Yine Korona

0
56

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hava sıcak, Korona Hanım azametini her zamankinden daha çok hissettiriyor. Kıvrımlı ateşten tırnakları ciğerlerimizi dağlamak için hazır ve nazır bekliyor. Ancak birçoğumuz ‘Biz kim? Bu canavar hanım kim? Biz güçlüyüz bize bir şey olmaz bu zarif ölüm nefesimi bizi korkutacak?’ düşüncesi ve davranışları içindeyiz. Bizim bu tavırlarımızla tablonun daha kötü olacağı kesin.

Nerdeyse herkes konu hakkında kitap yazacak bilgiye ulaştı, 5 aydan beri TV’lerden, gazetelerden insanı dumura hatta depresyona uğratan bir dolu programdan sonra. Ama gelin görün ki hala bir maske kullanmayı öğrenmedik… Maskeler kollara çeneye ve baş üstüne takılıyor ya da yerlerde sürünüyor. Yani asıl işlevlerinin dışında her tarafta kullanılıyor bunu da marifet sayıyor sevgili vatandaşlarımız.

Bunca rahatlık bunca rehavet bunca vurdumduymazlık gerçekten insanın sinirlerini bozuyor. Yani valla sinirimiz bozuluyor. Ne oluyoruz kardeşim siz kendinizi düşünmüyorsanız çevrenizi düşünmek zorundasınız. Yani yanı başımızda bir canavar var ve bize bir metre uzaklıkta biz nasıl bu kadar vurdumduymaz olabiliyoruz anlamak gerçekten zor ve nerdeyse çıldırmak üzereyiz?

İstanbul’dayız ve toplu taşıma araçları kullanmıyoruz çok zorunlu olmadıkça. AVM’lere girmiyoruz. Güvenli mesafeyi korumaya azami dikkat ediyoruz ve buna ne güzel alıştık gerçi sarılıp öpüşmemek bendenizi üzüyor ama buna da alıştım valla.

İki maske ve maskeleri doğru kullanıyoruz. Ve bunlar için iki dakikamızı bile harcamıyoruz.  Herkes içinde bu böyledir, böyle olmalıdır. Ama burada gerçekten gördüğüm kadarı ile herkes çok rahat? Ve bizim gibilerin gerçekten işi zor çünkü önlemlerimizi daha çok artırmak zorunda kalıyoruz.

Ve gitmek istediğimiz yerlere sırf bu yüzden gidemiyoruz. Yani korona değil insanların vurdumduymazlıkları bizleri hasta ediyor. bu gidişle daha çok hasta edeceğe benziyor.

Ve sevgili okuyucularım, lütfen azıcık dikkat, çok değil ve lütfen maskeleri doğru kullanalım, yere atmayalım, atanı uyaralım. Sakin olalım, biliyorum sakin olmak çok zor ama biz zoru başarabiliriz.

Ve sağlıkla, sevgiyle kalalım şimdilik ayrımsız-gayrımsız her zaman hep birlikte. Yase

&&&&&

Ve sevgili okuyucularım, sayfamın konuğu Umut Berberoğlu. Umut bir Lise öğrencisi bu yıl girdiği sınavlarda istediği bölümü kazandı. İleri bakan, akıllı, mantıklı ve adı gibi umut dolu bir kardeşimiz. Bugünkü yazısını paylaşmaktan onur duyarım, dilerim devamı gelir.

ZAFER BAYRAMI TÜRK’ÜN ULU ZAFERİ

Kanla, canla inançla kazanılmış zaferlerin kutlanılışı, coşkulu olmalıdır. Olmalıdır ki o zaferin kolay kazanılmadığı herkesçe anlaşılsın. Zaferler zafer gibi kutlanmalı ki kolay kazanılmadığı herkesçe anlaşılsın.

30 Ağustos 1922, Türk milletinin yeniden küllerinden doğuş tarihidir. Ülke toprakları kolay kazanılmadığı gibi kolayca düşman eline bırakılmayacaktı. Cesur başkumandan ile onun aslanları ülkesi için nice savaşlar verdiler, düşmana aman dedirtmediler. Atatürk bu yönüyle Türk milletine büyük örnek olmuştur. Savaş sonrası yapılan anlaşmalarla Türk’ün Atası Mustafa Kemal milletine yeni vatan yeni devlet hediye etti. O vatan ki uğuruna nice canlar verilir de namerde tek karış toprağı verilmez.

Türk milleti bunun bilincinde yaşıyordu, analar evlatlarını gözlerini kırpmadan savaşa göndermişlerdi. 30 Ağustos Zaferini zafer olarak kutlamak Türk’ün şanındandır ki bizler diğer devletlere Atatürk’ün bize bıraktığı zaferlerle örnek olmuş bir milletiz. Türk daima bunun bilincinde olmalı hayatını ona göre sürdürmeli ve zaferlerine daima sıkı-sıkı sarılmalıdır. Atatürk’ün başkumandanlığında kazanılan ulu zaferimiz Afyon ilinden kutlanmaya başlanmış zamanla dört bir yanda coşkuyla kutlanmıştır.

