Kar Yağıyor Arap Kızı Camdan Bakmıyor, Sokakta Dönüyor

0
65

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dün kar serpiştirdi şöyle minnacık minnacık aman Allah’ım herkesin sevinci kocaman kocamandı. Küçük büyük araçların içinden, dışından herkeste bir sevinç görülmeğe değerdi doğrusu. Komşu çocukları ve ben deniz sımsıcak atölyemden çıkıp sokakta dönmeye başladık, sokak köpekleri de katıldı, hatta çöp toplayıcıları bile işlerini bırakıp kaçamak bir sevinçle baktılar beyaz konfeti gibi başımızdan aşağı dökülen kar tanelerine. Konu komşu balkonlarda… Herkes kendi ilk gördüğü kar hikayesini anlatıyordu. İşte “ben çocuktum daha ilk karı gördüğümde” diye başlayan sanki omuzlarındaki bütün yükler, stresler dağılmış gitmiş gibi! Herkes ayrımsız gayrımsız kar sevincini paylaşıyor.

Şöyle bir baktım sanırım bir tek doğal olaylar bizi bu kadar yakınlaştırabiliyor. Deprem oldu, yine aynı insanlar, aynı tepkiyi bu kez korkarak verdi, yüz vardı dudaklar çizgi hakim olan duygu bilinmeyene duyulan kuşku, korku! Ve herkes yine yaşadığı en baba deprem hikâyesini anlattı ama sonunda bir konunun peşinde birleştiler… Bir kar tanesinin sevincinde birleştikleri gibi! Tuhaf bir şey, güneş her sabah doğuyor, yine hepimizin üzerine, ayırım gayrım yapmadan, yağmurda öyle peki biz neden bu kadar kendimize düşmanız, bir kar tanesine sevindiğimiz gibi sevinmek yerine kendimizi ayrım, gayrım, haksızlık, hukuksuzluk illeti ile zehirleriz?

Atölyeme girdim, kapımı kapattım, yağmura dönüşen kar tanelerinin sihirli anı geçmişti. Birisi “ol” demişti bir an sevindirmek için herkesi ya da düşündürmek için? Bir an yetmişti zaten ve sonra “olma” demiş! Başımı işime gömdüm, düşünmeye çalışarak incecik fırçamla.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım birileri “Tayfur Sökmen” olmayacağını söylemiş? Sanki istese olabilirmiş gibi! Nasıl bir cehalet bu… Yani Cumhurbaşkanı olabilirsiniz ama tarihte bilmeniz gerekmez mi sevgili Mustafa Akıncı. Asırlar öncesi değildi 1974 yılıydı. Rum baskısı ve zulmü ile yaşayan Kıbrıs Türk halkını bu zulümden kurtarmak için ordu nihayet Kıbrıs’a girdi. O orduda bendenizin abisi de vardı çok iyi anımsıyorum çocuktuk ama İskenderun Limanındaki hareketliliği biliyorduk. Ömrümde ilk kez silahlarını kuşanarak vedalaşmaya gelen abimin silahına dokunmuştum, buz gibi gelmişti bana sanırım abim de öyle hissediyordu.

Ordu Kıbrıs’a girince olaylar duruldu. Şehitlerimiz vardı tabi ama sonuçta savaştı. Şimdi düşünüyorum da o zamanlar kimse Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımamıştı. Şimdi de bizzat Türk olan cumhurbaşkanı kendini inkar ediyor. “Eğer Rumlar olmasa Ankara’nın onları yutacağını” söylüyor, sonrada ekliyor ne ilgisi varsa valla anlamadım “ben Tayfur Sökmen olmayacağım” diyor. Yani kendisi Tayfur Sökmen‘i beğenmiyor, beğenmesi için Tayfur Sökmen’in Suriye’ye yamanması ya da Fransız egemenliğini kabul etmesi lazımdı demek. Kendi öz yurdunu bırakarak? Valla iyi ki kendisi rahmetli Sökmen’in yerinde değilmiş, şimdi Hatay kim bilir ne durumda olurdu?

Ya bu insanlara ne oluyor durup durup böyle acayip atraksiyonlar da bulunuyorlar. Rahmetliyi şimdi niçin rahatsız ediyorsunuz kendi tutkularınız için kardeşim ya!

Bizdik, Hatay halkı olarak Fransız işgali altında, Suriye toprağı sayılan Hatay’da yaşayan. Babamız, dedemiz, amcamız vardı Tayfur Sökmen’in yanında, Türkiye için verdiği mücadelede. O Atatürk’ün ‘benim davam’ dediği Hatay’ın tek cumhurbaşkanıydı. Ve babam ve amcam ve birçok ileri gelenler milletteki idiler. Ve hepsi devrimciydi, milli kuvaiye ruhu ile Türkiye’ye dönmek için çalıştılar. Sonunda çok şükür ki 1939 Temmuz’unda Türk topraklarına katıldı. Meclis lav edildi. Ve rahmetli TBMM’nde uzun zamanlar milletvekilliği yaptı. Ruhu şad olsun… Şimdi daha tarihi bilmeyenler konuşuyor, konuşsunlar! Özgürlük var bizim söylenenlere kızma özgürlüğümüz gibi…

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım ayrımsız, gayrımsız. Ve unutmayın 14, 15 ve 16 Şubat’ta İskenderun ilk kitap fuarında olacağım hepinizi bekliyorum. Yase

karda oynayan çocuklar ile ilgili görsel sonucu

& & & & &

Bir Tuğla

Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguar’ıyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden yavaşça geçerken hiç bir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına bir tuğla atıldığını far ketti. Aniden arabasını durdurarak tuğlanın fırlatıldığı yere geri dondu. Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu park etmiş bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı. “Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın?”

