Selahattin Gündüz; “Deprem Doğa Olayıdır, Afeti İnsanlar Yaratır”

0
226

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Selahattin Gündüz; “Deprem Doğa Olayıdır, Afeti İnsanlar Yaratır”

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu, 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin 18. yıl dönümü nedeniyle bir basın toplantısı düzenledi.

Toplantıda ilk olarak afetin kader olmadığının vurgusu yapılarak; “Deprem bir doğa olayıdır, afeti ise çoğu zaman insanlar yaratır! Bu nedenle afet kader değildir!” denildi.

Toplantıda yönetim kurulu adına açıklamalarda bulunan TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Selahattin Gündüz; “Ülke tarihinin en büyük ve sonuçları itibariyle en acı depremlerinden biri olan Marmara Depreminin üzerinden 18 yıl geçti. 17 Ağustos 1999 Gölcük merkezli Doğu Marmara depremi binlerce insanımızın ölümüne ve yaralanmasına, milyarlarca liralık ekonomik kayıp ortaya çıkardı” derken geçtiğimiz haftalarda Bodrum ve Datça’da yaşanan depreme ve bilançolarına değindi.

Yine haziran ve temmuz aylarında Ankara ve İstanbul başta olmak üzere yurdumuzun birçok kentinde yaşanan su taşkını ve sel baskınlarını da hatırlatan Gündüz; “Ülkemiz; deprem, sel ve su baskını ve taşkın gibi doğal olayları sıkça yaşıyor, yaşamaya da devam edecek. Son aylarda İstanbul, birkaç kez yağan yağmur ve doluya teslim oldu. İnsanlar ve taşıtlar yollar da kaldı. Evleri su bastı, alt geçitler, metro ve kentin en merkezi yerleri adeta su baskınına uğradı. Dünyanın eski ve önemli metropollerinden birisi  olan İstanbul’un karşı karşıya olduğu afet, kentleşme ve yapılaşmayla ilgili olarak bir gerçeği daha ortaya çıkardı. Kentleşme ve imar konularında yapılan “rant odaklı” uygulamalar doğal olan bir yağmur olayını afete dönüştürüyor. Bugün kişi başına 1.5 m2 yeşilin olduğu; ağacın, ormanın ve su havzalarının yok edilerek boş alanların betona teslim edilen bir kentle karşı karşıyayız. Bu kent 7 ve üzeri deprem bekleyen İstanbul’dur.

Her zaman olduğu gibi bilim ve mühendislik dışı yapılaşma ve kentleşme anlayışı bir tarafa bırakılıp, dere yataklarının yapılaşmaya açılması ve yağan yağmur suyunu alacak toprağın kalmaması ve derin bodrum kazılarının yer altı drenaj sistemini bozması dikkate alınmıyor, yağan yağmur suçlu olarak ilan ediliyor. Yazılı ve görsel basının büyük çoğunluğu “çok yağmur yağdı” anlayışıyla konuyu gündeme getirdikleri için, sorunun doğru bir zeminde tartışılmasının olumsuzluğuna örnek oluyorlar” şeklinde konuştu.

Kuzey Anadolu fay hattı ve ülkemizin depremselliği ile ilgili de açıklamalarda bulunan Gündüz; “Kuzey Anadolu fay hattı dünyanın en tehlikeli faylarından biridir. Bingöl ilimizin Karlıova ilçesinden başlayıp Marmara Denizi’ne uzanan, oradan da Yunanistan’a geçen bir fay hattıdır. Bu fayın herhangi bir yerinde oluşan deprem, başka bir yeri, yeni bir depremle karşı karşıya bırakır. Bu nedenle 17 Ağustos Gölcük merkezli deprem, İstanbul’u deprem tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. Kuzey Anadolu fay hattının ürettiği tarihsel depremlere baktığımızda, yaklaşık 250 yıllık dönemlere denk gelen ve büyüklüğü 7 ve üzeri büyüklükte olan depremlerin olduğunu görüyoruz. 1766 Depremini dikkate aldığımızda 250 yıllık periyoda ulaşıldığı anlaşılmaktadır. Artı/eksi birkaç yıl sarkabilir. Yine İstanbul’un yaşadığı ve küçük kıyamet olarak bilinen 1509 yılı depremi ile 1766 yılında yaşanan deprem arasında 257 yıllık bir dönem var.7 ve üzeri bir depremin olma olasılığını bilim insanları %63 olarak öngörüyorlar. Açıkçası İstanbul’un yakınından geçen fayın üreteceği bir depremden kaçma şansımız hiç yoktur. Açıkçası ülke topraklarımızın %92’si deprem tehlikesi altında; % 66’sı ise birinci ve ikinci derecede tehlikeli deprem bölgesinde yer almaktadır. Nüfusu bir milyonun üzerinde bulunan 11 büyük kent ve ülke nüfusumuzun yüzde 70’i, deprem tehlikesi altında bulunuyor. Ülkemizin topraklarında 1900’lü yılların başından günümüze kadar otuza yakın büyük ölçekli deprem meydana gelmiş ve resmi kayıtlara göre 100 binden fazla insan hayatını kaybetmiş, binlerce insanımız yaralanmış, binlerce yapı yerle bir olmuş veya önemli ölçüde hasar görmüştür” dedi.

