Paranoyak Olmak ya da Olmamak…

0
78

Günaydın sevgili okuyucularım nasılısınız bu sabah? Düşünüyorum bazı insanlar ne kadar sadist, ne kadar kapitalist ve ne kadar vahşi olabiliyorlar. Sınırları yok sanıyorum alabildiğine esnetiyorlar iğrenç yapılarını.

Adam (hâşâ eksik olsun böylesi) kadınları ıssız sokaklarda sıkıştırıp tecavüz ediyor sonra bıçaklayıp öldürüyor ve resimlerini çekip internette paylaşıyor! Tüylerim diken, diken, oluyor. Nasıl bir şey bunlar? Nasıl bir vahşet, nasıl bir sadizm, nasıl bir, bir, bir… Paranoyak olmak işten değil böyle insanların ortalıkta dolaştığını düşününce. Kimsenin alnında yazmıyor ki ben sapık bir sadistim diye. Nerden bileceksiniz ne olduğunu? Bu yüzden günün kalabalık saatlerinde ve kalabalık caddelerden dışarı çıkmamaya özen gösteriyoruz kardeşim ile her zaman. Ancak vahşet sadizm ve sapıklık en güvenilir sokaklarda bile başınıza gelebiliyor… Yaşlı kadınları arkadan vurup öldürmek nasıl bir ahlakın sonucu olabilir ki? Tedirginlikten sinmişken yinede düşünmenden yapamıyorum. Bunca sapıklığı, sadizmi ve vahşeti yapan vahşiler acaba bir yerde intikam mı alıyor toplumdan? Ezici koyu bir yoksullukla yaşadıkları ve aile denen sıcaklıktan nasiplerini alamadıkları için?

Hepimiz biliriz ki bu nedenler bazı insanlarda çok önemli duygusal sapmaların nedeni olabiliyor. Tabi bunlar hafifletici neden olamaz diyorum ama yinede paylaşımdan ve sosyal adaletten sapan bizler bu yapılanlardan bir ders alabiliriz diye düşünüyorum. Bir lokma bir hırka demiyorum onun sahipleri var yapıyorlar ama en azından iki lokma yerken ikide lokma dağıtmayı alışkanlık haline getirebilsek hızla büyümekte olan ülkemizde en azından birkaç çocuğa aile olabilirdik… Yine denizkestanesine geliyor sözüm. Her birey bir denizkestanesini denize atıp hayatını kurtarabilse “Ne yapıyor bu adam” diyene dek. Belki böylece birçok denizkestanesi kurtulabilirdi… Denemeye değmez mi? Bence çoktan dememiz gerekirdi. Paylaşımın dayanılmaz hafifliğini bir yakaladık mı ondan vazgeçemeyiz eminim.

& & & & &

Ve kocaman insanlar bazen çocuklaşıyorlar garipleşiyorlar ve bence kendilerine yakışmayan şeyler yapıyorlar. Yani internette bir karikatür paylaşıp karşındakini küçük düşürmeye çalışmak ne kadar garip bir şey! Bence hiç şık değil. Sabah sabah sinirlenmedim dersem yalan olur söz konusu karikatürü nette görünce. Paylaşan sıradan bir insan olsa bende gülerdim, buna rağmen kızgınlığım hemen geçti herkes istediği gibi düşünebilir kuşkusuz dedim kendime. Önemli olan o düşünceleri boşa çıkarmak.

Ve sevgili okuyucularım hayat sırf kötülükten ve sadizmden ibaret değil biliyoruz tabi. Bazen güzel şeyler de oluyor bakmayı bilenler için. Örneğin menekşelerin çiçek açması, bir sandıkta sıkış tıkış büyümeye çalışan balkon maydanozlarının kocaman olması ve bu sabah kahvaltı için koparılacak duruma gelmiş olmaları. Kuşların pencereye üşüşmeleri ekmek kırıntısını paylaşmak için. Ve yağmurun incecik atıştırması… İnanın görmek isteyince bu güzellikler çok ama çok… Hiçbir zaman kötü güzeli unutturmasın dilerim sevgili okuyucularım ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlikle kalma dileği ile hoşça kalın diyorum. Yase

& & & & &

UMUT

Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının neredeyse tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları bulunmaktaydı. Alt katlarında ise yaşlı bir ressam otururdu.

Günlerden bir gün genç kızın arkadaşları zatürreeye yakalandı. Genç kız günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu…

Geriye doğru sayıyordu;”Oniki” dedi, biraz sonra da ”on bir”; arkasından ”on”, sonra ”dokuz”; daha sonra, hemen birbiri ardına ”sekiz” ve ”yedi”. Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba?

Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş, yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı.

