Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Seçimlere az kaldı. Bir kaç ay gibi. Aday adayları hızla belli oluyor, partilerde yoğun bir faaliyet gözleniyor. Kuşkusuz çoğu parti kendi içinde kaynıyor, şu ya da bu şekilde bu da gayet normal bir şeydir. Ancak bunu dışarı CHP kadar yansıtmıyor. Hani geçenlerde “CHP ilçe kadın kolları toplantısına katılacağım” demiştim ya “ama laf aramızda çokta gitmek istemiyorum” diye eklemiştim ya. Bun rağmen gittim. Dualar ederek. Herkes dilediği gibi konuşsun tartışsın, sen ben olmasın, hep birlikte bir şeyler yapılsın diye. Ama ne yazık ki öyle olmadı ve herkes birbirine girdi, sözler havalarda uçuştu ve tabi yine havanda su döverek ve üzülerek oradan adeta kaçar gibi çıktım gittim.
Ve “gördüklerimi yazmayacağım” dedim. Kol kırılır yen içinde kalır diyerek. Ancak o günden sonra o kadar çok duyum aldım ki o kadar rahatsızlık duyan partililer oldu ki, kadınlı erkekli, herkes şikayetçi, herkes kendi yönünden haklı. Olacak şey değil. Kardeşim azıcık silkelensenize artık Allah aşkınıza. Siz içeride bir birinizi yerken olanlar oluyor. Uyuyor musunuz hayal dünyasında mı yaşıyorsunuz ya da hepimizin bu kadar lüx takılmak için nedenlerimiz mi var? Hepimiz birimiz için neden diyemiyoruz. Neden birleşemiyoruz. Neden halka inip dert dinlemiyoruz dört bir koldan. Kendi hesabıma çalışıyorum. Dinliyorum halkı, sokakları dolaşıyorum iki öksürük bin hırıltı arasında sorun dinliyorum. Herkesin şikayeti aynı, ev ev dolaşılmıyor, insanlar bilgilendirilmiyor ya da eksik bilgilendiriliyor, tarz ve yaklaşım hatalı, insanlar gerçekten önemsenmek ve fert hissetmek istiyor kendini. Yerden göğe kadar haklılar. Ancak bendeniz yinede diyorum ki. Gün küslük, ayrılık, gayrılık zamanı değil. “ben” deme zamanı değil. Hep birlikte toprak olmak zamanı bu zaman… Sorumluk sahibi her insan elinden geleni yapmalı. Partilerden ve partililerden bir şey beklemeden bir şey ummadan… Ve bu çok önemli… Partiye zarar verenler iyi bilinmeli ve ona göre davranılmalı diyorum. Şahsen gerçekten partili değilim. Bendenizin tek düşüncesi ve aşkı halktır, insandır oldum olası hümanistim. Ve bunun için çalışıyorum. Ve herkesin, en azından kendisi için çalışması gerektiğini düşünüyorum.
Aday adaylarına bakınca hepsi donanımlı değerli insanlar ancak hep biliyoruz ki bu yetmiyor. Kendini doğru anlatmak, halka somut olarak yapabilecekleri ya da yapamayacakları şeyleri söylemek zorundadırlar da. Havada uçuşan hoş sözlere artık kimse inanmıyor. Biz sokaktaki sıradan insanlar olarak inanmak istiyoruz artık… Güvenmek ve gerçekten güvenmek… Bu güveni sağlayacağım diyen beri gelsin. Birlikte çalışalım. Ve sevgili okuyucularım. Şimdilik, sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte el ele ayrımsız gayrımsız. Yase
Not: Sevgili okuyucularım. Netten aldığımız birçok yazı her zaman gerçek sahiplerinin imzası ile yayımlanmıyormuş. Bendenizi bu konuda uyaran sevgili Can Dündar Resmi Web Sitesi Editörü Sayın Saim Tokaçoğlu’na çok teşekkür ediyorum. Mesajını aynen veriyorum.
Merhaba, 5 Şubat 2015 tarihli İskenderun Gazetesi’nin “Yase’nin Dağarcığından” köşesinde Can Dündar imzasıyla yer verdiğiniz yazı Can Dündar’ın değildir. İnternette Can Dündar imzasıyla dolaşan ancak Can Bey’le ilgisi olmayan çok sayıda yazı ve şiir var. Bu da onlardan biri… Bu tür yazıları Can Bey’in resmi web sitesinde “Sahte Yazılar” bölümünde topladık. Yayınladığınız yazı da o bölümde yer almaktadır. Okuyucularınızın yanlış bilgilenmesini önlemek amacıyla düzeltmek istedim. İyi çalışmalar,
Saim Tokaçoğlu / Can Dündar Resmi Web Sitesi Editörü-www.candundar.com.tr
& & & & &
Ve bir yazı paylaşmak istedim. Günümüz gerçeğini çok güzel anlatan bir yazı. Ben çok beğendim…
Dizimdeki Yara İzleri
Yaşı yeterince olgun olanlar hatırlarlar.. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok güzel bir ülkede mahalleler varmış. Bu mahallelerin çocukları birbirlerini çok severlermiş. Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığa, uçarak aşağı iner, beraber olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga etseler de kin tutmaz, her gün yeniden dünyalar kurarlarmış. Herkeste paylaşma duygusu, sevgi ve arkadaşlarını kollama duygusu yavaş-yavaş gelişirmiş. O zamanlar çocuklar okula servis ile değil, köşe başında buluşarak giderlermiş. Onların yolunu gözlememiş evdeki bilgisayar, şehrin en iyi dershanesi, hazırlık kursları. Bilmezlermiş hamburgeri, MTV’yi, İnterneti, Cep telefonunu, Tetrisi, Nintendoyu…
