Susmak Gelince Yamacıma…

0
134

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sayfamda öykü görünce hemen duyuyorsunuzdur artık “bugün yazacak mecalim yok” dediğimi. Yanılıyor muyum yoksa? Neyse, nefes almak gibi bir şey yazı yazmak çok zaman benim için. Yazmadığımda gerçekten nefesim tıkanmış oluyor. Ve soluk almadan öylece susuyorum. Yağmur gibi yağarken üzerime sorular ve sorular ve sorular ve kuşatırken üzerimi huzursuzluğun ağır hantal kara kanatları.

Susmak, gelince yamacıma sığınırım kollarına. Çocukluğumda da sığınırdım ona büyüme sancıları çektiğimde de, üzerimi kuşatınca huzursuzluğunun ağır hantal kanatları da.

Bazılarını korkutur suskunluğum. Bazılarını tek kelime ile çıldırtır. Bazılarını düşündürür, meraklandırır nedenleri. Ama Susmak gelince yamacıma, ne korkanı takarım kafaya ne öfkeden çıldıranı, ne meraklının derdini. Yalnızca yumuşak, beyaz kolları ile sararken beni sımsıkı, kuş uçmaz kervan geçmez bir vadide. Otururuz ikimiz böylece. O söyler ben dinlerim. Gözlerim vadinin cennet köşelerinde, çağlayan sular, gümrah yeşiller arasında dolaşır. Sesim çıkmaz o konuşunca ona da susarım çünkü.

Kara hantal kanatlı huzursuzluk varamaz bize o zaman. Öyle bir zırh öreriz, öyle bir set çekeriz ki aramıza, kutsal kitapta anlatıldığı gibi büyük İskender’in (zül kırneyn) heccüç ve meccuc için çektiği set hafif kalır yanında. Ve o suskunlukla iç içe yaşayarak geçerken günler, durur zaman! Ayla Kutlu “zamanda eskir” demiş. Kitabının adı bu… Ben diyorum ki zaman durur. Yaşandığı yerde hiç bozulmadan hiç eskimeden…

Ve her anı saklıdır zamanın, hafızanın hazine dairesinde. Hiçbir yere kaçamaz her zamanın yaşanmışlıkları Ve susmakla geçen zaman, geçtiği dilimdedir artık. Ne geride, ne ilerde, ne şimdide… Ve susmak her zaman yamacımda dolanır, hantal kanatlı huzursuzluk, uysal bir uşak gibi yalnızlık ve yumuşak bir battaniye gibi hüzün ile. Ve her zaman başımın üzerinde dolanır, duygularımın nahif sesi, mantığımın aristokrat zarif hayaleti.

& & & & &

Ve bazı insanlar her defasında bana rahmetli İsmail Cem’i anımsatır. Sanırım ömrümde Atatürk ve annemden sonra en çok rahmet gönderdiğim insan İsmail Cem’dir. Çünkü o, önce üslup derdi her zaman. Ve ben bu “üslup” konusunda çok dertliyim. Belki sürekli susma beyefendisi ile kurduğum yakınlık bu yüzden besleniyor. Bu günlerde çevremde haldır haldır huldurdan vazgeçtim, resmen saldırgan konuşan ve taciz edercesine davranan insanlar dolanıyor.

O kadar şaşırıyorum ki o dillere destan olan hoşgörüm, sükunetim, buhar olup uçuyor. Huzursuzluk kanatlarını hemen açıyor üzerime ama her şeye rağmen nerden başını uzatıp önüme dikildiğini anlayamadığım sağduyu “dur” diye emrediyor. Ve boyun eğiyorum anında. Eğer o dikilmese karşıma, öyle bir gürleyip coşarım ki, Nuh tufanı hafif kalır yanında.

