Sessizliğe Övgü

0
85

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Balkonda oturmuş  yazıyorum.  Etraf sessiz, hava sıcak… Tembel bir rüzgar dolanıyor ağaçların sık yaprakları arasında. Palmiyeler, muz ağaçları halsiz, halsiz deviniyor  bir o yana bir bu yana. Önümde deniz, seralar ve bomboş tarlalar, öylece uzanıyor güneşin altında. Yoldan ne bir araba geçiyor, ne bir bisiklet. Ne bir su motoru çalışıyor, ne de bir kuş ötüyor. Bazen yakalayabildiğim bu sessizliğe bayılıyorum. Ve elimden kaçırmak istemiyorum  içinde bulunduğum anı. “Mümkün olsa da bir şişeye hapsetsem” diyorum. Orada dursa hiç bozulmadan… İstediğim an şişenin kapağını açıp, tekrar onu bulsam karşımda. Daha bunu düşünürken, bir yerde bir horoz ötüyor. Yandaki balkonun jaluzileri gürültüyle kapanıyor, bir motor geçiyor yoldan kandidi  çıkmış, homur, homur. Bir kuş geliyor, sarıkuyruklu siyah gagalı. Tam da balkonun önünde uzanan ağacın bize en yakın dalına konuyor “bende buradayım” diye açıyor ağzını. Ruhuma giriyor cıvıltısı bir anda “Ah bir yakalasam seni o siyah uzun gagandan öpeceğim çapkın” diyorum bir yerde bir televizyon açılıyor, yabancı bir kanalda yemek programı izliyor bazıları. Birisi “işte bizimkiler böyle yemek yapmaz” diyor.

Bir diğeri yanıt veriyor. “Hadi canım” diye… Havuza giden yolda bir adam yukarı bakıp sesleniyor. “Hadi havuza gidiyor musunuz?” Ve sessizlik. Bir anda sese karışıp  yok oluyor. Ancak  yinede  bu yıl genel bir sessizlik var etrafta. Ve sitemizde.

Şimdi yoğun bir tartışma var yabancı kanaldaki yemek programı üzerine. Yazımı sonlandırmak istiyorum  nedense? Aniden dinginliğimi bozan bu gürültücü tartışma  yazma isteğimi yok etti. Yazlıkların  en kötü taraflarından biri de bu işte…

Ve şimdi sevgili okuyucularım çocuklar da gürültü yapmaya başladı. “Ne yiyeceğiz Gül?” diye. Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalmak dileği ile hoşça kalalım  diyorum sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

UMUT

Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının neredeyse tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları bulunmaktaydı. Alt katlarında ise  yaşlı bir ressam otururdu.

Günlerden bir gün genç kızın arkadaşları zatürreeye yakalandı. Genç kız günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu…

Geriye doğru sayıyordu; ”Oniki” dedi, biraz sonra da ”on bir”; arkasından ”on”, sonra ”dokuz”; daha sonra, hemen birbiri ardına ”sekiz” ve ”yedi”. Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba?

Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş, yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı. Dönüp arkadaşına ”Neyin var?” diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde ”altı” dedi. ”Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce nerdeyse yüz tane vardı. Saymaktan başım ağrıyordu. Ama şimdi kolaylaştı. İşte biri daha gitti. Topu, topu beş tane kaldı şimdi.” ”Beş tane ne?” diye sordu arkadaşı. ”Yapraklar, asmanın yaprakları. Sonuncusu da düşünce, bende  mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu.”

Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü. Fakat o; ”İşte bir tane daha gidiyor. Hayır, çorba falan istemiyorum. Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü görmek istiyorum.. Ondan sonra bende gideceğim.” diyerek cevap verdi.

Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt kattaki yaşlı ressama ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı ressama. Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız hemen arkadaşına perdeyi açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetli esen rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hala yerinde duruyordu.

Sapına yakın tarafları hala koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak, yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asılmış duruyordu.

”Bu sonuncusu” dedi hasta kız. ”Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüştüm. Rüzgarı duydum. Bu gün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim.” Ağır, ağır geçen gün sona erdiğinde onlar, alacakaranlıkta bile, asma yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu görebiliyordu. Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır aydınlanmaz, genç kıza hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı hala yerindeydi.

Genç kız, yattığı yerden uzun, uzun yaprağı seyretti. Sonra arkadaşına seslendi; ”Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada tuttu.

Ölümü istemek günahtır. Şimdi bana biraz çorba verebilirsin” dedi. Akşam üstü gelen doktor ayrılırken; şimdi bir alt kattaki hastaya bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree.

Yaşlı adam çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok ama daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor” dedi.

Ertesi gün doktor;”Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız” dedi. O gün öğleden sonra arkadaşı, iyice iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş. Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan kıvranırken bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti kimse. Sonra, hala yanık duran gemici feneri, yerinden sürüklene, sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde birbirine karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola saçılmış bir kaç fırça bulmuşlar. O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü. Rüzgâr estiği zaman bile yerinden oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şaheseriydi. Yaşlı ressam, son yaprağın  düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmıştı…

Günün Şiiri

Akdeniz Yaraşıyor Sana

Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk havladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdeniz’e

Can YÜCEL

 

Günün Fıkrası

Nasrettin Hoca tarlada uğraşırken birden alacaklısı gelmiş. “Nasrettin Hoca, paramı ne zaman ödeyeceksin” demiş. Nasrettin Hoca’da; “Şu gördüğün bölgeden devamlı koyunlar geçer. Oraya bir tel örgü takıcam, takılan koyunyünlerini de satıp sana borcumu ödeyeceğim” demiş. Adam da haklı olarak gülmüş. Nasrettin Hoca buna karşılık adama “Ne oldu köftehor. Peşin parayı görünce gülersin demii!” demiş.

& & & & &

Müşteri saçlarını kuvvetlendirici ilaç almak için eczaneye girdi. Eczacı bir şişe çıkarıp müşteriye uzattı. Müşteri şişeye şüpheli şüpheli baktıktan sonra “Eczacı bey; gerçekten de bu ilaç saçları kuvvetlendiriyor mu?” diye sordu.

Eczacı: “Ne demek efendim. Müşterilerden biri bundan bir şişe kullandı. Zavallı iki yıl önce Berber Hasan’a gitmişti ama hala dönemedi bir türlü. Çünkü başının bir tarafının tıraşı bitmeden öbür tarafın tıraşı geliyor!”

 

Günün Sözü

Sevilmek umuduyla sevmek insanidir. Fakat sevmek için sevmek, meleklere mahsustur.

Alphonse de LAMARTIN

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here