Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bütün güncel gazeteleri okudum dünküleri de, okumadığım zamanlardakileri de, haber programlarını izledim. Düşündüm ve baktım ki kendime ait, hiç kimseyle uyuşmayan düşüncelerim var, sözlerimde, yazılarımda ama hiç birini söylemeye de, göndermeye de, ne inancım, ne de arzum var bu sabah! Neden mi? “Bilmem, bazen susmak, en büyük yanıttır” diye düşündüğümden zahar?
Ancak içim içimi yiyor, kişisel hak ve özgürlüklerim kısıtlanıyor gibi algılıyorum, zincirleri kırmak ve haykırmak istiyorum “inceldiği yerden kopsun ne olacaksa olsun” diye. Bu salakça bir şey olur biliyorum. Ve bir Aborjin duası diliyorum herkese ve kendime…
& & & & &
DİLERİM
Seni ayakta tutmaya yetecek kadar, güzelliklerle dolu bir yasam sürmeni dilerim.
Aydınlık bir bakış açışına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum.
Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmana yetecek kadar mutluluk diliyorum.
Yasamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum.
Sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum.
Son elveda’yı atlatmana yetecek kadar ‘Merhaba’ diliyorum.
“Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum…” Bu söze takıldım. Bu söz nerdeyse benim her an başvurduğum bir söz. Evde, sokakta, sağlıkta başıma gelen her şey, çok canımı yakmadıkça beni sevindirir. Çünkü sevinmem gerektiğini düşündüğüm çok şeye sahip olduğumu anımsatır. Ancak bazı zamanlar, şimdi gibi yani. Bu söz, size bir şey ifade etmez, kendinize acımak ve etrafa kızmak en büyük lüksünüzdür. Bunu doya, doya yaşamak istersiniz. Ve saçma sapan şeyleri kafaya takarsınız “Dünya neden dönüyor hala” türünden. Ve bu saçma sapan durumum geçen gün okuduğum bir Nasrettin hoca fıkrasını getirdi aklıma.
& & & & &
Bizim Evimiz Pek Dar…
Adamın biri gitmiş Hoca’ya “Yahu hocam bizim ev pek dar, sığamıyoruz bir türlü, ama büyük eve de paramız yetmiyor, ne yapayım?” diye sormuş.
Hoca bu abuk soru karşısında ne desin, kafasını karıştırmış biraz, düşünür gibi yapmış sonra da “Senin tavukların vardı değil mi?” diye sormuş.
Adam “Var” deyince “İyi o zaman, şimdi onları da eve al” demiş. Aradan biraz zaman geçmiş, adam yine gelmiş hocanın karşısına “Hocam ev iyice daraldı, şimdi ne yapayım?” diye sormuş. Hoca da “Senin kazların da vardı, onları da eve al” diye akıl vermiş.
Bir süre sonra adam yine Hoca’nın kapısında. “Olmuyor be hocam, eve hiç sığamıyoruz şimdi” deyince “Merak etme, iki koyunun vardı diye biliyorum, onları da eve sok” demiş. Adam hoca ne derse yapıyor. Aradan biraz daha zaman geçmiş. Adam çıkmış Hoca’nın karşısına yine “Sorun bitmiyor Hocam, bana başka akıl” demiş. Hoca da “Sen inekle öküzünü de eve bir sok bakalım” demiş adama.
Üç gün sonra adam yana yakıla Hoca’nın kapısına dayanmış. “Aman Hocam, ne desen olmuyor. Artık evin içinde yürüyemez, yatağımıza yatamaz olduk. Ne oldu senin akıllarına” diye serzenişte bulununca Hoca “Tamam, tamam” diye itelemiş adamı.
“Şimdi bu geceyi de geçir, yarın sabah erkenden tavukları da, kazları da, koyunları da inekle öküzü de çıkar evden.”
