Magandalar… Ve Ziraat Bahçesi

0
146

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yazdıklarımı sildim yeniden yazıyorum. Doğrunun bu kadar saptırıldığı bir ortamda insanların bile bile kendi kendilerini aldatmalarına valla ne demeli, ne yazmalı bilmiyorum. Yani “hayırcılara” terörist diyorsunuz dedik. “Hayır” dediler. “Teröristler de hayır diyor, dedik” dediler. Peki, biz yanlış anladık. Ama kardeşim her mitingde, her konuşmada, FETÖ ve terör örgütleri ile anılıyor Sayın Kılıçdaroğlu ve tabi hayır diyenler. Yani kimse bunu gizli yapmıyor açık açık söylüyor. Siz nasıl “biz teröristlerde hayır diyor dedik” diyebiliyorsunuz? Belki hepiniz demiyorsunuz ama çoğunuz söylüyor! Hedef gösteriyor.

Zaten ortalıkta magandalar pervasızca istediklerini yapabiliyorlar kimseden korkmadan, ürkmeden yani adam bizi yolun ortasında silahını göstere göstere tehdit edebiliyor, bu cesaretleri var, nasıl olsa kimse ona ne yapıyorsun demiyor çünkü.

Şehitlerimiz dizi dizi gelirken hepimizin yüreği kavrulurken, evlere ateş düşerken, bu insanların pervasızlığı doğrusu çok düşündürüyor ürkütüyor. Daha dün iki askerimiz ve bir koruyucumuz şehit oldu, evlerine ateş, yüreklerine kor düştü  ailelerin ve öksüz kaldı bir yaşındaki bebek. Baba diyebileceği babası yok artık… “Oğlum” diye tabutun başında fenalık geçiren annenin oğlu, eşinin üniformasıyla acısını içine atan eşin kocası yok artık. Bu gençler bütünlüğümüz için, vatan için şehit düşerken hepimizin bir kez daha şapkalarımızı önümüze koyup düşünmemiz gerekiyor diye düşünüyorum… Bu kadar pervasızlık saygısızlıktır, onlar birlik için can veriyor, siz ayrım gayrım için çalışıyorsunuz. Biz “evet” diyene de saygılıyız “hayır” diyene de ama kimse kimseyi aldatmasın, suçlamasın özelikle de tehdit etmesin. Bu vatan bizim unutmayalım. Ve biraz zahmet edip oylayacağımız 18 maddeyi bir gözden geçirelim, neyi oyluyoruz bilelim. Bilene soralım ama gözü kapalı oy vermeyelim. Hala aramızda krallığı demokrasi sananlarımız var; sizde biliyorsunuz.

& & & & &

Ve vaatler ve vaatler sevgili okuyucularım her zamanki gibi oylama ziyaretleri sürüyor ve vaatler arka arkaya geliyor. Geçenlerde Kültür ve Turizm  bakan yardımcısı sayın Hüseyin Yayman İskenderun’daydı ve  gazeteciler cemiyetine yaptığı ziyarette  Hatay’da turizm hamlesi başlatacaklarını, Payas Sokullu Mehmet Paşa Külliyesinin benzerini İskenderun’a da yapacaklarını söylemiş; “Ziraat bahçesinin içerisinde bin kişilik bir konferans salonunun olduğu aynı yapıyı yapmayı düşünüyoruz. İçerisinde 30 ayrı iş yerinin faaliyet göstereceği, Avrasya kültürümüzü canlandıracak olan bu ‘Kültürhan’ı esnaflarımız yönetecek. Burada bayanlarımız da yer alacak. Bu ‘Kültürhan’da el sanatları, yöresel ürünler, pastane, lokanta, restoranlar olacak” demiş, iyi güzel  demiş, samimi olduğuna inanıyorum ama ne kadar ağaç kesilecek? Eğer ağaçlara ve doğaya azami dikkat edeceklerse bu proje iyidir. Yani  Payas’taki külliye yüzyıllık bir külliye. Onun benzeri nasıl olur ki? Neyse karar verilmiş zaten  onlar yüzyıllık ziraat bahçesinin ağaçlarını koruyabilecekler mi? O ormanlık alanda  insanların kahvaltı ettiği, çocukların oynadığı parkların daha güzelini yapacaklar mı? Bunu bilmek istiyoruz.

