O Eski Duvar Saati

0
113

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Çok düşünceliyim bu sabah ve dilimde, Yannis Ritsos’un “O Eski Duvar Saati” şiirinden dizeler; Şu, iki sarı kemik, tahtanın içinde. / Ve küçük elmaslı tarağı ölü kadının, masanın üzerinde…

Çok tuhaf! Nasıl bir şey bu dizelerle uyanmak? Şiir yazanın değil, alanın demişler. İnanırım, benden çıkanın artık benim olmadığına inandığım gibi. Kaç gündür kırgın, dargın, şaşkın gecemi, gündüzümü, doğrumu, yanlışımı, bilmediğim karmaşa içindeyim. Suçlandım, suçsuzdum aslında. Verdim, geri almadım, benim değil diyerek artık… Hak verilir mi alınır mıydı şaşırdım. Biz küçükken “Allah hakkı  alır” derdik  birbirimize karışınca  haklarımız. Çünkü bilemezdik gerçeği ve onu bilecek gücümüz yoktu zahir ki Allah’a havale ederdik hakkımızı alsın diye…

Ve düşünüyorum ki aslında ne olursa olsun hak yerini bulur. İyimser bir görüş bu belki, aynı zamanda hayalde olabilir bazıları için, olsun öyle de olsa güzel değil mi? Dönelim bu sabaha. Neden bu dizeler belleğimde bu sabah? “Küçük elmaslı tarağı ölü kadının masanın üzerinde…” Neden beynimi oyuyor? Gencecik komşumuzun “pat” diyerek kimseye sormadan ölüvermesi mi aslında  neden! Küçük elmaslı tarağı yoktu zahir, hiç sözünü etmemişti. Ama büyük ihtimalle komedinin üzerine bıraktığı eski olmayan saati durmuştu. Ve iki küçük elmastan yavrusu vardı geriye kalan.

Ölüm gerçeği, bizi, bize olmaz sandığımız şeylerle karşı karşıya getiren. Belki düşünce dağınıklığı ondan bu sabah ve affetmekte geç kalmamakta bunun için önemli… Düşünüyorum da ansızın ölüm geleydi bendenize bu sabah komşumuzdan önce. Nasıl karşılardım onu? Kırık dökük yüreğim, nasıl onunla giderdim bu durum da? Kıran, inciten ne yapardı sonra ardımdan? Ama kimse kendinin ayrımında değil ki? Kırdığının bilincinde değil ki? Herkes haklı ve herkes her şeyi biliyor ya. Bu yüzden çok düşünmezdim, takılırdım koluna sadık bir dost gibi ölümün ve hiç ardıma bakmadan giderdim onunla…

Ve biz ölümlüler, ölümsüzlük elimizde bunu biliyorken hoş bir sedaysa varlığımız aslında. Kırıldığımız için kırdığımızın bilincindeyse yüreğimiz, buna rağmen kendine geçmiyorsa sözümüz. Ah… Bizi bu duruma düşüren benliğimiz ne kadar da hain ne kadarda zalimmiş kendine.

Nur içinde yat sevgili komşum adını bile bilmediğim. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım… Yase

Şubat Güneşi

Gerçek Yüzünü Göster

“Nasıl beğendin mi?”

Zeynep bağdaş kurmuş yüzü avuçlarının arasında öylece uyuya kalmıştı. Ahmet kıza yavaşça dokundu. İçinden “hadi gerçek yüzünü göster bana masaldaki gibi” dedi. Zeynep kıpırdandı “lütfen burada kalayım” dedi. “Tamam, burada kal ama hadi çözül de koltuğa uzan bari” dedi. “Yoksa seni olduğun gibi kaldırmak zorunda kalacağım.” Kız sanki yatağında uzanmış gibi mışıl, mışıl uyumaya devam ediyordu.

Ahmet “Zeynep uyan” diye kızın omzuna yeniden dokundu hafifçe. Kız yine “burada kalayım” diye mırıldandı. “Tamam, kal ama böylede yatılmaz ki yoksa sen yogi misin? Hadi” diye tekrar omzuna dokundu Zeynep yine kıpırdamadı. Ahmet bu kez kızı olduğu gibi kucaklayıp içeri taşımak için kalktı. Ancak o zaman Zeynep uyandı. “A bitti mi masal? Ne güzel uyumuşum” dedi.

“Evet, ama masalın sonunu kaçırdın.” “Nereden biliyorsun ki kaçırdığımı?” “E uyumuşsun işte ya” “Evet, uyudum ama yinede duydum herkes gerçek yüzünü ortaya koydu değil mi sonunda? Ve hatta sen de bana göster dedin gerçek yüzünü?” içinden söyledin duydum.” “Hey yoksa sen uyumuyor muydun, aşk olsun beni kandırdın!” “Hayır, yeminle kandırmadım uyuyordum. Ama bilirsin bazen uyanıksındır bir şeyi dinlersin, okursun ama algılayamazsın, bazen de dalmış uykuda gibisindir hatta uyumuşsundur ama her söyleneni bilgisayarın hemen kopyalar. Hiç sana olmadı mı? Bana hep olur. Okul da çokta uslu akıllı bir kız değildim. Aklım fikrim hep benden uzaklarda dolaşırdı. Hocalarım hiç dersle falan ilgim yok sanırlardı. Hoş annem bile öyle sanırdı. Ama benim bilgisayarımın hafızası çok güçlüymüş ki hoca tuzak soru sorardı sınamak için, dinlemiş miyim diye. Pat yanıtını verirdim. Ama nasıl şaşırdı anlatamam. Şimdi senin  şaşırdığın gibi… Yani hem uyanık hem de uyku halinde olabilirim bazen. Ve göster bana gerçek yüzünü  dedin ya. Benim yedek yüzüm yok ki, gerçek yüzümü  göstereyim…”

