Kapitalizm ve Yolsuzluk İlişkisi

0
85

İnsan çok karmaşık bir varlık; içinde iyiyi de kötüyü de, dürüstlüğü de ahlaksızlığı da, cesareti de korkaklığı da birlikte barındırıyor. Bunların hangisinin ağır basacağı ve hâkim olacağı birçok farklı etmene bağlı.

Türkiye’de günümüzde ne yazık ki yakalanmadan yolsuzluk yapma imkânına sahip olup da yolsuzluk yapmayacak insan sayısı çok fazla değil. Bal tutanın parmağını yalaması eskiden beri normal karşılanırdı. Günümüzde, bal tutanın (yakalanmayacağından emin olması durumunda) tuttuğu balı tümüyle götürmesi bile tepki çekmiyor.

Kapitalizm eski değerleri yok etmeden önce, bir kişi hakkında “o hırsızdır, zimmetine para geçirmiştir” gibi söylentiler bile o kişinin toplumdan tecrit edilmesine, mahallesinden ve hatta şehrinden taşınmasına yol açardı. Kapitalizm geliştikçe, sade hayatların yerini gösterişçi tüketim aldıkça, insanlar tükettiklerine bakılarak adamdan sayılmaya başlanınca, “becerikli hırsızlık” takdir görür oldu. Elinde imkân olmasına karşın hırsızlık, yolsuzluk, usulsüzlük yapmayanlara “enayi” gözüyle bakılmaya başlandı.

Burada temel ölçüt, hırsızlık yapıp yapmama değil, hırsızlık yaptıktan sonra yakalanıp yakalanmamak oldu. Hırsızlık/yolsuzluk yapmayana da, yapıp yakalana da “enayi” dendi.

Kapitalizm tarihin çöplüğüne atılmadan değerler sistemindeki bu çöküşü geriye çevirmek olanaklı değildir. Geçmişin değerler sistemi, yıllardır aynı köyde ve mahallede oturan, hayatta kalabilmek için birbirine muhtaç olan, küçükten beri mahallede birlikte oynayarak ve birbirine yardım ederek kardeşleşen, yardımlaşarak ve dayanışarak sorunları aşmaya çalışan, ev kapısını kilitleme ihtiyacının bile duyulmadığı küçük toplulukların ayakta kalmasını sağlıyordu. Kapitalizm, bu toplumsal ilişkileri de, ona dayanan değerler sistemini de parçaladı.

Belki Allah korkusu bazı sendikalardaki yolsuzlukları önleyebilir. Birçok kişi için somutta “Allah korkusu” esasında cehennemde sonsuza kadar yanma ve cennetteki huri, gılman ve kevser şarabından mahrum kalma korkusudur.

Allah korkusunun bile insanların çoğunda kapitalizmin etkisini silemediği biçiminde görülmektedir. Korkuyor; ama kapitalizmin etkisiyle gözünü para öyle bürümüş ki, akıl almaz hırsızlıklara cesaret edebiliyor. Allah’a inandığını ve taptığını söylüyor, ancak esasında paraya tapıyor. Eline yakalanmadan yolsuzluk yapma imkânı geçmesine karşın, yalnızca “yarın Allah’ın karşısına çıktığımda bunun hesabını veremem” kaygısı ve korkusuyla elini harama sürmeyen insan sayısı, ne yazık ki, çok fazla değil. Kapitalizmin parası, inancın ve hatta cehennem korkusunun önüne geçiyor.

Açıkçası, sendikalarda yolsuzlukların, usulsüzlüklerin ve görevi kötüye kullanma uygulamalarının önlenmesinde Allah korkusunun fazla bir işe yarayabileceği inancında değilim. Kapitalizmin çürütme yeteneği, Allah korkusuna üstün geliyor. Yolsuzluğa bulaşmış sağlamcı ve “gerçekçi” sendikacılar, cennette vaat edilenlere, yeryüzündeki hurileri (ve belki de gılmanları) ve rakıyı tercih ediyorlar. Hele ar damarı bir kez çatladı mı, işin sonu gelmiyor.

Özellikle sendikalarda yolsuzluk ve usulsüzlüklerle mücadelede, temel görev, kendi paraları israf edilen üyelere düşüyor. Onlar da ancak işler kötüye gittiğinde bu denetimi ciddi biçimde uygulamaya başlıyorlar. Galiba işlerin kötüye gittiği bir döneme giriyoruz. Sendikaların gerçek sahipleri olan sendika üyeleri; sendikalarına sahip çıkmalı ve yakından yönetimi takip etmelidirler.

Sadık KARAKAŞ