Ötekileştirme!

0
209

“Konuşanın temel olarak aldığı bir şeyden daha uzak olan yer veya şey” anlamında tanımlıyor TDK; “ötekileştirme” kavramının kökünde yer alan “öte” sözcüğünü.. “Öteki” sözcüğünün anlamını ise; “1.Bilinenden, sözü edilenden ayrı, öbür. 2.Sözü edilen veya benzer iki nesneden önem veya konum bakımından uzakta olan” şeklinde yapıyor..

İyi de, sözü edilen nesne değil de özne anlamında bizatihi insansa? İnsanın bir başka insana kıyasla “özü” bakımından öteki olması söz konusu edilebilir mi? Bu sorunun yanıtı

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin birinci maddesinde; “Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar. Akıl ve vicdan sahibidirler; birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar” cümleleriyle yer alıyor.. İnsanlığın “kardeşlik hukuku” içinde yaşayabilmesine yönelik bu yargıdan, “insani değerler tümlüğü açısından hiç bir insanın özü, önem ve konum bakımından diğer bir insana kıyasla öteki değildir ve olamaz” sonucu çıkıyor..

Peki ya biçimsel bakımdan? Gerçekte her insan, ortak insani özün farklı biçimlerdeki tezahürü olarak doğmasına rağmen, ötekileştirme; insanlık tarihinde biçimsel farklılıklardan yana atfedilen önem ve konum üzerinden yanlı tutum ve davranışlarla tezahür ediyor.. Sonuçta bu yanlı tutum ve davranışlarla biçimsel bakımdan farklı olduklarımızı ötekileştirdiğimiz gerçeği açığa çıkıyor..

Hemen söylemeliyim ki ben, sonuçta yanlış olan bu gerçeğin sanki doğruymuş gibi halen devam etmesinin nedeninin; tarihsel süreçte bilinçaltımıza yapılan önem ve konum atıfları veya yaftalamaları olduğunu düşünüyorum.. Ve fakat “Freud” türü bir takım öznel yargılar sıralayıp sanki insani özümüzde var olan kökleşmiş bir şeymiş yanılsamasıyla psikoanalistlik yapacak da değilim! Kaldı ki, bu tür yorumların önyargı içeren düşünsel fanteziler ötesinde bir anlamının olduğunu da sanmıyorum.. Çünkü ben, ötekileştirme veya ötekileştirilmenin; bizatihi özne olan insan ve toplumların sömürü amaçlı nesneleştirilme sürecinde, bulunduğu statükonun kibrinden gelen kendini beğenmişlikle yaftalamacı egemenler tarafından bilinçaltımıza yerleştirildiğini düşünüyorum.. Bu olgunun, tarihsel süreçte; efendinin özne kölenin nesne, sermayenin özne emeğin nesne biçimselliğinde tezahür ettiğini ve bu anlamda ötekileştirmenin günümüzde bireylerin sömürülmesi bağlamında kapitalist, toplumların yağmalanması bağlamında emperyalist egemenler tarafından sürdürüldüğünü de düşünceme ekliyorum..

Gayri insani olmasına rağmen sömürme amaçlı ötekileştirmenin meşru zemininin, “1.Bir şey ne ise odur. 2.Bir şey hem kendisi hem de aynı anda başka bir şey olamaz. 3. Bir şey ya kendisidir ya başka bir şeydir. Üçüncü bir hal düşünülemez!” bağlamlı iki bin küsur yıllık “değişimin mutlak olduğunu yok sayan” Aristo’nun yaftalamacı biçimsel mantığından kaynaklandığını söyleyebilirim.. Oysa “üçüncü bir halin” düşünülebilir olduğunu kanıtlayan diyalektik akıl yürütmesine göre; doğada her şey her an içinde değişmekte hem o, hem başka şey olmakta ve nicel değişim süreci sonunda, nitel  başka bir şey olarak açığa çıkmakta.. “Tez, anti tez, sentez” bağlamlı diyalektik mantıkla düşündüğümüzde öteki olmanın değil, ötekileştirmenin yanlış olduğunu, insani emeği özne kabul eden düşüncelerden yaptığımız sentezle çıkarsayabiliriz diye düşünüyorum..

Demokratlığı; “Ya o, ya bu” dayatmalarından uzak, düşüncelerimizin karşıtı düşüncelere sahip kişilerle, yani ötekilerle birlikte, ötekileri ötelemeden barış içinde bir arada yaşayabilmek  sanatı olarak tanımladığımızda; bireysel veya toplumsal yaşamımızda ötekilerle etkileştiğimiz bir sentezleme süreci anlamında diyalektiğin de daha kolay anlaşılacağını umuyorum.. Mesela, elinde yalnızca tezi olan, karşı teze tahammülü de bulunmayan dolayısıyla sentezsiz düşünenlerin; “1.Ya bizdensin ya onlardan! Onlardansan ötekisin! 2.Bir şeyi ya öveceksin ya yereceksin! Bizi yeriyorsan ötekilerdensin!” yargılarına karşı;  “ya övülecek bir şeyde yerilecek veya yerilecek bir şeyde övülecek bir durum varsa?” sorusuna verdikleri “üçüncü bir hal mantık dışıdır! Bu nedenle hiç düşünmeden yaftalayıp ötekileştireceksin!”  yanıtında  bu yanlış mantığın görülebilir olduğunu düşünüyorum..

Son tahlilde ben, her türden farklılığı ötekileştirme nedeni varsayan biçimsel mantığa karşı; insani yaşamın ahlâki ilkesi; “kendimiz için istemediğimizi başkası için de istememek” yargısını, diyalektik aklın özü olarak kabul ediyorum..

Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here