1999 Gölcük Depreminin, kaçak ve mühendislik hizmeti almadan üretilen yapıların oldukça fazla olduğu ve yaşanacak bir deprem de can ve mal güvenliğinin büyük bir tehdit altında bulunduğunu ülkemizi yönetenlerin önüne serdiğini hatırlatan Gündüz; “Biz; ‘17 Ağustos Depremi’ ülkemizin bir “MİLADI” olsun diye tarihe not düştük.

Deprem bir doğa olayıdır. Bu gerçek kabul edilmeli fakat bilimin ve mühendisliğin gerekleri de yapılmalıdır. Depremle birlikte ortaya çıkan can ve mal kayıplarını “kadere” bağlayarak sorumluluktan kaçıp kurtulma anlayışı doğru değildir. Her afetten sonra sık sık yapılan “yara sarma” anlayışının dışında bilimin, tekniğin, mühendisliğin ve aklın gerektirdiği işlerin yapılması öncelikler arasında yer almalıydı. Yapılarımızın deprem riski taşıması değil deprem güvenliği olacak şekilde üretilmesi gerekirdi. Bu anlayış doğrultusunda alınacak önlemlerle deprem zararlarını kabul edilebilir sınırlara indirmek mümkün olabilirdi.

Ülkemizi, kentlerimizi, yapılarımızı depreme karşı hazırlamanın üç temel yolu bulunmaktadır. İlki mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesidir. İkincisi yeni yapılacak olan yapıları; bilimin, tekniğin ve mühendisliğin ortaya koyduğu ilkeleri yapı üretim sürecinin içine sokmaktır. Bu nedenle proje üretim sürecinden başlayarak yapı üretim sürecinin tüm evreleri sertifikalı mühendisler tarafından denetlenmelidir. Ayrıca ortaya çıkabilecek riski azaltmak için yapıların sigorta kapsamına alınması da deprem zararlarını azaltmanın bir yolu olarak söylenebilir” şeklinde konuştu.

Gölcük depreminin ardından pek çalışma yapıldığını, raporlar hazırlandığını ancak bunların tümünün raflarda kaldığını da ifade eden Gündüz; “Belli kişi ve gruplara çıkar sağlama adına tüm bilimsel gerçeklerin üzeri çizildi. Yaşanmaz bir İstanbul ve doğa olaylarına teslim edilen bir betonlaşma yapılaşmanın aktörleri oldular. Depreme, su taşkınlarına ve sele teslim edilen kentler yarattılar. Bugün İstanbul ve diğer kentlerimiz deprem afetinin yanında, insan eliyle yaratılan dört yeni afetle karşı karşıya bırakıldı. Kentlerimiz bu afetleri yaşıyor daha da yaşayacak. Kentlerimiz depreme hazırlıklı değil. Sel ve su baskınları doğal bir hal aldı, afete dönüştü. Isı adaları oluştu iklim değişti. Hava düne göre çok daha fazla kirlendi. Yeni inşaat ve kentsel dönüşüm uygulamaları sosyal ve toplumsal sorunları artırdı” dedi.

Depreme karşı yapı stokunun güvenli hale getirmek iddiasıyla başlatılan kentsel dönüşüm uygulamalarının, yeni sorun alanları yarattığını öne süren Gündüz; “Bütünlüklü bir planlama yerine parçacı bir anlayışla yapılar yıkılıp yeniden yapılıyor. “Riskli alan”, “riskli yapı” belirlenmesindeki adaletsizlik, keyfilik ve hukuksuzluğun yol açtığı mağduriyetler ve hak kayıpları oluyor. Kentsel dönüşüm uygulamaları daha çok rantın yüksek olduğu yerler de yapılıyor. Açıkçası kentlerimizin güvenli olmaması ve yapı stokunun riskli olması “yenilenme” gibi bir konuyu da gündeme getiriyor. Kentsel dönüşüm; sosyal adalet, sosyal gelişim, sosyal bütünleşme, tarihi ve kültürel mirasın korunması, zarar azaltma ve risk yönetimi ile birlikte kapsamlı ve bütünleşik bir şekilde ele alınmalıdır. Kentlerimiz başta İstanbul olmak üzere inşaat projelerinin birer “arazisi” haline dönüştürülmüştür. İnsana, tarihe, doğal çevreye dair ne varsa yok edilmiştir. Yeni bir İstanbul yaratmak adına ormanlarımız ve su havzalarımız büyük ölçü de zarar görmüş, toprağın drenaj sistemi bozulmuştur. Yağan yağmur suyunu alacak toprak kalmamıştır

Marmara Depreminin 18. yılında bir kez daha hatırlatmak gereğini duyuyoruz; kent politikaları, yapılaşma; bilime, tekniğe ve akla uygun bir perspektifle, rant için değil, toplum yararı için ele yapılmalıdır.

Afet, bir doğa olayının kendisi değil doğurmuş olduğu sonuçlardır. Doğanın kendi kuralları her zaman işleyecektir. Önemli olan yaşanacak olayları afete dönüştürmeyecek yapıların üretilmesi ve sağlıklı bir çevrenin yaratılmasıdır” şeklinde açıklamalarda bulundu. (Haber: Helga TERBİYELİ)

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here