Aslında Engeliler Günü mü? Kendine Engel Koyanlar Günü mü?

0
115

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Engeliler haftasını kutluyoruz bu hafta büyük bir şaaşa ile. Mesajlar havalarda uçuşuyor, konferanslar, etkinlikler hafta boyu sürecek. Ve bendeniz yine kendimizi nasılda uyutuyoruz diye düşünmekten kendimi almıyorum. Hangimiz engelli değiliz ki? Hepimiz engeliyiz aslında ve kutladığımız kendi günümüz. Hepimiz şu ya da bu şekilde engelleniyoruz. Ya kendi kendimizi  engelliyoruz (şimdilerde yaptığımız gibi) ya da birileri engel koyuyor önümüze aş aşabilirsen türünden. Ya da doğuştan ya da, sonradan olma beden yetersizliği bizi engelli yapar. Ancak sonunda engeller ve engelli olma adayıyız hepimiz için. Şimdi eğer bedenen bir engelimiz yoksa  ilerde olmayacak demek değildir bu  kuşkusuz, yaşımız başımız ne olursa olsun. Hepimiz bunu biliriz bilmeye de başımıza gelmeden anlamayanız! Ama empati yapabiliriz sorunlarına yaklaşabilir yüreklerine dokunabiliriz.

Geçenlerde bir okulda çocuklar kör arkadaşları ile empati yapabilmek için gözlerini bağlamış yemek yemeğe çalışıyorlardı. Çok sevindim doğrusu bu görüntüden. Bendenizde aynı şeyi yapmıştım çocukluğumda üstelik yalnız sofrada değil merdiven çıkıp inerken banyoya lavaboya giderken bile ve yatarken. Kaç gün gör olmuştum rahmetli annem kızmasa devam ederdim. Ancak o zamanlardan beri düşünürdüm “hep evet benimki geçici bir körlük bir zaman sonra yeniden göreceğim bunu bildiğimden  kendimi çokta iyi algılamazdım. Ancak ne zamanki daha 18’ine varmadan “pat” diye yatalak oldum! İşte o zaman dank etti kafama ebediyen engelli olmak nasıl bir şeymiş! Hareketli cıvıl, cıvıl bir yaşamdan sonra aniden yatalak olmak? Sanırım yaşamayan bunu bilemez ve empati yapsa da yarım kalır. Dimdik öylece  yatıyordum. Göz bebeklerimi bile oynatamıyordum.

Ve sanırım ömrümün en korkunç günlerini yaşıyordum. Bütün temel ihtiyaçlar için birine gereksinim duyuyordum. Ve bu bana çok ağır geliyordu.  Ama şanslıydım ve   gayretli, eski halime uzun zaman gelemedim. Ama çok ama çok büyük bir ders aldım hayattan bir gün başıma böyle bir şey  tekrardan ve gitmek üzere gelirse ne yaparım  diye düşünerek  kendimi  sakinleştirip bu durumu kendi lehime çevirmeyi öğrendim. Kendi kendime yetebilmeyi çok zor kuşkusuz ve acı dolu ancak  başa gelen çekiliyor ister beğen ister beğenme. Ve bu durumda olan herkesi anlamaya başladım. Bu yüzden başıma gelen korkunç bir şey değildi aksine hayatımı zenginleştiren bir deneyim diye düşünmeye başladım. Ancak bütün bunları yaşamadan da engeli olmanın ne olduğunu bilebiliriz kendimizi izler isek.

En basitinden ateşimiz yükselse grip olsak  nasıl yatak döşek yatmak zorunda kalırız değil mi? Başımızı kaldıramayız, bir bardak su için bile başkasına ihtiyaç duyabiliriz. En basitinden gripli halimizi gözümüzün önüne getirerek empati yapabiliriz ve biliriz ki grip geçince normal hayata döneceğiz. Oysa bedenen  engellilerin bu şansı yok. Bu yüzden empati yaparken bunu da düşünerek empati yaparsak kendimizi onun yerine daha kolay koyabilir ve birbirimizi daha çok anlayabilir ötekileştirmeden. Ve böylece birbirimizin engellerini en aza indirebiliriz.

Ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için ön ayak olabiliriz. Sosyal yaşam koşullarını düzeltebiliriz bedenen engelli kardeşlerimizin. Yollar, kaldırımlar, araçlar ona göre dizayn edilebilir. Özellikle yeniden dönüşüm projelerinde  beden engelli olan arkadaşların bütün ihtiyaçları göz önüne alınmalıdır. Ve engelliler  yalnızca engeller gününde konuşulmamalıdır. Çok engelli arkadaş için aslında engel yoktur. Çünkü beden eksik olan uzvun yerine çok zaman başka bir yetenek vermiştir. Christy Brown Sol Ayağım  adlı kitabı okumuşsunuzdur. Okumadıysanız çocuğunuza okutmadıysanız hemen bir tane bulun ya da kütüphaneden edinin derim. Ayağı ile resim yapan, ayağı ile araba kullanan, gözü görmeyen ancak gönül gözüyle gören birçok  insan var. Benim için bunlar birer  engel değil. Benim için gerçek engel kendini engelli sanmaktır. Bütün insanlar bir değildir. Bazısı yönetmek için yaratılmış, bazısı yönetilmek için. Ne mutlu kendini yönetene, kendi kendinin efendisi olmayı becerebilene… İşte bunlar engelleri aşanlardadır bence.

