Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bendenizi sorsanız aksi ve huzursuzum azıcıkta depresyonda gibi. Neden mi, arka arkaya gelen şehit haberleri vıcık-vıcık yalakalık, boş konuşmalar, nerdeyse elle tutulacak kadar yoğunlaşan ayrım gayrımdan fenalık bastı ruhuma bu sabah ya da bu haftanın başından beri öyleydi de bugün son noktasındayım zahir?
Ve şiirden tabi ondanda içime fenalık bastı. Keşke kimse şiir yazmasa diye düşünüyorum. Ya da yazsın ama kendine saklasın. Valla gına geldi üzerime yani kendimi, ihanet etmiş gibi hissediyorum Nazım Hikmet’e, Cemal Süreyya’ya, Bedri Rahmi Eyüpoğlu’na, Ahmet Haşim’e… Yani bütün iyi niyetimi takınarak artık yeni isimlere yer vermek istedim hayatımda. Ve bu yüzden her yeni şiir kitabını alıp inceliyorum, bir tanesini okuyup diğerlerini bırakıyorum. Olur ya üçüncü şiir çok güzeldir yüreğime işler diye hepsine bakmaya çalışıyorum. Ve sonunda kendimden nefret ettim neden zamanımı harcadım uykusuz kaldım diye.
Yani hemen herkes şiir yazar hayatının bir zamanında buna saygım sonsuz, bendenizde yazdım, duygu patlaması yaşadığım zamanlarda ama duygularım bendenizi ilgilendiriyordu ve bende saklı kaldı hepsi. Ve şiir eğer duyguysa yürekten yüreğe akan, kurak çöllere yağmuru yağdıransa, etrafı cennet bahçesine çevirebilen ve cennetti oturduğun yerden algılatabilen ise o zaman şiirdir bendeniz için yoksa herkesin duyguları özeldir ve kendine mahsustur. Şiir yazmakla şair olmak bir değildir. Öyle yazdım oldu ile bitmiyor şairlik? “Şair bana yağmuru anlatma, yağdır!” demiş Victor Hugo çokta doğru söylemiş. Evet, şair yağmuru yağdırabilmeli. Yoksa kendine saklasın yazdıklarını.
Bu ne celal bu ne şiddet okumazsın olur biter mi diyorsunuz? Hayır, olup bitmez. Çocuklarımızı düşünüyorum, gençlerimizi düşünüyorum. Bizim önümüzdeki örnekler o kadar güzeldi ki, biz bu yüzden şiir yazmadık! Ancak şimdi şiir o kadar şiir olmaktan çıktı ki, çocuklarımız onlara bakarak şiir yazmaya başladı ve kalite ve şiirsellik denilen o mucize kaçtı gitti.
Tabi ki bütün yeni çıkanlar öyle değil, tabi ki yağmur yağdırmasa, gök gürleten de var ancak onlar bir elin parmakları kadar neredeyse!
Neyse şimdi size bir çırpıda okuduğum ve çok sevdiğim bir masal kitabından söz edeceğim; ‘KARABIYIK DEDE’. Yazar Mustafa Söylemez. Dörtyollu bir öğretmen, emekli olduktan sonra çocukluğunda başlayan edebiyat aşkına daha çok yoğunluk vermiş ve bir birinden değişik şiir ve öykülere imza atmış. Onu tanıma olanağım oldu. Ancak onu tanımadan Karabıyık Dede kitabını okumuştum. Ve çok değişik çok hoş, çok düşündürücü bulmuştum. Yazım şekli önce çok kalabalık gelmesine rağmen kolay okunan, geçmişi, günümüzü, geleceği ve düşleri harmanlayarak oluşturulan bazıları gerçek üstü zaten masal olmasının nedenlerinden biri de bu. Bazıları gerçeğin ta kendisi, bazıları geçmişle harmanlanmış. Kişiler tarihten fırlamış, hayvanlar dile gelmiş, gerçekten çok değişik bir kitap kendi hesabıma çok beğendim.