Ahmet hiç kıpırdamadan dinliyordu. Zeynep ilk olarak kendinden söz ediyordu. Üstelik su gibi akıcı ve kaygısız konuşuyordu. Ve hala bağdaş kurmuş oturuyordu. “Çözülmeyi düşünüyor musun?” “Efendim?” “Yani bacakların  ağrımıyor mu?” “Ha bağdaş kurmuşum onu mu söylüyorsun? Ben alışkınım. Çok rahat, sende bir ara dene istersen. Gerçi o bacaklarla zor olabilir ama olmaz değil istedikten sonra. E, sen neden ayakta bekliyorsun ki, otursana, yoksa gidip yatacak mısın?”

“Yatıp uyumak bu gece zor görünüyor ama sen on dakikada bir uyup uyanıyorsun maşallah” deyip şöminenin önündeki kalın halının üzerine dizlerini hafifçe kırarak oturdu, kollarını dizlerine sarıp çenesini birbirine kavuşturduğu ellerine dayadı gözlerini kapattı. Şöminedeki ışık yüzünde haleler oluşturuyordu. Düzgün hatlı erkek yüzü düşünceli ve yorgundu. “Bu sözlerde sanki bir istihza var yanılıyor muyum?” diye Zeynep hınzırca sordu.

“Yanılıyorsun tabi canım.” Ahmet gözlerini açmadan yanıt verdi. “Bu bir tespitti sadece.” “Tespitleriniz doğru Ahmet Bey. Güzel bir huyum var. Yeni edindiğim.  Hemen uyuyabilirim,  bazen de hemen uyanabiliyorum. Ama bazen de günlerce uyanmadığım oluyor, yani bunu bilginiz olsun diye söylüyorum. Bazılarını korkutuyordu bu huyum çünkü.”

“Seni tanımak galiba biraz zor olacak, eski huyların ve yeni edindiğin huylar falan baya zengin bir huy karmaşan varmış.” Arkası Yarın

Günün Şiiri

O ve Eski Duvar Saati

Çoktandır kırılmıştı camı ve çarkı

Parmağı ile çeviriyordu akrebi, yelkovanı

Zaman boyun eğmişti ona,  sandalyenin üzerine çıkmış

Gülümsüyordu; -saat yedi mi dokuz mu olsun

İstiyordu işte.

Saat on iki mi olsun- o da oldu. Yalnız bilemiyordu,

Belirleyemiyordu bu on bir, sekiz dokuz.

Gündüzün mü gecenin mi?

Daha çok gecenin olsa gerek.

Şu iki sarı kemik siyah tahtanın içinde.

Ve küçük elmaslı tarağı ölü kadının, masanın üzerinde.

Yannis RITSOS

Aynı Yıldız

Islanmış parlıyor damlar ay ışığında. Kadınlar

şallarına sarınıyorlar. Evlerine koşuyorlar saklanmak için.

Biraz daha oyalansalar eşikte, onları ağlarken yakalayacak ay.

O adam her aynada, çıplaklığı içine kapatılmış

bir başka saydam kadın olmasından şüpheleniyor

– sen ne kadar uyandırmak istesen de onu, o uyanmayacak.

Bir yıldızı koklayarak uyuya kalmış o kadın.

Adamsa uyanık yatıyor koklayarak aynı yıldızı.

Yannis RITSOS

KADINLAR

Kadınlar çok uzakta. “İyi geceler” kokar çarşafları.

Masaya ekmek koyarlar yokluklarını hissetmeyelim diye.

Sonra anlarız suçun bizde olduğunu. Sandalyeden kalkıp

“Bugün çok yoruldun,” deriz ya da “Boş ver, lambayı ben yakarım.”

Kibriti çaktığımızda, o yavaşça döner ve tarifsiz

bir dikkatle mutfağa yönelir. Sırtı nice ölülerle,

kamburlaşmış, hüzünlü bir tepe-aileden ölüler,

onun ölüleri, senin kendi ölümün.

Adımlarının gıcırtısını duyarsın eski döşemede,

bulaşık telindeki tabakların ağlayışını duyarsın

sonra da treni, askerleri cepheye götüren.

Yannis RITSOS

Günün Sözü

Yardımlar tıpkı çiçek gibidir. Ne kadar taze ise o kadar insanları memnun eder.

Chillon

Hiçbir ordu, zamanı gelmiş bir düşünceye karşı duramaz.

F. M. Arouet VOLTAIRE

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here