İyice sinirlenerek devam etti: “Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya mal olacak. Bunu neden yaptın?” Çocuk yalvararak cevap verdi: “Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı”’ Park etmiş bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu. “Ağabeyim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır.” Bu durumdan son derece duygulanan Genç yönetici, boğazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki Genç adamı kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik ve yaraları sildi ve Genç adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti. Küçük çocuk Genç yöneticiye dönerek “teşekkür ederim efendim, Tanrı sizden razı olsun” dedi.

Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü. Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküntüyü hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı. Tanrı, ruhunuza fısıldar ve kalbinize konuşur. Bazen, dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size bir tuğla fırlatır. İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin. Bu sizin tercihiniz!

& & & & &

Nazlı

Güneş yalan söylemekten oldum olası nefret ederdi gerçeği söylemek için can atıyordu. Ama Nazlı’ya söz vermişti kimseye söylemeyecekti. “Güneş oğlum hadi Allah aşkına söyle Nazlı nerede sana muhakkak söylemiştir, bak yarın sende baba olacaksın senin kızın aniden ortadan kaybolsa ne yapardın?”

Güneş’in tüyleri diken-diken oldu. “Herhâlde yeri göğü ters çevirirdim” dedi içinden…

Kadın umutsuzca konuşmaya devam ediyordu. “Neden yanıt vermiyorsun bildiğin bir şey var biliyorum en son seninle görmüşler bir müddetten beri görüştüğünüzü de biliyorum!”

“Tamam, görüşüyoruz ama biz yolda ayrıldık ben eve döndüm Nazlı ne yaptı hiç haberim yok üstelik telefonu kapalı bende haber alamadım nerede olduğunu ne bileyim?”

Yalan söylerken Güneş kulaklarının, yüzünün yandığını, sesinin çatallaştığını, dudaklarının kuruduğunu hissetti. Canı sıkıldı bir kat daha “ne işlere kalkışmışlardı?”

İçerden Güneş’in annesi sesleniyordu “hadi oğlum kimle bu kadar konuşuyorsun yemek için seni bekliyoruz.”

“Geliyorum anne”

“Tamam, bizde geliyoruz bize söylemediğini belki annene babana söylersin artık” diyerek Nazlı’nın annesi telefonu “pat” diye kapattı.

Güneş elinde telefon öylece kalakaldı. Yüzü yanıyordu hemen banyoya gidip yüzünü soğuk suyla yıkadı aynanın önünde baya bir oyalandı. Yalan söylediği için çok huzursuzdu!

Nazlı ne yapıyorsun bizi nasıl bir maceranın içine attığının ayrımında mısın acaba, ne olacaktı, altı üstü iki arkadaşız ne vardı bu kadar abartacak? diye geçirdi içinden, hala Nazlı’nın neden bu kadar korktuğunu anlayamamıştı. Peki, şimdi ne olacak? Her şey ortaya çıkacak eninde sonunda ne yapacağız o zaman? İkimizde öğrenciyiz! Arkası Yarın

Günün Şiiri

Yalnızlık Macerası

Öyle yalnız kaldım ki hayatımda
Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum
Çok zaman annemin dizlerine hasret
Koydum başımı kendi dizlerime
Doya doya ağladım

Paylaşırsa dost paylaşırmış
İnsanın derdini sevincini
Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsan kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar

Aşık mı olmadım taparcasına
Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben
Diz mi çektirmedim alemde Kerem gibi
Ferhat gibi gürz mü sallamadım dağlara
Ne Leyla yar oldu bana ne Aslı ne Şirin

O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum
Sabahları sokağa çıkmadan evvel
Cesaret şairim cesaret
Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri
Sevgilimin saçları niyetine.

Cahit Sıtkı TARANCI

Gençlik Böyledir İşte

İçimi titreten bir sestir her gün.
Saat her çalışında tekrar eder:
“Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın?
Elin boş mu gireceksin geceye?
Bir düşünsen yarıyı buldu ömrün.
Gençlik böyledir işte, gelir gider;
Ve kırılır sonra kolun kanadın;
Koşarsın pencereden pencereye.”

Ah o kadrini bilmediğim günler,
Koklamadan attığım gül demeti,
Suyunu sebil ettiğim o çeşme,
Eserken yelken açmadığım rüzgâr
Gel gör ki, sular batıya meyleder,
Ağaçta bülbülün sesi değişti,
Gölgeler yerleşiyor pencereme;
Çağınız başlıyor ey hâtıralar.

Cahit Sıtkı TARANCI

Günün Fıkrası

Mutluluğun Sırrı

Çocuk dedesine sormuş: “Dede, Ninem ile kaç yıldır evlisin?”

“40 yıldır evlat.”

“Peki ama dede, ben sizi hiç kavga ederken görmedim bunun sırrı nedir?”

“Otur evlat anlatayım… Nikahımız kıyıldı. Benim at arabasına ninenin üç, beş eşyasını attık ve bizim köyün yolunu tuttuk. Yolda atın ayağı tökezlendi. ‘Bu bir’ dedim. Yola devam ederken bir daha tökezlendi, ben yine ‘Bu iki’ dedim. Köye de epey yolumuz vardı. Bizim atın ayağı bir daha tökezleyince ‘Bu üç’ dedim ve çektim pistovu, atı orada vurdum. Ben atı vurunca başladı bana söylenmeye: “Biz nasıl gideceğiz. Niye durup dururken atı vurdun. Sende hiç akıl yok mu? Bu eşyaları nasıl götüreceğiz? Ben de döndüm ninene: “Bu biiirrr” dedim. O gündür bu gündür, gül gibi geçinip gidiyoruz…”

Günün Sözü

Yola çıktıklarını, yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin hem dostunu…
Necip Fazıl Kısakürek

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here