Ve öneriyorum lütfen alıp okuyun. Sizde beğeneceksiniz, özellikle gençlere sesleniyorum, Akdeniz’den Hatay ve Çukurova’nın tarihi geçmişini, inanç ve adetlerini, tarihte iz bırakmış Veysel Karan’dan Cleopatra’ya Çariçe Katerina, Gico teyze, Şahmeran ile iç içe geçmiş öyküleri sizlerde çok beğeneceksiniz. En azından yaşadığımız coğrafyada kimler vardı mizahi bir dille olsa önünüze geliyor, etten kemikten capcanlı, unutmayın bu şekilde öğrenilen bilgiler kalıcı olur. Ve Mustafa Söylemez onu gördüğümde “öykülerine bu kadar benzeyen bir olamaz” dedim içimden.
Ve sevgili okuyucularım araştırmacı, yazar ve emekli öğretmen olan Mustafa Söylemez’in şiir kitapları da var. En son çıkan kitabı “Leke” adını taşıyor. “Leke” çok ilgimi çekti hemen okudum. Paylaşıyorum
Leke
Silinmiş adım soyadım
Koca bir lekeyim ufuktan geniş
Yanıtsız yanıtım utançtan büyük
0nüç yasında bir kız çocuğuyum
Koruyamadım dedelerden beni.
Korudu başyargıcılar dedeleri
Lekemi taşıyamadı dağlar.
Adımı sildi dağlar, utandım
İki ürkek harf kaldım
Sildi beni baş yargıçlar, utanarak
Yoğum ben sıranın başında bir leke
Tüm gökyüzünde siyah bir bulut
Silinmiş geleceğim
Yirmi altı onurlu bağışlanmış dedemle.
Adları yaldızlı şimdi günahları yok lekem çakıldı sırtıma kör keserle
Öldü hukuk vicdanında onurun
Tek kurtuluş kaldı yol üzerine
Ya bir ölüm bulacağım
Ya yol bulacağım bin ölüme.
Mustafa Söylemez
Ve sevgili okuyucularım, şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım, hep birlikte, ayrımsız, gayrımsız. Yurtta sulh cihanda sulh diyerek… Yase
Günün Şiiri
Arkadaş Dökümü
Evvela dişlerimiz döküldü
Sonra saçlarımız
Arkasından birer birer arkadaşlarımız
Şu canım dünyanın orta yerinde
Yalnız başına yapayalnız
Kırılmış kolumuz, kanadımız
Tatlı canımızdan usanmışız
Bir şüphedir sarmış yüreğimizi
Ya kendini aldatıyor demişiz ya bizi
Bir şüphedir demir atmış ciğerimize
Pamuk ipliği ile bağlamışlar bizi
Düğüm üstüne düğüm şöyle dursun
Bir çalım bir kurum hepimizde
Nereden inceyse oradan kopsun
Bu canım dünyanın orta yerinde
Hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize
Yalan mı? Gözünü sevdiğim karıncalar
İşte: Hamsiler sürü sürü
Arılar bölük bölük geçer
Leylekler tabur tabur
Ya bizler? Eşref-i mahlukat! ..
Boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza gömülmüşüz
Bizler bölük bölük, bizler tabur tabur
Bizler sürü sepet
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Yalnız birbirimizi öldürmüşüz
Bir piston
Kalmamı ister dilediği yerde
Tekler çoğulluğumu
Bir dinozor zor yer beni:
Yadi can beygir gücü.
Karıncaydı devenin
Tepip oyluğun ezen,
Bir bücür yere çaldı
Dev gibi pehlevanı – –
Unuturlar anı.
Bir sürek avında
Ölüsünü görmeye gelirler,
Abdal Musa demişler
Bağrına saplı oku
Çıkardı verdi geri.
Bu söz ibret sözüdür
Arifler ocağında
Yanar özge bir ateş
O ateşin dilleri,
Hele bir gel beri.
Behçet Necatigil
Günün Sözü
Kişi kim olduğunu bilmek isterse, kimleri sevdiğine baksın…
Mevlana
Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
Mevlana
Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
Mevlana