Dönüp arkadaşına ”Neyin var?” diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde ”altı” dedi. ”Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce nerdeyse yüz tane vardı. Saymaktan başım ağrıyordu. Ama şimdi kolaylaştı. İşte biri daha gitti. Topu, topu beş tane kaldı şimdi.” ”Beş tane ne?” diye sordu arkadaşı. ”Yapraklar, asmanın yaprakları. Sonuncusu da düşünce, bende mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu.”

Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü. Fakat o; ”İşte bir tane daha gidiyor. Hayır, çorba falan istemiyorum. Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü görmek istiyorum.. Ondan sonra bende gideceğim.” diyerek cevap verdi.

Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt kattaki yaşlı ressama ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı ressama. Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız hemen arkadaşına perdeyi açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetli esen rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hala yerinde duruyordu.

Sapına yakın tarafları hala koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak, yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asılmış duruyordu. ”Bu sonuncusu” dedi hasta kız. ”Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüştüm. Rüzgârı duydum. Bu gün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim.” Ağır, ağır geçen gün sona erdiğinde onlar, alacakaranlıkta bile, asma yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu görebiliyordu.

son yaprak masalı ile ilgili görsel sonucu

Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır aydınlanmaz, genç kıza hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı hala yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun, uzun yaprağı seyretti. Sonra arkadaşına seslendi; ”Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada tuttu. Ölümü istemek günahtır. Şimdi bana biraz çorba verebilirsin” dedi. Akşamüstü gelen doktor ayrılırken; şimdi bir alt kattaki hastaya bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree.

Yaşlı adam çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok ama daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor” dedi. Ertesi gün Doktor; ”Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız” dedi. O gün öğleden sonra arkadaşı, iyice iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş.

Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan kıvranırken bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti kimse. Sonra, hala yanık duran gemici feneri, yerinden sürüklene-sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde birbirine karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola saçılmış bir kaç fırça bulmuşlar. O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü. Rüzgâr estiği zaman bile yerinden oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şaheseriydi. Yaşlı ressam, son yaprağın düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmıştı…

Günün Şiiri

BOZGUN

yüreğimi eriten akşamın üzgün evidir

yağmur varken ağını ördüğü.

bozgun, bu köyü kuran sözcük

bense yabancısıyım bu yerlerin.

şöyle bir oturuyorum elimde sigaram

yine de garip, mutsuz ve yalnızım

yüreğimde,

ağlayan sesi pınarların

şafakta terli bir çizgidir uzanan ovalar

üstünde cansız birer iskelet gibi

duran ağaçlar var.

arkamda sırtımı rahatça dayadığım

dağlar, gökyüzü sonsuz mavi

oysa altında ölü gibi yatan

insanlar, insanlar var.

hangi tepeye baksan bir anıt karşılar insanı

işlenmemiş bir nakış gibi

temiz, siyah güleç yüzlü çocuklar

ve göçebe çadırları

hayvan derisinden paltolarıyla

kadınlar, erkekler ve çocuklar.

yarın bir avcı çiftesini doğrultup

bir serçenin özlemle çarpan yüreğine

hadi.

bozgun ve yenilmişliğimiz tekrarlansın

utanç kalıntısı bu kule, büyümesi yarım kalmış böcek

bu marşı da siz çalın ey korkusuzluk

bilin bir şölen kadar kısadır hayat.

Ender SARIYATI

Kış Şiiri

Kapı açıldı, buharla doldu mutfak,

Soğuk, yuvarlana yuvarlana daldı içeri.

Her şey eskisi gibi oluverdi bir anda

Çocuk yıllarındaki o akşamlar gibi

Hava kupkuru ve tertemiz

Ve dışarda, beş adım ötede

Süklüm püklüm duruyor kış

Yüzü tutmuyor içeri girmeye

Kış. Ve işte her şey ilk kez başlıyor sanki.

Ağarmış uzaklıklarına doğru kasımın

Uzaklaşıyor aksöğütler

Değneksiz ve rehbersiz körler gibi….

Nehir buz tutmuş, donmuş sepetçi söğütü.

Ve konsol üstünde bir ayna gibi

Bir buz tabakasına, enlemesine

Yerleşmiş kara gök kubbesi.

Ve karşısında onun, yol kavşağında,

-yarı yarıya kara gömülmüş kavşakta-

Seyrediyor bu aynada kendini

Kayın ağacı, saçında bir yıldızla.

Ve gizlice sezmektedir ki o

Kış, harikalarla doldurmuştur her yeri;

Kır evini, uzakta görülen,

Ve kendi tepelerini…

Boris PASTERNAK-Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU

Günün Sözü

Her şey değişir ve hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Doğa her şeyi değiştirir ve her şeyin şeklini değiştirmeye zorlar.
Lukretius

Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.
James Robert Brown

Bir yargıç: iyi niyetle dinlemeli, akıllıca karşılık vermeli, sağlıklı düşünmeli, tarafsızca karar vermelidir.
Sokrates

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here