diye sordum.
Sen’im, dedi.
Seni seviyorum, dedim.
Ben de seni, dedi…
Şems-i Tebrizi

Savrulan Külleri Ömrümüzün  

Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm
bulutların dağlara sessizce çöküşünü
Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci
Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım
çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya
bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda

Harelenen sularda bir yanık kokusu
ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi
Işık zamana bağlı zamansa onun
kocaman gözleridir artık
Anladım tarih de yazılmaz
bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün

Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir
deryalara savrulup çöllere düşmüştü
Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı
hangi sokakta vuruldu sevgilim
Bir demet menekşe bir avuç toprak
burkulan bir yürek miyim hep

Sesimde bir yanma bir kekrelik
uzayıp giden bir çöl yalnızlığı
Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor
sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey
her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor
gidip de gelmemek üzere bütün yüzler

Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi
bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere
yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı
bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum
savrulan küllerini ömrümüzün

Bu kenti ayrılıklar yıkacak bir gün biliyorum

Ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin
ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor
Acılar dehşetli kinlendiriyor beni
Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus
yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim
yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında
Ahmet Telli 

Günün Sözü

Şu kapının açılmasını istiyorsan kapıya doğru yürü, usanmadan geledur.

Başköşeye geçme kaydını, ârı, hayâyı, ululanmayı bırak da canda ara başköşeyi.

Yücelik külâhıyla Süleyman tacı her kele nasip olur mu, hâşâ ve kellâ.

Sustum, kısa söz daha hoş; şu âna gürültü patırtı sığmıyor…

Hz. Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here