Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Sayfamda öykü görünce hemen duyuyorsunuzdur artık “bugün yazacak mecalim yok” dediğimi. Yanılıyor muyum yoksa? Neyse, nefes almak gibi bir şey yazı yazmak çok zaman benim için. Yazmadığımda gerçekten nefesim tıkanmış oluyor. Ve soluk almadan öylece susuyorum. Yağmur gibi yağarken üzerime sorular ve sorular ve sorular ve kuşatırken üzerimi huzursuzluğun ağır hantal kara kanatları.
Susmak, gelince yamacıma sığınırım kollarına. Çocukluğumda da sığınırdım ona büyüme sancıları çektiğimde de, üzerimi kuşatınca huzursuzluğunun ağır hantal kanatları da.
Bazılarını korkutur suskunluğum, bazılarını tek kelime ile çıldırtır. Bazılarını düşündürür, meraklandırır nedenleri. Ama Susmak gelince yamacıma, ne korkanı takarım kafaya ne öfkeden çıldıranı, ne meraklının derdini. Yalnızca yumuşak, beyaz kolları ile sararken beni sımsıkı, kuş uçmaz kervan geçmez bir vadide. Otururuz ikimiz böylece. O söyler ben dinlerim. Gözlerim vadinin cennet köşelerinde, çağlayan sular, gümrah yeşiller arasında dolaşır. Sesim çıkmaz o konuşunca ona da susarım çünkü.
Kara hantal kanatlı huzursuzluk varamaz bize o zaman. Öyle bir zırh öreriz, öyle bir set çekeriz ki aramıza, kutsal kitapta anlatıldığı gibi büyük İskender’in (zül kırneyn) heccüç ve meccuc için çektiği set hafif kalır yanında. Ve o suskunlukla iç içe yaşayarak geçerken günler, durur zaman! Ayla Kutlu “zamanda eskir” demiş. Kitabının adı bu… Ben diyorum ki zaman durur. Yaşandığı yerde hiç bozulmadan hiç eskimeden…
Ve her anı saklıdır zamanın, hafızanın hazine dairesinde. Hiçbir yere kaçamaz her zamanın yaşanmışlıkları… Ve susmakla geçen zaman, geçtiği dilimdedir artık. Ne geride, ne ilerde, ne şimdide…
Ve susmak her zaman yamacımda dolanır, hantal kanatlı huzursuzluk, uysal bir uşak gibi yalnızlık ve yumuşak bir battaniye gibi hüzün ile. Ve her zaman başımın üzerinde dolanır, duygularımın nahif sesi, mantığımın aristokrat zarif hayaleti.
& & & & &
Ve bazı insanlar her defasında bana rahmetli İsmail Cem’i anımsatır. Sanırım ömrümde Atatürk ve annemden sonra en çok rahmet gönderdiğim insan İsmail Cem’dir. Çünkü o, önce üslup derdi her zaman. Ve ben bu “üslup” konusunda çok dertliyim. Belki sürekli susma beyefendisi ile kurduğum yakınlık bu yüzden besleniyor. Bu günlerde çevremde haldır haldır huldurdan vazgeçtim, resmen saldırgan konuşan ve taciz edercesine davranan insanlar dolanıyor.
O kadar şaşırıyorum ki o dillere destan olan hoşgörüm, sükunetim, buhar olup uçuyor. Huzursuzluk kanatlarını hemen açıyor üzerime ama her şeye rağmen nerden başını uzatıp önüme dikildiğini anlayamadığım sağduyu “dur” diye emrediyor. Ve boyun eğiyorum anında. Eğer o dikilmese karşıma, öyle bir gürleyip coşarım ki, Nuh tufanı hafif kalır yanında.
Önce üslup diyen İsmail Cem bile mezarında şaşırdı öfkemden kızgınlığımdan. Ve emredince sağduyu “dur” diye. Susmaya sarılmak kaçınılmaz olur tabi. Ve semirilmiş şişmanlamış buluyorum onu her defasında. Kollarına atılırken…
& & & & &
Ve içsel simya hakkında ufak bir bilgi, Vikipedi ansiklopedisinden…
Okültizm’in dallarından biri ya da kapsadığı alanlardan biri olarak görülen simya kimi kaynaklarda iç (ezoterik) simya ve dış (egzoterik) simya olarak ikiye ayrılmaktadır. Dış simyadaki bütün kavramlar Hermes Trismegistus inisiyasyonundaki ezoterik bilgilerin anlaşılamamış sembollerinden ibarettir. Örneğin, dış simyada madenlerin birbirine dönüşümünü sağlamak anlamına gelen “büyük eser” (magnus opum), iç simyada, inisiyatik bir eğitimin sonunda elde edilen spritüel “aydınlanma”yı ifade eder. İç simyada inisiyasyonlardaki küçük misterlere ve büyük misterlere vakıf olma “küçük eser” ve “büyük eser” diye adlandırılmıştır. “Büyük eser”i gerçekleştiren kişinin “büyük sanat”ın sonunda “felsefe taşı”nı elde etmiş, “ölümsüzlük iksirini”ni içmiş olması, inisiyatik süreç sonunda aydınlanmış olmasını simgelerdi.
