Sonbahar

0
483

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sonbahar bu günlerde iyiden iyiye kendini hissettirmeğe başladı Gazipaşa’da. Bayram sonrası nereye baksanız sessiz bir hüzün, akşama doğru sonbahara özgü dilleri lal eden güzellikte gün batımı manzaraları… Yazdan kalma  günleri  yaşamak isteyen yurtdışı misafirlerimi ağırlamakta olduğum ve bu arada bir sürü yerli yersiz sorunla aptalca uğraştığım için yürüyüş yapamıyorum ve  bu müthiş manzaraları kaçırıyorum. Yakaladığımda da öyle bir nakşediyorum ki kafama… Aaaa  aklıma şimdi geldi “öyle bir nakşediyorum ki kafama” cümlesindeki  “ki”  bağlacı  bu günlerde yerli yersiz nasıl kullanılıyor fark ettiniz mi?

Ben deniz çoktan fark ettim ve baya şaşırdım, önce bir kişiydi sonra baktım domino etkisi yapmış şimdilerde konuştuğum herkes “ki” bağlaç edatını  cümlenin sonuna yerleştiriveriyor fiyonk gibi. Ve yetmiyor sündüre sündüre telaffuz ediyorlar “kiiii” gibi.

Ne yapmaya çalışıyor bu insanlar anlamıyorum. Hoş kaçmıyor, hoş olsa da yanlış oluyor. Yani bağlaçlar adları üstünde bağlayıcı edatlardır. Örneğin  “sanmak” sözcüğü “san ve mak” fiil köklerinden türemişlerdir. Ki de bağlaç vazifesini görerek “sanmak” sözcüğü ortaya çıkmıştır.

Bunlara  birleştirici bağlaç denir. Ayrıca bağlaçlar yalın olarak kullanılır. Örneğin  “eve geldim bir baktım ki evi su basmış” gibi. Burada kullanılan “ki” bağlacı yalındır ve ondan önceki ve sonraki sözcükleri bağlamak için kullanılmıştır. Ancak işte bazı arkadaşlar bu bağlaç edatı olan “ki”yi hem bağlaç hem de fiyonk yapmışlar cümlelerinin  sonuna. Ne demeli bilmiyorum “bu da bir süreç ve geçecek” diyorum ama yinede yakınımda olanları uyarmadan yapamıyorum.

Ve sonbahar bütün haşmeti ile hüküm sürmeğe başladı. Hatta sırtımızda ürpermeler dolanmağa başladı bile. Buna rağmen biz misafirlerimizle denize giriyoruz. Dün hava güneşte sıcak, gölgede serindi ve hafiften üşüten rüzgar esiyordu. Deniz dalgalı ve kabarıktı buna rağmen kimsesizleşen denize girdik. Çok yüzmedik dalgalarla oynaştık ve bol, bol güneşlendik ama denize gelene dek baya bir çetrefili yollardan geçmek zorunda kaldık.

Ve sevgili okuyucularım bayram sonrası, Cuma olmasına rağmen Pazartesi sendromu yaşıyoruz bu sabah ev halkı olarak. Misafirlerimizde buna dahil tabi. Doğrusu kendimizi  toparlamakta zorlanıyoruz. Soğuk havada denize girmek sonrada bir yeşillik cenneti olan, portakal, limon, nar ağaçlarının olduğu uçsuz bucaksız bahçelerin ve mor, yeşil dağların bulunduğu yer Hacı Ahmetli köyünde bir dam üzerinde manzaraya kuş bakışı  bakarak güneşe karşı çay içmek anlatılmaz bir güzellik ve ayrıcalık. Ama tabi tedbiri elden bırakamazsanız…

Ve biz sarhoş olduk manzaradan iki demlik çay eşliğinde ve zehirlendik temiz havadan. Ve dönüş yolunda yelkenleri suya indirmiştik bile sıcak duşlara rağmen çokta rahat olmayan bir uykudan sonra kırık dökük uyanmak ve sonbaharı kemiklerimizde algılamak gerçekten kaçınılmaz bir şeydi bütün bunların ardından. Ancak biz bu bedeli ödemeğe dünden razıydık.