Ve sahile Anıt alanının hemen arkasına kütüphaneler yapmayı düşünüyoruz diyor bakan. Yani çok güzel tabi ama neden sahil? Zaten bir kütüphanemiz var eskilikten dökülen, elektrik telleri dışardan görünen, yerleri kırık dökük eskilikten haşat. Kuşkusuz bu hali ile benim değişilmez güzelliğim ancak zamana dayanmıyor işte bazı şeyler. Merhalemizdeki kütüphanenin tadilatı yapılsın, eksikleri giderilsin, başka kütüphaneye gerek yok bendenizce. Özellikle sahilde zaten sahilin her tarafı betonlaştı. Çok isteniyorsa eski nüfus idaresi hala dökülmesin kimseyi yaralamasın diye kordon altına alınmış kaldırım taşları delik deşik oradan geçerken bin düşün durumları. Orasını yenilesinler ve kütüphane olarak kullanıma açılabilir diye düşünüyorum.

Ve sevgili okuyucularım bizim bir tek düşüncemiz var çocuklarımızın geleceği, güven ve mutluluk içinde olabilecekleri bir dünya. Sen ben ayrımı yapılmayan, adil ve cumhuriyetçi, laik ve Atatürkçü bir dünya ve şimdi sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman ayrımsız gayrımsız, hep birlikte ve inadına gülümseyerek her şeyin hayırlısı diyerek. Yase

& & & & &

Ölmeyen Sevgi

Genç adam elinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi… Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı, kıpkırmızı, kan kırmızısı güller… Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller…

Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, “Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum” dedi. Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikisi de sevgisinden hiç bir şey kaybetmemişti. Onları hiç bir şey ayıramazdı… Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm…

Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika geç kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü…

ölmeyen sevgi hikayesi ile ilgili görsel sonucu

Gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?

İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı… Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı. Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu… Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara… Ne kadar güzel dans ediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok… Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine?

Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı. Sevdiğine bir şey olamazdı. Onsuz hayat yaşanmazdı ki… O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan. Artık bıkmıştı… Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı. 7 sene oldu dedi. 7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden bir damla daha yaş güllerin üzerine damladı…

Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı… Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu… Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı…

Günün Şiiri

Anlat Bana, Nedir Aşk?

İlk günbatımının hemen ardından söylediklerimiz, bir

yüzyıl sonra da geçerli olabilirdi ve biz, güneşe

boğulmuş bir ilkyaz sabahının ilk saatlerinde, en çalışkan

çiftçilerle yarışarak, zamanı değirmenlerimize çuvallar

dolusu taşıyabilirdik. Bunları düşleyemiyorsak eğer,

 

anlat bana, nedir aşk?

 

İlk mektuplarımızla birlikte okumayı sökerdik ve

ellerimizin tutkusu uğruna en yakıcı özlemleri göze

alabilirdik. Sonra geleceği müjdelenmiş yokülkelerin

tapınaklarında beklemek yerine, şimdi ele geçirilmiş bir

gecenin saatlerinde eritebilirdik. Yapamamışsak bunları

eğer,

 

anlat bana, nedir aşk?

 

Sabahın ilk dalgaları bizi kumsalda bulmayabilirdi ve

biz,  günah çıkartmak için mavi sığınaklarımızı yeğlerdik.

Köpüklü haritalarda yerimizi arayanlar, bir an sonra

haritalarını yitirirler, sonradan, çok sonradan

söylencelerimizle yetinmek zorunda kalırlardı.

olmamışsa söylencelerimiz eğer,

 

anlat bana, nedir aşk?

Ahmet CEMAL

Bir Gün

Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gece

benim olduğun yaşta, bana dönmek isteyeceksin;

yüzünde solmuş kaç sabahın birikintileriyle,

yorgun olmaktan çok, aşınmış;

yüzüme kapattığın onca kapıyı

artık omuzlayamadan,

seslenmek isteyeceksin.

 

Zamana diş bileyeceksin o gün, belki ilk kez;

bir  zamanlar dokunulmazlığına inandığın için,

yanlış çıkarttığın bütün günahların ağırlığıyla.

Hep izlerinin sürdüğün yüz ve ten çizgileriyle

insanlara yaş biçtiğin günleri anımsayacaksın,

hani titreyen parmaklardaki sıcaklığı hiç duyamadığın.

Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gecede olduğu gibi,

dirseklerimizin birbirine değmesini isteyeceksin,

onca çizgi peşinde koşmanın günahını

artık en bulanık aynalara bile çıkartamayarak.

 

Yaşamından gelip geçmiş olanları sayacaksın;

hep bir iki geceliğine,

bedeninde otel gibi kalmış olanları,

en kısa ömürlü sevgilerin imzasını bile

hiçbir sayfana atamadan

ve sonra bir de gerçek yitirdiğini; sana

yüzlerindeki çizgilerin ardından,

en duyarlı kalemlerle, yalnız sana giden

yolların haritalarını çizmiş olanları.

 

Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gece

benim olduğum yaşta, beni arayacaksın,

solmuş onca haritanın çizgilerini

aşınmış bakışlarınla seçmeksizin.

Ahmet CEMAL

Günün Sözü

Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, halbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir.

Aristoteles

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here