“İlk madde”yi (materia prima) elde etmek ise, tüm madenlerin türediği madde cevherini elde etmek değil, ruhsal varlığın ilk halini, yani maddi dünyada doğmadan önceki saf hali, saf şuur halini elde etmek anlamına geliyordu. Metalin altına dönüşmesi sembolizminde simgelenen bir anlam da ‘aura’nın arınması, altın parlaklığını gösterecek bir saflığa ulaşmasıdır. Hermes Trismegistus’a dayanan ezoterik sembollerin, o sembolleri anlayabilecek inisiyatik eğitimden geçmemiş olanların eline geçmesi dış simyayı doğurmuştur. Bu bakımdan kimi yazarlar dış simyayı okültizm kapsamında, iç simyayı ezoterizm kapsamında ele alırlar.
& & & & &
Kıssa
Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti. Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü.
Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu: “Neden hiç eşyanız yok?” dedi. “Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz… Onlar nerede?”
Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence; “Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum” dedi. “Peki, senin eşyaların nerede?” Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu: “Ama görüyorsunuz… Ben yolcuyum.” Ünlü bilge, hak verircesine güldü: “Ben de öyle, yavrum” dedi. “Ben de öyle…”
& & & & &
Üçlü Filtre Testi!!
Eski Yunan’da, Sokrat bilgiyi saklaması sebebiyle saygıdeğer bir ün yapmıştı… Bir gün bir tanıdık büyük filozofa rastladı ve dedi ki, “’Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?’’
Bir dakika bekle diye cevap verdi Sokrat… “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum… Buna üçlü filtre testi deniyor.” “Üçlü filtre???” “Doğru” diye devam etti Sokrat… “Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir. Buna 3 filtre testi dememin sebebi; Birinci filtre “Gerçek Filtresi” Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin???”
“Hayır” dedi adam. “Aslında bunu sadece duydum ve…”
“Tamam” dedi Sokrat. “Öyleyse sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi deneyelim. “İyilik Filtresini” Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi???”
“Hayır tam tersi..”
“Öyleyse” diye devam etti Sokrat. “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yinede testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. “İşe Yararlılık Filtresi” Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı???”
“Hayır, gerçekten değil.”
“İyi” diye tamamladı Sokrat. “Eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve yararlı, faydalı değilse bana niye söyleyesin ki?”
Günün Şiiri
Annemin Karnında
İlk evimdi
Yusyuvarlak
Acaba nasıldım diye
Sık sık sorarım kendime
Ayaklarım kalbinin üzerinde annecik
Dizlerim tam karaciğerine karşı
Ellerim kanala sıkışmış
Karnına doğru
Sırtım sarmal durumda eğri
Kulaklar dolu gözler boş
Kaskatı kıvrılmış
Başım ise neredeyse vücudundan dışarıda
Kafatasım deliğinde
Sağlığından
Kanının sıcağından
Babamın sıkıştırmalarından
Haz duyuyorum
Zaman zaman tuhaf bir ateş
Karanlık dünyamı aydınlatıyor
Kafatasıma inen bir şok beni rahatlatıyordu
Ve atılıveriyordum kalbine doğru
Dölyatağının iri kası
Beni sıkıştırıyordu o an
Ve kanınla suluyordun beni
Alnım hâlâ yumru yumru
Babamın dürtmelerinden
İzin vermek niye bunu yapmaya
Neredeyse boğazlanmaya
Ağzımı açabilseydim eğer
Seni ısırırdım
Konuşabilseydim biraz
Şöyle derdim:
Kahretsin, yaşamak istemiyorum!
Blaise CENDRARS
Günün Fıkrası
Adam evine telefon açar, telefonu yabancı bir bayan açar. Adam karşıdaki sesi duyunca şaşırır; “Sen kimsin?” “Evin hizmetçisiyim.” “İyi de bizim hizmetçimiz yok ki!” “Evin hanımı beni bu sabah işe aldı.” “Ya. Öyle mi? Ben de evin beyiyim. Hanımı çağırır mısın?” “Hanımınız şu an yatak odasında kocası sandığım bir adamla beraber.”
Adam şaşırır, sinirlenerek, “Elli bin dolar kazanmak ister misin?” “Tabii ki isterim. Kim istemez…” “O zaman çekmecedeki silahı al, yukarı çıkıp o cadı ile o sümsük herifi vur!”
Önce ayak sesleri duyulur, sonra iki el silah sesi. Hizmetçi telefona geri gelir: “Öldürdüm efendim, cesetleri ne yapayım?” “Cesetleri havuza at.”
Kadın duraklar: “Ama burada havuz yok ki?”
Adam bir süre düşünür ve cevap verir: “Orası 112 43 44 değil mi?” “Hayır!!!!!” “Pardon! Yanlış numarayı aramışım!!!!!”
Günün Sözü
İnsanlara cehaletlerini tanıtmak imkânsızdır. Zira cehaleti tanıyabilmek için de bilgi lazımdır; dolayısıyla cehaletini görebilen cahil değildir.
J.Taylor