Sözcükleri Silah Yaptık…

0
78

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Birbirimize ne zaman bu kadar tahammülsüz olmaya başladık bilmiyorum. O kadar tahammülsüz olduk ki sanki üzerimizde patlamaya hazır bir bomba taşıyoruz. Bir tek sözcükle “bum” hiç düşünmüyoruz, önünü arkasını ağzımızdan çıkan sözün ve davranışın! Üstelik gerçekten kaba saba olduk!

Korkuyorum yakında alışacağız buna ve bir yaşam şekline çevireceğiz. Kaba, saba, tahammülsüz; of korkunç bir şey!

Oysa her zaman söylerim bir tek saniye bile yeter, konuşmadan düşünmek ve eyleme geçmek için. Bir tek saniye bir nefes alıp verme mesafesi, bir göz kırpma arası. Ama düşünmek gerçekten başka bir lüks gibi! Ve bir sözün, tek bir sözün bile yaratacağı tahribattan ne kadar habersizmişiz! Öfkeyle sarf edilen sözcüklerin zamanla birikip içimizde yanar dağlar oluşturduğunu anlamamız ne kadar uzun sürmüş! Yazık patlamaya başlayınca, kızgın lavların arasında kalınca ancak anladık ama artık çok geç kaldık. “Ne zaman başladık biz bu dağları oluşturmaya?” Ve bu kadar tahammülsüz, bu kadar kaba saba olmaya?

Ayrılıklar kaçınılmaz olur artık en iyi ihtimalle. Oysa ayrılmakta lüks oldu. Öldürmek daha kolay geliyor! Ayrılacağına öldür gitsin. Vahşileştikte aynı zamanda çünkü… Çocuklarımızı evde ölüme bırakırız. Kadınlarımızı sokak ortasında öldürürüz, küçük anneleri, bebekleri ile birlikte boğarız!

Ve biz sözleri silah yaptık, ucu sivri, direk yüreğe isabet ve aslında x olduk. Ve sevgili okuyucularım  sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her şeye rağmen. Yase

& & & & &

Felsefi Öykü

Yıllar önce Amerika’da yaşlı bir kayıkçı Mississippi Nehri’nin bir yakasından ötekine yolcu taşıyarak geçimini sağlıyordu. Yaşlı kayıkçı kayığındaki küreklerden birinin üstüne inanç, diğerine ise çalışmak yazmıştı. Bunların ne anlama geldiğini soranlara, kayıkçı şöyle yanıt veriyordu.

Nehri karşıdan karşıya geçmek için her iki küreğe de ihtiyaç vardır. Çalışmaksızın inanç veya inançsız çalışmak sizi bir dairede döndürür, durur. Yaşam yoluna da tek kürekle çıkmak nehri tek kürekle geçmekten farksızdır. Yerimizde döner durur, hiçbir yere gidemeyiz.

& & & & &

Bencillik Üzerine Kısa Bir Öykü

Ölüp cehenneme giden bir adam hakkındadır bu öykü. Şeytan bu adamı nefis yemek kokuları gelen bir odaya götürür. Odanın ortasında büyük bir tencere ve çevresinde oturan insanlar vardır. Bu çok zayıf, bir deri bir kemik kalmış insanlar acıyla inlemektedir. Cehenneme yeni gelen bu adam tencerenin çevresindeki insanların ellerinde kepçeye benzer, uzun saplı kaşıklar görür. Kaşıklar ellerine bağlıdır. Kaşığı tencereye daldırabilmekte ama hiç bir şey yiyememektedirler. Çünkü kaşıkların sapı o kadar uzundur ki, ellerindeki kaşıkları bir türlü ağızlarına götürememektedirler!

“Lütfen” der adam ‘Bana birde cenneti gösterir misin?’ ‘Elbette der şeytan. Sonsuzlukta birkaç dakikanın ne önemi var’ der ve onu cennete götürür. Adam cennete girince hem çok şaşırır hem de kafası karışır. Gördüğü manzaranın cehennemdekinden hiçbir farkı yoktur. Yalnızca insanlar mutlu ve sağlıklıdır, kahkahalarla gülmektedirler… “Anlayamadım” der. “Her şey aynı, herkesin ellerine bağlı uzun saplı kaşıklar var ve hepsi de bir tencerenin çevresinde oturuyorlar. Farklı olan nedir? Neden burası cennet”

Şeytan adamın sorusunu yanıtlamaz. Tam çıkarken adam başını bir kez daha çevirir ve olan biteni anlar. Herkes ellerindeki uzun saplı kaşıklarla birbirlerini beslemektedir…

Sonuç olarak “hepimiz bir bütünün parçasıyız ve hepimizin bir başkasına gereksinimi var! Hepimiz birbirimizin tek kanatlı meleğiyiz. Uçabilmemiz için kucaklaşmamız gerekir”

Not: Bu öykü Dr. John M.Eades’ın ‘göğün yedinci katı meleklere yüksek gelmez’ adlı kitabından alınmıştır.

