Az Yağmur Çok Çamur

0
72

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Oh nihayet yağmur var. Bu sabah İskenderun’da aptal ıslatan türünden… Kardeşimi otogardan almak için sabah sokağa çıktığımda baya canım sıkıldı. Bizim sokakta kocaman bir kum kamyonu duruyor, işçiler vıcık, vıcık su içinde yağmur altında kum karıştırıyorlar. Bir haftadır kopan kırılan kaldırım taşlarının yerine başkaları döşenecek bu güne sarktı nedense?

Ve yağmur kumu, çimentoyu bir güzel yaydı sokağa yine her yer çamur. Biraz daha yürüdüm. Bu defa kaldırımdan inemiyorum karşıya geçebilmek için, yağmur suları birikmiş kaldırımın kenarına kadar gelmiş. Su gidecek yer bulamıyor. Çünkü su giderleri asfaltın en yüksek tepelerine kondurulmuş su yüksekten kayıp kenarlarda birikiyor. Yani asfalt  olmadan önce daha iyiydi valla. Her şeye göğüs gerdik. Sonunda rahat edeceğiz diye ama gördük ki daha çok bekleyeceğiz. Şu an trafik kilitlenmiş korna sesleri çınlatıyor etrafı, okul dağıldı etraf darmadağın… Bir aptal ıslatanla bu hale geldik ya güçlü yağsa yağmur ne olacak halimiz bilmiyorum yani.

& & & & &

Ve bir öykü farklılıklarımızı kazanca ve sevgiye dönüştürmek üzerine…

Sevmek

Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karşısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. Çocuk bir gün hocasına “hocam ben çok sıkıldım artık başka hareketlere geçsek” dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu.

Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, “hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim”. Hocası ise “sen sadece hareketi yap” cevabını verdi.

Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu. Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu “hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum”. Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, “senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir… Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak”.

Farklılıklarınızı avantaja dönüştürün…

Ve Sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman. Yase

Şubat Güneşi

Başka Boyutta

Zeynep gözünü kapatır kapatmaz başka bir boyuta yuvarlandı sanki. Geniş her tarafı beyaz bir odada arkası kendine dönük beyazlar içinde birisi ile konuşuyordu. Duyduklarından serseme dönmüş ayakta duramıyordu. Tutunacak yer aranıyordu. Ama her taraf boştu. Arkası kendine dönük adam konuşuyordu sürekli. Zeynep kulaklarını elleri ile kapatmış, merdivenlere doğru koşmaya başlamıştı. Duymak istemiyordu hiçbir şey artık. Merdivenden iniyordu koşa, koşa. Önünü göremeden kör gibi ayakları birbirine dolanıyordu onları hissetmiyordu yer altından çekilmiş, havada koşuyor gibi. “Sen güçlü bir kızsın, lütfen sakin ol” demişti. Beyazlı adam. Bu “güçlü” lafından nefret ediyordu. “Kim demiş güçlüyüm diye, güçlü olmak istemiyorum, istemiyorum.” diye avaz, avaz bağırarak iniyordu merdivenlerden. “güçlü değilim, güçlü değilim. Nasıl güçlü olayım ki taşıyamayacağım bir ağırlık bu, nasıl taşırım? Tanrım hayır güçlü değilim diye ağlaya, ağlaya koşuyordu.”

Zeynep uykuya dalarken Ahmet’te bilgisayarını alıp şöminenin karşısındaki diğer koltuğa yerleşmişti. Netten haberleri okumaya dalmıştı ki Zeynep’in huzursuzca kıpırdandığını gördü. Sanki birisi ile kavga eder gibi el kol hareketleri yapıyordu…

Koltuğun kenarına kadar gelmişti. Bir yandan da bağırıyordu “güçlü değilim, güçlü değilim” Ahmet yerinden kalkmadan kızı izliyordu. Kız devinmeye başlamıştı… Battaniyeler üzerinden kaymış kendisi koltuğun ucunda duruyordu. Düştü düşecek.

Tam zamanında yetişip kızı tuttu. Kız gözlerini açıp hayali birine söyler gibi. “güçlü değilim, güçlü değilim çok ağır bir yük bu, taşıyamam, söyle onlara bu yükü taşıyamam” dedi. “tamam, söylerim hadi sen biraz sakinleş” kız kendi kendine konuşarak tekrar kendini yatağa attı.

