Tercih ve Neticenin İtibarı

0
81

Tercih; Arapça ağır gelen, ağırlığın baskınlığı olarak tanımlanan “RCH” kökünden geliyordu.. Aynı kökten gelen rüçhan; üstün olan anlamındaydı.. Bu halde bir nesne, bir olay veya bir durumun nitelik yönüyle düşünsel ağırlığını duyumsayıp seçerek, diğerlerinden üstün tutuyorsak, bir tercih de yapıyoruz demekti..

Tercihi, tercih sahiplerinin ağırlıklar üzerindeki bilgi yeterlik dereceleri yani kifayetleri belirlemekteydi.. Mesela; terazi kefelerinin birinde belirli bir ölçü taşı, diğerinde buğday olduğunu düşünelim.. Burada tercih, taşla buğday arasında değil, nicel iki eşit ağırlığın nitelik yönüyle kafi derecede bilinen üstünlüğü üzerineydi.. Şayet ölçü taşının, diğer kefedeki buğdayı elde etmek için harcanan iş ve emeğin değerini karşıladığı kanaatinde isek, bunu tercihte belirleyici bir yeter sebep olarak kabul edebilirdik..

Kanaat ise, bir ikna sürecinde hasıl olmaktaydı.. Her kanaat sahibi, ikna olduğu konuda ihtiyacını giderme beklentisine girmekte, beklentisini karşıladığı sürece, onu ikna eden  kanaat güvene dönüşmekteydi.. Kanaatlerin güvene dönüşmesi, sürecin devamındaki ihtiyaçların da giderebileceği konusunda bir umut oluşturmaktaydı.. Giderilen ihtiyaç, beklentiyi karşılamıyorsa, bu süreçte hasıl olan kanaatin değişmesi de kaçınılmazdı.. Güvene dönüşüp umut oluşturmayan bir kanaati değiştirmemek o konuda ikna oluşun değil aldanışın ifadesiydi.. Kaldı ki tercihlerimiz üzerinde kabul veya red olgusu, “akıl ve tecrübe” sentezli bir düşünme ile, mümkün fiillerden herhangi birini seçerek karar verme yeteneğimiz anlamlı iradenin işiydi..

“Akıl ve tecrübeyi” öne alan İslam filozoflarından Zekeriya Razî, (864-925) “Her türlü iradenin belirleyici ve yeter bir sebebi olması gerekir. Evrende hiçbir fail özgür değildir. Dolayısıyla insan da aslında iradi olarak meydana getirdiğini düşündüğü fiillerde muhtar değil muztar bir varlıktır” diyordu..

Arapça noktalı H ile başlayan “iyi, faydalı, hayırlı” anlamlı “HYR” kökünden gelen muhtarın anlamı: “Hareketinde serbest olan, ihtiyar eden, seçilmiş, seçen”  demekti.. Aynı kökten gelen ihtiyarî; red veya kabûlü isteğe bağlı bırakılmış; muhayyer ise “seçmece, seçmeli” anlamındaydı.. Yani “mecburi”nin zıddıydı.. Muztar ise zaruret’den geliyordu.. Anlamı; zorunda kalmış demekti.. Neyin? Belirleyici yeter bir sebebin.. Özetle; hakim ve hekim Razî, anlamlı bir seçme veya isteme olayından söz edebilmek için, tercihteki belirleyici irademizin cebri değil zaruri yeter bir sebebi olması gerektiğini söylüyordu..  Ki bu zaruri yeter sebep, en uç noktada; “zararlı, kötü ve şer olan iki durum karşısında kalınır ve iki durumdan biri tercih edilecek olursa, zararı az olan tercih edilir” tanımlı “Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur” ilkesiyle tercihlerimizde yer bulmaktaydı..

İyi de, hayatımızda birini diğerine üstün tutarak yaptığımız tercihlerimizde her zaman bilgi yeterlik derecesi anlamında belirleyici bir yeter sebebi gözetebiliyor muyduk? Sorunun yanıtı neden sonuç bağlamlı tercihlerimizdeki neticenin itibarındaydı..

İtibar; karşılaştırılan değer bağlamında, saygı görme, değerli, güvenilir olma, saygınlık anlamıyla tanımlanmaktaydı.. Mesela, bir kişinin itibarı, o kişinin tutum ve davranışlarındaki neden sonuç bağlamında karşılaştırılan değerini göstermekteydi.. Neticenin itibarını da, sonucu oluşturan belirli nedenlerin benzer nedenlerle karşılaştırılan değeri açığa çıkartmaktaydı.. Öte yandan bu netice, düne ait nedenlerin sonucu da olsa, itibarı; bugüne ait nedenlerin yarınki olası sonuçlarıyla da ilişkiliydi..

Netice itibarıyla dar anlamda dün, bugün, yarın; geniş anlamda geçmiş, şimdi, gelecekle ilişkili tercihlerimiz, cebri değil zaruri yeterli nedenlerle belirlenmekteydi..

Bilgeler, “Hayat, aslında tercihlerimizin bir toplamıdır!” diyordu.. Tercihlerimizin muhasebesi bağlamında, Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinden bir paragraf: “Satıcının terazisinde topraktan kilo vardı. Toprak yemeyi adet edinmiş müşteri şeker istedi. Satıcı şekeri torbaya koyarken, müşteri gizlice toprak kilodan yedi. Satıcı gördü ama görmemezlikten geldi. Alıcı da görmeden biraz daha yemek için satıcıyı gözlüyordu. Satıcı da daha hafif şeker tartmak için işini ağırdan alıyordu..”

Mesnevi’deki bu geçmiş zamanlı kıssa, şimdiki zamanımızı içerip gelecek zamanımızı da kuşatan bir aydınlıkta, Miladi geçmişle, Hicri gelecek arasında yapmakta olduğumuz tercihlerimize ışıklı bir hisse olur mu? Belki olur..

Ramazan Bayramınızı esenlik dileklerimle kutluyorum..

Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here