Ve düşünüyorum ki herkesin eli ayağı ağzı dili varken konuşması yazması yürümesi kolay tabi. Önemli olan bunlar olmadan bütün bu işleri yapabilmek, işte asıl iş orda. Bedenen eksik sandığımız arkadaşlarımız aslında bizim yapmadığımızı yapanlardır. Bu yüzden benim için engelliler günü  yok. Kendine engel koyanların günü var. Ve her günün hepimize güzel, sağlıklı, mutlu, birlik ve beraberlik getirmesi dileği ile hoşça kalalım sevgili okuyucularım. Ve sevgili okuyucularım Sol Ayağım adlı kitaptan bir bölüm vermek istiyorum tamamını okumak isteyenler için… Yase

& & & & &

Christy Brown ‘Sol Ayağım’ kitabında aslında kendi hikayesini anlatmaktadır. İrlandalı edebiyatçının önemli isimlerinden biridir. Beyin felci geçirerek dünyaya merhaba demiştir. Yazarın sol ayak parmaklarıyla yazmayı, resim yapmayı, daktilo kullanmayı öğrenmek için çocukluğunda gösterdiği mücadeleyi anlatmaktadır. Bu tarzda yazdığı diğer bir kitabı “Down All The Days” en çok satan kitaplar arasına girmiştir.

Sol Ayağım; Christy Brown’ı Daniel Day-Lewis’in canlandırdığı, çok başarılı bir filme konu edinilmiştir.

“Sürükleyici, eğlenceli ve ilham verici” – Irish Times-

 “Erdemli ve hiçbir şekilde yozlaştırılmamış bir cesaret öyküsü” – Sunday Times-

 “Modern zamanın edebi başyapıtlarından biri” – Irish Times-

yase-sol ayağım

ÖN OKUMA:

“A” Harfi

5 Haziran 1932′de, Rotunda Hastanesi’nde doğdum. Benden önce dokuz, benden sonra ise on iki tane çocuk vardı, yani ben ortanca grubuna giriyordum. Toplam yirmi iki tane çocuğun on yedisi yaşadı ve dördü bebekken öldü, hayatta olan on üçü hâlâ ailenin devamını sağlıyorlar.

 Bana anlatıldığına göre, benimki zor bir doğum olmuş. Annem de ben de neredeyse oluyormuşuz. Bütün yakınlar hastanenin dışında sıralanmış, sabahın erken saatlerine kadar iyi haberler gelmesi için dua ederek beklemişler.

 Doğumun ardından annem, birkaç haftalığına kendisini toparlasın diye eve gönderilmiş ve ben o süre boyunca annemsiz hastanede tutulmuşum. Annem yeterince iyileşip beni vaftiz ettirmek için kiliseye götürünceye kadar, orada isimsiz olarak kalmışım.

Benle ilgili bazı sorunlar olduğunu ilk fark eden annemmiş. O zaman dört aylık kadarmışım. Beni ne zaman beslemeye çalışsa, kafamın kendiliğinden arkaya doğru düştüğünü fark etmiş. Eliyle boynumun arkasına destek yaparak düzeltmeye çalışıyor; fakat kafam elini çektiği anda düşüyormuş. Bu ilk uyarı işaretiymiş. Yaşım ilerledikçe diğer kusurların da farkına varmış. Ellerimi neredeyse her zaman sıkılı ve arkaya doğru bükük olduğunu görmüş. Ağzım biberonun meme ucunu kavrayamıyormuş, çünkü çenem o yaşta bile sımsıkı birbirine kilitlendiğinden, ağzımı açmak imkânsızlaşıyormuş veya çenem aniden gevşeyip sarkarak, bütün ağzım bir tarafa çekiliyormuş, Altı aylıkken etrafımda bir yastık dağı olmaksızın oturamıyormuşum; on iki aylıkken durum aynıymış.

 Bundan dolayı çok endişelenen annem, endişelerini babama anlatmış ve hiç gecikmeksizin sağlık konusunda danışmak için karar almışlar. Beni hastanelere ve kliniklere götürmeye başladıklarında bir yaşının üzerindeymişim, benimle ilgili kesinlikle bir sorun adını koyamadıkları veya anlayamadıkları; ama oldukça gerçek ve rahatsız edici bir şeyler olduğu konusunda ikna olmuşlardı.

 Beni gören ve inceleyen doktorların neredeyse hepsi, beni çok ilginç ama ümitsiz bir vaka olarak değerlendirmişler. Birçoğu anneme kibarca benim zihinsel engelli okluğumu ve bu şekilde kalacağımı söylemişler. Önceden beş sağlıklı çocuk yetiştirmiş genç bir anne için bu ağır bir darbe olmuş. Doktorlar kendilerinden o kadar eminlermiş ki; annemin benimle ilgili duyduğu inanç onlara neredeyse bir münasebetsizlik gibi görünüyordu. Onu, benim için hiçbir şey yapılamayacağına inandırmışlardı.

Günün Şiiri

Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Gelmeli?

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?

Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?

Sevmek için güzele mi bakmalı?

Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?

Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?

Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?

Solması için gülü dalından mı koparmalı?

Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?

Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?

Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

Victor HUGO

Günün Sözleri

Şanssızlığa katlanabiliriz, çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan, yaptığımız hatalara hayıflanmaktır.

Oscar Wilde

Siyah kupa (iskambil) her şeyi denerim; ama yapabildiklerimi yaparım.

Herman Melville

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here