Ama güçlü olmak zorundaydı. En azından şimdilik hiçbir şey belli etmemeliydi. Doktor ancak 6 ay yaşar demişti. Bu ne şaka mı? Film mi çeviriyoruz, bu yalnız romanlarda, filmlerde olur? “Bir şaka mı yoksa?” demişti doktora. İnsan ayağı azıcık ağrınca hemen ölür mü olur mu bu? Olmaz deyin ne olur ölmez deyin.”

“Keşke diyebilseydim. Bu masum bir ağrı geçecek merak etme diyebilseydim. Fakat ne yazık diyemiyorum çünkü değil.” “Ama azıcık ayak ağrısından insanlar ölmez ki?”

Zeynep yeniden doğrulup oturdu. Hala uykuda, telaşlı, telaşlı konuşuyordu. “Azıcık ayak ağrısından insanlar ölmez ki? Yoksa ölür mü? Olur, mu böyle bir şey? Birisi söylesin “olmaz” desin ne olur söylesin”  Ahmet gelip kızın önünde diz çöktü kızı kollarından tutup hafifçe sarstı… “Ölmez inan bana kimse ölmez, ayak ağrısından   Zeynep hadi uyan ne olur!”

Zeynep gözleri açık sayıklamaya devam ediyordu. “Bilmiyorsun sen, bilmiyorsun aslında ölürmüş… Öldü… Can, öldü… Hem de ayağı ağrıdı diye öldü… Yalnız ayağı ağrıdı diye. İnanabiliyor musun? Çıldıracağım ya! Ayağa kalkmaya çalışan kızı Ahmet kucaklayıp göğsüne bastırdı. Saçlarını okşayarak sakinleştirmeye çalıştı. Kız “çıldıracağım ya” diyerek çırpınıyordu. “Daha 25 yaşındaydı, ayağı ağrıdı diye öldü, beni bırakıp gitti.” Arkası Yarın

Günün Şiiri

Bir Tanımı Olmalı

bu acının bir tanımı olmalı

bana hiç söylenmemiş sözcükler gerek

gözlerime doluşan bu yağmur kuşlarının

her sevgiye bir tarih düşüren yanlışların

çıkmayan sokaklarda yitirdiğim düşlerin

bu acıyla buluşan bir tanımı olmalı

göğsünü kanırtarak oyan kör bıçak gibi

yaşanacak herşeyi dünde unutmak gibi

ömrünü kayalardan fırlatıp atmak gibi

kendinde kaybolmanın bir tanımı olmalı

toprağı gökyüzüne savuran depremlerden

bütün evleri birden sürükleyen sellerden

geriye bir başına kalan ihtiyar gibi

acıyı solumanın bir tanımı olmalı

güneşin ortasında karanlık olmak gibi

kuruyan bir denizde sessizce yanmak gibi

ıpıssız bir evrende tek canlı kalmak gibi

bu çılgın yalnızlığın bir tanımı olmalı

sevdiğinin yüzüne son kez değercesine

söylenecek hiçbir şey kalmadı dercesine

en uzak tınıları boyayarak sesine

“hoşçakal” demenin de bir tanımı olmalı

ben ne söyleyeceğim şimdi yelkenlerime

bana rüzgâr dilinden sözcüklere gerek

Ayten MUTLU

Gitme

dur

uyanan güz çiçeklerinin

alazlanan taşların

çalınmış yazgıların ve ıslak hüzünlerin

ülkesi olan

yanımda kal

o vahşi güzelliği gitmelerdeki

bugünlük

çöl rügârlarına bağışla ne olur

kalırsan

akşam ve bulut ve gökyüzü ve çimen

ve gözyaşı ve kahkaha ve hüzün

ve yalnızlık

        -o gizi ömrümüzün-

bu eski hikâyede ne varsa yaşanmayan

başlayacak birazdan

gitme

Ayten MUTLU

Günün Sözü

Barış, her şeyi hazmeden mutluluktur.

Victor HUGO

Güzel olan sevgili değil, sevgili olan güzeldir.

L. TOLSTOY 

Bekleyebilen için her şey iyi sonuç verir.

L. TOLSTOY 

Af dileyen, kendi kendini itham eder.

L. TOLSTOY 

Konuşmadan önce düşün, hareket etmeden önce ölç.

W. SHAKESPEARE

Geçmiş bir dost için yakınmak yeni dertler edinmektir.

W. SHAKESPEARE

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here