& & & & &

1998 Sonbaharı

Karımı 1998 in sonbaharında kaybettim… Yedi senelik evliliğimizin iki senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik. Karım, her evlilik yıldönümümüzde ikimizin fotoğrafını çerçeveler, “Bunlar bizim hayatimizin gölgeleri” derdi.. Öldüğünde, yedi tane resmimiz vardı.

97’in bir gecesinde onu aldattım. Oysa ona sürekli onu ne kadar çok sevdiğimi ve sonsuza kadar sadik kalacağımı söylerdim. Ölmeden iki hafta önce yine ayni şeyi tekrarladım. Tuhaf bir gülümsemeyle baktı bana ve sadece: “Biliyorum” dedi. İzmir’e kar yağdığı gün, yani bir ay önce, evdeydim. Fotoğraflarımıza bakıyordum yine… Her çerçevenin altında bir harf olduğunu ilk kez o gün fark ettim.

-A.

-R.

-K.

-A.

-S.

-İ.

-N.

Gerisi için yılları yetmemişti. Ama sanırım “Arkasına bak” yazmaya filan niyetlenmişti. Hemen çerçevelerin arkasına baktım. Hiçbir şey yoktu. Sonra bir şey dürttü beni, hepsini teker-teker söktüm. İnanabiliyor musunuz, her birinin arkasından bir mektup çıktı! Geçirdiğimiz her sene için sevgi dolu sözler yazmıştı.

1997’deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı. Ve içinden şu sözler çıktı: “14 Mart 1997/Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı/ Söylemene gerek yok, biliyorum…”

2002’deyiz. Onu kaybedeli 4, aldatalı 5 yıl oluyor. İçim acıyor şimdi. Çünkü kadınlar biliyor, hissediyor…  Seni seviyorum diyenin sevgisinden şüphe et, çünkü aşk sessiz, sevgi dilsizdir…

Anonim

Günün Şiiri

Günyenisi Küçük Kız

Bir park  kanepesinde oturuyorum deniz

kıyısındaki, burnumda tütüyor

günyenisi küçük kız, bir çocuk kadar

suçsuzum onu sevmekle, bunun için

ilgileniyorum kırgın çiçeklerle

 

Baktıkça resmine gül açılıyor parmak

uçlarımda, ne çok istiyorum onu

gün eskiten gözleri değdikçe günebakanlara

nasıl da yakıştırıyorum günebakanları

gözlerine

 

Serçelerle, evet serçelerle geçiyorum

ara sokaklardan, oyun oynuyor toz

duman içinde çocuklar, geçiyorum

içimde hüzne benzer bir duyguyla

 

Şimdi şuradan koşuyorum

kuşlar kalkıyor koştuğum taşlıklardan

bir aldanış mı yaşadığım yoksa

bilmiyorum ne kadar koşabilirim

eskimez yeşil pabuçlarla gelen aşka

 

Ey serçe gölgeleriyle lekeli ara sokaklar

nasıl da sendeliyor kalbim küçük

bir kız için, yürüyüp gidiyorum yüzümü

bir Akdeniz çiçeğine gömerek

Sevincimi bozuk paralar gibi dağıtıyorum

Ahmet Ada

Buğday ve Toprak

pencereyi açtım

elma ağacı serçe cıvıltısı

ve kedi

güneşle döküldüler sabaha.

 

döküldü birdenbire yüzümün aynasına

leylak kokusu ateş rengi bahardalı

gölgesi göle yansıyan karlı dağ.

 

bahar geldi dedim

ak bir buluta

kırlangıçların göğü biçişine bakarak.

Ahmet ÖZER

Günün Fıkrası

Bir deli kahveye gitmiş. Çay istemiş. Çay gelir gelmez bu şekersiz demiş. Bana şeker getir demiş.

Adam şekeri getirmiş. Sonra bu olay 2.kez olunca garson bağırmış: “Ben tam 16 şeker koydum nasıl şekersiz olur.”

Delide demiş ki: “Napayım. Karıştırınca hepsi yokoluy”

Günün Sözü

Her sabah bir işin başlamasını, her akşam bir işin bitişini gören, bir şeye girişen bir şeyi sona erdiren akşam istirahatını hak eder.

Henry Wadsworth Longfellow

Başarı merdiveni dinlenme yeri değildir, o merdivende basamaklar tırmanan birinin bir ayağını öteki ayağından daha yükseğe çıkarmasına imkân vermek için konulmuştur.

Thomas H. Huxley

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here