Ve soruyorlar “daha uzun sürecek mi yazın?” Çünkü çivi çiviyi söker diyerek yine çetrefilli yollardan bir yerlere gitmeyi kuruyorlar kafalarında. Yazın son fasıllarından bir şeyler toparlayabilmek için. Oysa yaz bitti sonbahardan toplayın diyorum günü, güneşi, yağmuru, yeşili, beyazı biriktirin.

sonbahar ile ilgili görsel sonucu

Ve sevgili okuyucularım, boynumuz kıldan ince ya her dem. Kalkıyoruz nerdeyse üç saatten beri oturduğumuz koltuktan bilgisayarımızı kapatarak. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım diyorum bütün ayrı gayrlığa inat… Yase

& & & & &

İnsan Hayatı Değerlidir

Jack yavaşlamadan önce Takometreye baktı: Hız limitinin 50 olduğu yerde 73 ile gidiyordu ve son dört ay içerisinde dördüncü defa polis tarafından durduruluyordu. Bir insan nasıl bu kadar şanssız olabilirdi? Jack arabasını sağa çekti. “İnşallah su anda yanımızdan daha hızlı bir araba geçer” diye düşünüyordu. Polis elinde kalın bir not defteri ile arabadan indi. Bob? Bu Polis Kiliseden Bob değil mi? Jack iyice arabasının koltuğuna sindi. Bu durum bir cezadan daha kötüydü. Kiliseden tanıdığı bir Polis, arkadaş olduğuna bakmaksızın birini durduruyordu. Hem de hızlı gidip, trafik kurallarını ihlal ettiği için.

“Merhaba Bob. Birbirimizi yeniden böyle görmemiz çok ilginç” “Merhaba Jack” Bob gülümsemiyordu. “Beni, karımı ve çocuklarımı görmek için eve giderken yakaladın” “Evet öyle” Bob umursamaz görünüyordu. “Son günler eve hep çok geç geldim. Çocuklarım beni uzun suredir hiç görmedi. Ayrıca Diana bana bu akşam Patates ve biftek yiyeceğimizi söyledi. Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?” “Evet ne demek istediğini anlıyorum. Ayrıca trafik kurallarını ihlal ettiğini de biliyorum” diye cevapladı Bob. “Eyvah! Bu taktik fazla işe yaramayacak gibi. Taktik değiştirmek gerekli” diye duşundu Jack “Beni kaç ile giderken yakaladın?” “Yetmiş. Lütfen arabana girer misin?” dedi Bob. “Ah Bob, bekle bir dakika lütfen. Seni gördüğüm anda Takometreye baktım. Sadece 65 ile gidiyordum.” “Lütfen Jack, arabana gir” diye üsteledi Bob.

Jack canı sıkkın bir şekilde arabasına girdi, kapıyı çarparak kapattı. Bob not defterine bir şeyler yazıyordu. “Bob niye benim ehliyetimi ve araba ruhsatını istemiyor ki” diye düşündü Jack. Ne olursa olsun, bundan sonra kilisede bu adamın yanına oturmaktansa, bir kaç Pazar Jack kiliseye gitmeyecekti. Bob kapıyı tıklatıyordu. Jack arabasının penceresini 5 cm kadar açtı. Bob Jacka bir kağıt verdi ve gitti. “Ceza değil bu” diye kendi kendine söylendi Jack. Bir anda sevinmişti. Bu bir yazıydı ve kağıtta şunlar yazıyordu: “Sevgili Jack, benim bir kızım vardı. Altı yaşındayken çok hızlı araba kullanan biri tarafından öldürüldü. Bu kazadan dolayı, adam cezalandırıldı. 3 ay hapishane cezasıydı bu. Bu adam hapishaneden çıkınca kendi çocuklarına sarılıp, öpüp, onları tekrar koklayabildi. Ama ben… Ben kızımı tekrar koklayabilip, öpebilmek için, cennete gidinceye kadar beklemem gerekiyor. Bin defa adamı affetmeye çalıştım. Bin kerede başardığımı zannettim. Belki başarmışımdır, ama hala kızımı düşünüyorum. Lütfen benim için dua et ve dikkat et Jack, tek bir oğlum kaldı”