Önce üslup diyen İsmail Cem bile mezarında şaşırdı öfkemden kızgınlığımdan. Ve emredince sağduyu “dur” diye. Susmaya sarılmak kaçınılmaz olur tabi. Ve semirilmiş şişmanlamış buluyorum onu her defasında. Kollarına atılırken…

& & & &

Mitolojide Aşk…

İlk olarak, platonik aşk… Bu terim, Platon’dan gelmektedir. (Bu kısım mitoloji değil gerçektir) Kendisi okulunda bir öğrencisine aşık olmuştur ve o zamanlar kızlarla erkekler ayrı ayrı eğitim görmektedirler. Buradan anlıyoruz ki Platon bir erkek öğrencisine aşık olmuştur ve karşılık alamamıştır, bu tür aşka da adını vermiştir (ama platonik aşkın homoseksüellikle bir alakası yoktur). Karşılıksız aşkın yansıması olarak Echo’nun hikâyesi bir örnektir… Echo’nun da kitaptan kitaba değişen hikâyeleri bulunmaktadır.

Pan, mitolojide çoban ve sürülerin yarı insan-yarı keçi tanrısıdır; flüt çalmaktadır ve yaptığı müzik, “panik” kelimesinin de kökenidir ve hareketli, neşeli, hatta gürültücüdür. Pan, bir gün küçük bir vadiden geçerken bir nenfin (nymph) şarkı söylediğini işitir. Bu bir orman perisi olan Echo’dur. Yalnızlığı seven, Zeus’un perileri olan “muse”lerden flüt çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrenen bu genç kız Echo, insan topluluğundan ve tanrılardan kaçar, evlenmek istemezdi. Onun ahenkli ve berrak sesini duyan Pan, ona karşı vahşi bir sevgi duydu. Onun yeteneğini kıskanan ve onun güzelliğinden istifade edemeyen bu keçisakallı mabut, etraftaki bütün çobanların yollarını şaşırttı. Bu şaşkınlıkla bir gün nenfe hücum ettiler, onu öldürdüler ve vücudunun parçalarını dağıttılar. O günden beri, her tarafa dağılmış olan Echo’nun kendine özel bir yeri yoktur. Gürültüyü duyduğu her yerdedir. Ölümden sonra da müzik hafızasını kaybetmemiştir. Kulağına çarpan sesleri tekrarlar.

Diğer bir masala göre de Echo’nun felaketine sebep olan Pan değil, baş tanrı Zeus’tur. Bir gün Çapkın Zeus arza inerek bazı güzel nenfleri ziyaret etmişti. Evlilik tanrıçası olan kıskanç karısı Hera onu yakalamak istediği zaman Echo onun dikkatini başka tarafa çekti ve uzun tutarak nenflerin saklanmaları için vakit kazandırdı; fakat Hera bu hileyi anlamıştı. Sözleriyle kendisini aldatmış olduğundan, ona ceza olarak söz söylemesini kısıtlayacağını bildirdi. Hera’nın emri yerine geldi. O zamandan beri Echo, hiçbir zaman ilk defa söze başlayamaz ve ona söz söylendiği zaman susamaz. Ancak durmadan işittiği seslerin son kısmını tekrar eder.

Başka bir masala göre de (ki bu bence en güzelidir), Echo, geyikleri kovalayan bir avcı gördü. Adı Narcisse olan bu genç avcıdan daha yakışıklı bir delikanlı az bulunurdu. Onu görür görmez Echo şiddetli bir aşka tutuldu. Gizlice onu takip ediyor, günden güne aşkı alevleniyordu. Derdini açığa vuramıyordu. Delikanlı da izlendiğini hissediyor ve rahatsız olup ormanlara kaçarak gizleniyordu. Ümitsizliğe kapılan Echo başarısızlığını saklamak için derin bir mağaraya kapandı. Artık dağlarda görünmez olmuştu. Beslediği aşk onu günden güne eritti. Bütün vücudu tükendi, kanı çekildi. Ondan geriye yalnız kemikleriyle sesi kaldı. Kemikleri kaya şeklini aldılar, sesi de her tarafta dolaşarak seslenenlere cevap verir oldu.