Adam ertesi gün elinde bir tepsi baklava ile gelmiş Hoca’nın karşısına, “Ey Hocam” diye başlamış; “Sen büyük adamsın, sen ne büyük alimsin, sen büyük bilgesin. Meğer benim evim ne kadar ferahmış da haberim yok. Allah seni başımızdan eksik etmesin.”
& & & & &
Hangimiz başımızın ağrısından sonraki zamanda mutlu olmayız? Ya da büyük sancı ve ağrıdan sonra dünyaya gelen bebek hangi anneyi mutluluktan ağlatmaz? Ve “dünya neden dönüyor, evim neden bu kadar sıkıyor içimi, neden şimdi, şimdi ölmüyorum?” türünden saçmanın da saçması düşüncelere bu fıkra ilaç gibi gelmez?
Ve sevgili okuyucularım eğer bir bilseniz bu sabah neler gördüğümü ve yaşadığımı, aslında hiçbir fıkranın beni eğlendiremeyeceğini de tahmin edebilirsiniz kolaylıkla. Ancak yinede söylüyorum. Biz insanız ve her şey insanlar içindir. Ve insan düşünüyorsa vardır.
Ve şimdilik hoşça kalın sevgili okuyucularım sağlık ve sevgi ile. Ve son elvedayı atlatmanıza yetecek kadar ‘Merhaba’ diliyorum. Yase
Günün Şiiri
Aşka Sabah Serenadı
Seni, yatağında yakalamalıyım bir sabah erkenden
Yüzün saçlarınla saklı olmalı
Duymazsan adımlarımın sesini
Nefesim uyandırsın seni
Ya da
Omuzbaşına indirdiğim bir öpücükle uyandığında
Usulca açtığın gözlerin şaşırmalı gözlerimde
Ve o kısık
Özlem kokan sesinle
Hoş geldin demelisin
Ellerin beş kez uzansın boynumu avuçlamaya
Her defasında, beklemek yılgınlığıyla
Küskün çekilsin geriye
Dudakların da, gelen her güzel sözcüğü tutsak etsin isterse
Yeter ki bak gözlerime
Bak güneş gibi
Bakarsan sana denizimden kucaklayıp getirdiğim mavilerden veririm
Bakarsan avuçlarında yıldız kuşu olur, yanı başında sevinçli insanlar
Sonra martı gülüşleri
Bir de her sabah yeniden yaratılan
Bir yaşamın penceresi
Ardından haydi derim, ürkekliğine aldırmadan
Haydi gidelim seninle düşlerime
Boş bir film şeridinden düşeriz, belki
Bir tek ikimizin bildiği baharına
Sen, nazlı bir bebeksin ya
Alıp kucağıma anadenize götürürdüm avutmak için
Ama tam mavilerden geçerken
Yani denizden yani gökyüzünden gözlerinden yani
Yeniden yaratırken yaşamı işte
Sakın susma, ansızın gülümse olur mu?
Alnından bulutlar kalkıp gitsin böylece
Seni, yatağında yakalamalıyım bir sabah erkenden
Yüzün saçlarınla saklı olmalı.
Sen açık unutmuşsun da kapını
Duymamışsın gelişimi
Girip, saçlarında saklı yüzünü bin kez daha çizmeliyim beynime
Alnıma koymalıyım kirpiklerinin öldüren yanını
Ama sen uyandığında her şeyden habersiz
Dudaklarında bir bahar bulmalısın, kulaklarında martı sesleri
Ve avuçlarında,
Yeniden yaratılmış bir yaşamın penceresini
Zübeyir KINDIRA
Dokun Bana
Donmuş tüm arzuların kan-revan
İçin dışın sürgün sevgilerden
Bakamazsın, dokunamazsın kimselere
Sus ve arın benimle
Bile nefretini, savur kinini göğsüme
ne denizi düşün şimdi
ne bir ağaç, ne vefa
Küçüksün nankörsün işte
sus ve arın benimle
Özgürlüğün acım olsun
Sevincin boğsun beni
Zübeyir KINDIRA