Jack 15 dakika kadar bir sure yerinden kıpırdayamadı. Daha sonra kendine gelip, yavaş yavaş evine gitti. Evine varınca, çocuklarına ve karısına sıkıca sarıldı. Hayat çok değerli, sürekli dikkat et. Dikkatli araba kullan ve başkalarının hakkına saygı göster. Hiç bir zaman unutma, istediğin kadar araba satın alabilirsin, ama insan hayatını asla…

Günün Şiiri

Anadolu Toprağı

Senelerce sana hasret taşıyan

Bir gönülle kollarına atılsam.

Ben de, bir gün, kucağında yaşayan

Bahtiyarlar arasına katılsam.

Bu bakımsız, en kuytu bir bucağın

Bence İrem Bağı gibi güzeldir.

Bir yıkılmış evin, harâb ocağın,

Şu heybetli saraylara bedeldir.

Kadîr Mevlam, eğer senden uzakta

Bana takdir eylemişse ölümü;

Rahat etmem bu yabancı toprakta,

Cennette de avutamam gönlümü.

Anladım ki: Sevda, gençlik,şeref, şan…

Asılsızmış şu yalancı dünyada.

Hasretinle yâd ellerde dolaşan

Hızr’ı bulsa yine ermez murâda.

Yalnız senin tatlı esen havanda

Kendi milli gururumu sezerim.

Yalnız senin dağında, ya ovanda

Başım gökte, alnım açık gezerim.

Hürüm derim, eskisinden daha hür,

Zincirinle bağlansa da ayağım.

Şimdikinden daha ferah görünür,

Zindanında olsa bile durağım.

Bir gün olup kucağına ulaşsam,

Gözlerimden döksem sevinç yaşını.

Sancağının gölgesinde dolaşsam,

Öpsem, öpsem toprağını taşını!

Orhan Seyfi ORHON

Vedâ

Hani, o bırakıp giderken seni

Bu öksüz tavrını takmayacaktın?

Alnına koyarken vedâ busemi,

Yüzüme bu türlü bakmayacaktın?

Hani, ey gözlerim bu son vedâda,

Yolunu kaybeden yolcunun dağda,

Birini çağırmak için imdada

Yaktığı ateşi yakmayacaktın?

Gelse de en acı sözler dilime,

Uçacak sanırım birkaç kelime…

Bir alev halinde düştün elime,

Hani, ey gözyaşım akmayacaktın?

Orhan Seyfi ORHON

Günün Fıkrası

Akıllı Sarışın

Casino’da 2 görevli sıkıntıdan patlamış bi şekilde rulet masasında dikiliyorlarmış. Derken içeri fıstık bir sarışın girmiş, masaya 10.000 dolar koymuş veee; “Baylar, umarım sizin için sorun olmaz ama ben çıplakken kendimi daha şanslı hissediyorum” diyerek oracıkta çırılçıplak soyunmuş… Sonra elindeki zara bir öpücük kondurmuş ve; “Haydi tatlım bana yeni kıyafetler lazım” diye zarı fırlatmış.

“Evet evet kazandım” diye sevinç çığlıkları atarak 2 adama sarılıp öpmüş, kıyafetlerini toplamış, masadaki bütün paraları almış ve koşa koşa gitmiş… İki adam bakakalmış. Biri; “Vvaavv ne kadındı be peki kaç atmıştı?”

Öteki cevap vermiş; “Bilmemm”

Günün Sözü

Erkeğin de, kadının da terbiyesi birbirleriyle tartıştıkları zaman belli olur.

Bernard SHAW

Hayatımızda en yüce, en güçlü, en faydalı dayanağımız ana baba evinden kalan hatıralarımızdır.

DOSTOYEVSKİ

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here