Diğer taraftan Narcisse’in “narsist kişilik bozukluğu”na da isim veren yersiz gururu tanrıları kızdırmıştı. Onun bu anlamsız gururunu ve katı kalbini cezalandırmak için, ona garip bir heves verdiler. Bir gün av ve yaz sıcağının yorgunluğu ile sakin ve şeffaf bir pınarın başına geldi. Su ayna gibi parlaktı. Narcisse su içmek için eğildi ve berrak suya yansıyan yüzünü gördü. Suda aksini görüp büyülenen Narcisse hareketsiz kalmıştı. Adeta aşkla aksine bakıyordu, hiçbir kuvvet onu oradan ayıramıyordu. Yavaş yavaş, güneşin altındaki buz gibi, renginin solduğunu ve eridiğini gördü. Güneş onu yakarak bitirdiği zaman kız kardeşleri onun için ağladılar ve mezarının üstüne koymak için saçlarını kestiler. Cesedi götürmek için hazırlandıkları vakit, onun yerinde sarı ve beyaz bir çiçek buldular ki bu çiçek onun adını taşıyan nergistir…

Günün Şiiri

Dilerim

Seni ayakta tutmaya yetecek kadar
Güzelliklerle dolu bir yasam sürmeni dilerim,
Aydınlık bir bakış açışına sahip olmana
Yetecek kadar güneş diliyorum.
Güneşi daha çok sevmene
Yetecek kadar yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmana yetecek kadar
Mutluluk diliyorum.
Yasamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi

algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar
Kazanç diliyorum.
Sahip olduğun her şeyi takdir etmene
Yetecek kadar kayıp diliyorum.

 İstiyorum

Bir çiçek istiyorum, ben bakmadan solacak;

Bir kanat istiyorum, beni yerden alacak;

Bir güneş istiyorum, gece bende kalacak…

Bir mermer istiyorum, arzumca oymak için;

Bir kadın istiyorum, ruhunu soymak için;

Bir çift diz istiyorum, başımı koymak için…

Bir zincir istiyorum, hırsımı bağlayacak;

Bir yangın istiyorum, ruhumu dağlayacak;

Bir ana istiyorum, başımda ağlayacak…

Bir bilinmez kaleyi fethetmek tek başına,

Vurulup düşmek birden son burcun son taşına;

Uzanan bir çift dudak gözlerimin yaşına…

Bir ilham istiyorum, bir gün vahye erecek,

Bir çift göz istiyorum, can evimi görecek;

Bir sevgi istiyorum, ömürlerce sürecek…

Bir mihrap istiyorum, önünde diz çökmeğe;

Biraz yer istiyorum yoldan, fidan dikmeğe;

Ve tohum istiyorum, boş tarlamı ekmeğe…

Bir yapı, temeline elimle taş koyacak;

Bir sevgili, her derdin gözüne yaş koyacak;

Bir iman istiyorum uğruna baş koyacak.

Behçet Kemal ÇAĞLAR

Asırlarca

-Dünyanın en büyük ölmezine-

Ufkunda doğacağım, ufkunda batacağım;

Asırlarca yazsam hep seni anlatacağım.

Ben de giyersem eğer bir gün deha tacını

“İstersen çiğne” diye önüne atacağım…

Söndüğünü görsem de bin “meşale emel”in

Ebediyet yolumuz, öyle elimde elin…

Ak düşen saçlarınla nur kattığın heykelin

Hamuruna harç diye kanımı katacağım.

Yansam da masalların “Âşık Kerem”i gibi,

Bu aşk ölmez öyle her gönül veremi gibi!

Şöhretin okyanuslar aşarken gemi gibi;

Ben dalga gibi ayakucunda yatacağım…

Asırlarca yazsam hep seni anlatacağım!

Behçet Kemal ÇAĞLAR

Günün Sözü

Bir yapıt oluştururken en son bulduğumuz şey, en başa neyin konulması gerektiğidir.

Blaise Pascal

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here