Bize bu vatanı ve zaferleri bıraktığı için başta Ulu Gazimiz Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Onlar olmasaydı biz özgür olmazdık.
Umut BERBEROĞLU

Papatyanın Hikayesi

Koskoca bir bahçede harikulade çiçekler içinde bir papatya… Aşık olmuş, yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana… Bir ümit bekliyormuş… Yüzlerce çiçeğin arasından onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin, buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş. Sadece ona değsin makası, sadece ona gülsün dudakları…. Kıskanıyormuş bahçıvanı. Kırmızı güllerden, sarı lalelerden, mor menekşelerden, zambaklardan… Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş bembeyaz yapraklarını… Bir gün aşkı öyle büyümüş ki yapraklarını taşıyamaz olmuş… Eğilivermiş boynu… Toprağa bakıyormuş artık…. “Buna da şükür” diyormuş… Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek…

Zaman akıp gidiyormuş… Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş. “Ne var sanki boynumu kaldırsa, bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş… Ve işte bir gün, bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış, incecik bedenini ellerinin arasına almış, elindeki sopayı köklerinin yanına toprağa sokmuş, bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya…. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı…. Hala göremiyormuş onu ama bedeni kurtulmuş… Uzun bir müddet sonra bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye… Gelen giden yokmuş. Kahrından ölecekmiş papatya… Ama işte bir sabah hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış… Derin bir oh çekmiş…

Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş. Birden kendisine doğru gelen iki ayak görmüş. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş… Başka birisiymiş… Adamın elinde bir de makas varmış… Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru…”Ne güzel açmışsın sen böyle” demiş… Bu gencecik yakışıklı bir delikanlıymış… Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış… “Ama gövden seni taşımıyor” demiş… Elindeki makası papatyanın boynuna uzatmış ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış… Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini… O ak saçlı, ak sakallı yaşlı mı yaşlı bahçıvanı… Birde o gencecik yakışıklı delikanlıyı düşünmüş…

Ve o an anlamış neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini. O herşeye rağmen, papatyaya emek vermiş. Ona hiçbir zaman güzel olduğunu, onu sevdiğini söylememiş ama, aslında onu hep sevmiş… Papatya anlamış artık. SEVGİ EMEK İSTERMİŞ… Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini…. Teşekkür etmiş ona içinden… Son yaprağı da kuruduğunda, Biliyormuş artık… GERÇEK SEVGİNİN, SÖYLEMEDEN, YAŞAMADAN VE ASLA KAVUŞMADAN VAROLABİLECEĞİNİ…

Günün Şiiri

Bugün Yardan Haber Geldi

Bugün Yardan Haber Geldi

Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan

Eğildim Bir Buse Aldım

Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan

 

Güzel Olanı Severler

Yanağından Gül Dererler

Kulakta Mengiç Küpeler

Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan

 

Baş Koydum Yarin Dizine

Uykular Girmez Gözüme

Ağ Ellerin Sür Yüzüme

Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan

 

Şekerden Şerbet Ezerler

İnce Tülbentten Süzerler

Dört Yanım Almış Güzeller

Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan

 

Pir Sultanım Gel Yanıma

Seni Sarayım Canıma

Dola Kolların Boynuma

Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan

Bilene Danış

Bilirim Bilirim Dersin Bilene Danış

Danışan Dağları(Hey Dost) Aşar Mı Aşar

Danışmadan Yola Çıksa Bir Kişi

Akıbet Yolundan(Hey Dost) Şaşar Mı Şaşar

 

Cahile Irak Ol Kamile Yakın

Bir Mana Söyleyim(Hey Dost) Darılma Sakın

Hasmın Karıncaysa Merdane Takın

Ummadık Taş Başa (Hey Dost) Düşer Mi Düşer

 

Pir Sultan Abdalım Böyle Mi Olur

Kişi Ettiğini(Hey Dost) Elbette Bulur

Yırtıcı Kuşların Ömrü Tez Olur

Zararsız Akbaba(Hey Dost) Yaşar Mı Yaşar

Günün Fıkrası

Temel, bir Fransız ve bir Amerikalı ile ıssız bir adadaymış. Bir gün iyi huylu bir deniz perisi gelip demiş ki: “Uzun zamandır izliyorum sizi. Geminiz battıktan sonra çok acı çektiniz. Dileyin benden, ne dilerseniz.”

“N’olur beni Fransa’ya gönder” demiş Fransız. Hoop gitmiş Paris’e.

“Beni de Amerika’ya lütfen” demiş Amerikalı ve o da hoop California’ya.

Sıra Temel’e gelmiş. Düşünmüş, düşünmüş…

“O Fransız ile Amerikalı uşaklaru çok ozledum. Çağur onları geriye.”

Günün Sözü

Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun. Niye bugünden başlamıyorsun?
EPIKTETOS

İnsanın alışamayacağı acı yoktur.
GabrielleD’Annunzio

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here