Bilirlermiş duvarların üzerinde sohbet etmeyi, hatıra defterleri doldurup sevgileri keşfetmeyi. Bilirlermiş horoz şekercisini, elleri kirli macuncunun tornavida ile koyduğu rengarenk macunları. Eve gitmeyi unutmayı, hava kararınca dayak yemeyi, sonra bir ıslıkla tekrar aşağıya kukalı saklambaca kaçmayı. Bilirlermiş o hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan korkmayı, küsmeyi, aynı kıza asılmayı, torbalarla misket toplamayı, gıcır köstek ayırmayı, değiş tokuş, kaybedince kapısı, Teksas’i, Tommiks’i, Konyakçi’nin dişlerini… İç içe konan naylon topları, taştan kale direklerini. Üç korner bir penaltıyı. Üzerine apartman yapılan top sahalarını, sonra o apartmana taşınan yeni dostları ve onları kapma yarışını… Otobüsteki biletçinin lastik silgi sarılı kalemini, yoğurtçuyu, kalaycıyı, hallacı.. Evlerin arkasındaki odun kömür depolarını. Yakar topun yakışını. Mantarlı gazoz kapaklarını, yaldız kazımayı. Yandaki mahalle ile alınan kavgayı, her kavganın çıkardığı kahramanı ödleği. Kan kardeşliğini, ip atlama, lastiğe basma, topaç virtiözlüğünü, çelik çomağı, kırılan camları, toplanan paraları.. Açık hava sinemalarını, frigo buzu…
Sonra zamanla bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. Yaşlar ilerledikçe bu birliktelik, koruma kollama duyguları bu mahallenin çocuklarının başlarına çok işler açmış. Daha sonra işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon, köşeyi dönme, adamını bulma, malı götürme falan derken, herkes yüzünde soluk bir bakış, içinde hayatın yenilgisi, çaresizlikleri, tatminsizlikleri ile baş başa kalmış. Çocukları mı? Çocukları şimdi koca-koca apartmanların arasında, nefes alınmaz bir havada, evlerinde, sanal bir dünyada, emniyet içinde ve yalnız yaşıyorlar. Anneleri babaları onları çok seviyor. Beta kapmasınlar diye kalabalık ortamlara hiç sokmuyor. Hafta sonları hep beraber Karum ya da Galleria’dalar. Okul servisleri çocukları neredeyse yataklarından alıyor. Çocuklar trafik kaygısıyla köşedeki markete dahi gönderilmiyor. Babalar şirketlerin bilançolarını, çocuklar da dershane reytinglerini izliyorlar. Hepsi birer test uzmanı, sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar.
Seksek oynamayı değil ama taban puanları çok iyi biliyorlar. Hayata açılan pencereleri; Windows 95, 98… Onlar ekrana, ekran onlara bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp gidiyor… Ve şehrin dışında ağaçlar; tırmanacak, salıncak kuracak, kalp kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor. Paylaşmayan, yalnız, bencil, kafesler içinde, gürbüz, güvendeki çocukları… Hiç sopa yememiş, ağaçtan düşmemiş, topu yandaki bahçeye kaçmamış, dizlerinde yara kabukları olmamış çocukları…
Günün Şiiri
Tören Giysileri
Çürümüş donuk kalbinde bu toprakların
Gözleri gördüm.
Herkes sesiyle vardı
Ve duruşuyla gövdesinin.
Bir insanı en iyi sevişirken tanırız.
Kalbimizi birlikte çürütürken.
Ağırlaşan gövdemiz
Gece uyandırır.
Mezar gibidir avlulu evler.
Çocukluk bir uykudur. Uzun sürer.
Ve dokunmak için bir arzu
Bir arzu sürükler bizi ölüme.
Ben kendimi sınadım her gövdede
Ben kendimi bıraktım her şehirde
İçime aldım göğünü ülkelerin
Ve boşluğunu görünce kalbimin
Gitmeli dedim.
Çürümüş tören giysileri içinde
Askıda salınan kökler.
Biz denize düşürsek de ateşi
O hep yanar.
Issızlık bahşeder karanlığa. Yanar.
Tarih bir yanılgı olabilir diyor şair
İnsan bir yanılgıdır diyor tanrı.
Çok sonra
Bu toprakların kalbi kadar
Çürümüş bir sonrada
İnsan bir yanılgıdır diyor tanrı.
Ve düzeltmek için varım
Ama geciktim.
Ölü kızıl suyun dalgası
Gece yürünen yol
Ve yolcuların dağıldığı zavallı yeryüzü
Salınan beyaz kefenler
Tören giysileri.
Ve bir koşu için gerekli tek şey
Atın yelesidir.
Aslolan,
Şimdi ve burada
Çürüyüp kaldık.
Tanrı görmesin harflerimi
İnsan bir hata diyor durmadan
Ve hatasını düzeltmek için
Acı veriyor
Sadece acı.
Bejan MATUR
Günün Fıkrası
Canı çok sıkılan Kral bir gün soytarısını çağırmış ve demiş ki; “Soytarı, bana öyle bir hata yap ki, özrün kabahatinden büyük olsun.” Aradan bir kaç gün geçmiş. Bir gün Kral sarayda merdivenlerden çıkarken soytarı arkasından yanaşıp kralın kalçalarını okşamaya başlamış. Kral hiddetlenip arkasına dönmüş ve “Ne yapıyorsun soytarı” demiş. Soytarıdan şöyle bir cevap gelmiş; “-Pardon kralım. Sizi kraliçe zannettim…”
Günün Sözü
İyi veya kötü insan diye bir şey yoktur. İnsanlar iyi veya kötü olmayı düşünceleriyle belirlerler.
William Shakespeare