Herkes İsyan İçinde

0
237

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız  bu sabah? Patlamalar, yiten canlar, her gün gelen şehit haberleri, çarşıya, pazara, doğalgaza, elektriğe, suya gelen zamlar ve yetmezmiş gibi elektriksiz gün ve geceler. Herkes isyan içinde herkesin yüzü karanlık… Birileri çıkar cennette uçuran  nalı –şerif terlikleri üretir. Birisi TV kanalında din sohbetleri yaparken kedicik  oynatır (Adnan Oktar’ın kedicikleri, bu arada en çok izlenen tv kanalı) birileri ahlaksız bir soru sorar uzmanlar onu yanıtlar. Birileri  kendini din uleması ilan eder Din adına Allah, Allah diyerek kafalar uçurur, kızları satar…

Ve inanıyoruz ki, son  hızla büyüyen  bozulan dünyada değişik yollara rağmen aynı  denizde buluşulabilir eğer istenirse!

Her gün yeni uyduruk kıytırık şeyler duymaktan fenalık gelmişken birde duyduk ki cennete götüren terlik “Nal-şeri­f” dün  satışa çıkmış reklamları bile var. Var mı bu terlikten alacak yada cehennem azabından koruyacak yanmaz kefenden? Allah’ım ya rabbim. İnsanların aklı ile ancak bu kadar dalga  geçilir. Ancak  bir gerçek var ki, o da hala bazı insanların kuyruğu olduğuna inananlar var?

yase-güncel1

Garip ama gerçek  kulağımla duydum sıkıntı vermesin diye kime dediklerini de söylemeyeceğim ancak eminim  birçok kişi biliyor. Düşünceden, akıldan yoksun insanlar oldukça bu garabete inanan insanlarda olacaktır. Belki cübbeli bu insanlarla dalgasını geçiyordur belli olur mu? Birkaç kez izledim merakımdan tv’deki programlarını,  şimdilerde var mı bilmiyorum. Yani  onu insanlar gözyaşları ve ağızları kocaman açık dinliyorlar! Bendenizin de ağzı açık kalmıştı valla?

Ve adam yanmaz  kefeni de satar büyük ihtimale. Nalı şerif terlikleri  zaten kapışılır? Ve bizim bilmediğimiz reklamı yapılmayan kim bilir neler, neler satılıyordur? Ne muskalar ne tılsımlar! Ve ne gariptir ki şimdiye dek bu adama ne yapıyorsun diyen yok? Sanırım zamanları yok, her gün yeni bir fetva ile nevrimizi şaşırtmaya devam etmekten. Daha çok yazmaya gerek yok, sıkıntı geldi artık. Ve ne yapıyorsun kardeş diyen yok. Akla hayale gelmeyen sorulardan içimize fenalık gelmiş ve din ancak bu kadar yanlış yorumlanır ve ancak bu kadar okumuş  kara cahil  olamaz diye  düşüne düşüne uykuya yatmış  ve çok düşünceli uyanmıştım. Ve dilimde Yannis Ritsos’un “O Eski Duvar Saati” şiirinden dizeler vardı.  Şu, iki sarı kemik, tahtanın içinde… “Neden beynimi oyuyor? Bunca şehit haberi ve bunca garabetten sonra yine dün gencecik komşumuzun “pat” diyerek kimseye sormadan ölüvermesinin ardından başka nasıl uyanabilirdim ki?

O ve Eski Duvar Saati

Çoktandır kırılmıştı camı ve çarkı

Parmağı ile çeviriyordu akrebi, yelkovanı

Zaman boyun eğmişti ona,  sandalyenin üzerine çıkmış

Gülümsüyordu;-saat yedi mi dokuz mu olsun

İstiyordu işte.

Saat on iki mi olsun- o da oldu. Yalnız bilemiyordu,

Belirleyemiyordu bu onbir, sekiz dokuz.

Gündüzün mü gecenin mi?

Daha çok gecenin olsa gerek.

Yannis Ritsos

 Küçük elmaslı tarağı var mıydı  acaba?  hiç sözünü etmemişti. Ama büyük ihtimalle komedinin üzerine bıraktığı eski olmayan saati durmuştu. Ve iki küçük elmastan yavrusu vardı geriye kalan. Şehitlerinde çocukları vardı taşı çatlatan üzüntüden. Ölüm gerçeği, bizi, bize olmaz sandığımız şeyler ile karşı karşıya getiren. Belki olacakları sezinledi mi yürek. Belki bir önsezi? Bu sabah ve affetmekte geç kalmamak önemli diye düşünüyordum bizi inciten herkesi ölüm yanı başımız da.  Düşünüyorum da ansızın ölüm geleydi bendenize bu sabah komşumuzdan önce. Nasıl karşılardım onu? Kırık dökük yüreğim, nasıl onunla giderdim bu durum da?  Kıran inciten ne yapardı sonra ardımda? Ama kimse kendinin ayrımında değil ki? Kırdığının bilincinde değil ki? Herkes haklı ve herkes her şeyi biliyor ya. Bu yüzden çok düşünmezdim takılırdım koluna sadık bir dost gibi ölümün ve hiç ardıma bakmadan giderdim onunla…

Ve biz ölümlüler, ölümsüzlük elimizde bunu biliyorken hoş bir sedaysa varlığımız aslında. Kırıldığımız için kırdığımızın bilincindeyse yüreğimiz, buna rağmen kendine geçmiyorsa sözümüz. Ah. Bizi bu duruma düşüren benliğimiz ne kadar da hain ne kadarda zalimmiş kendine. Nur içinde yat sevgili komşum adını bile bilmediğim ve sevgili şehitlerimiz.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım bugün Cuma, ilk yarım gün tatil günü. Hadi hayırlısı. Görüşler değişik tabi yorumlarda. Öğretmen arkadaşlarım bu uygulamanın onları rahatlatacağı görüşünde. Şöyle ki. Cuma günleri öğrencilerden bazıları camiye gitmek için izin istiyor. İdare izin veriyor, öğretmen onu “yok” yazmıyor. Ancak camiye gidiyorum diyerek izin alıp kaytaran öğrencilerde var. Onların nereye gittiğini bilmiyoruz ve başlarına bir şey gelse sorumlu oluruz diyorlar. Bu uygulamayla sorumluluk almamış olacağız. Laiklik ilkesi ile örtüşmemesine karşılık onların yönünden doğru bence de ne de olsa hem kaytaran hem dini kullanan, hem de dini bütün geçinen insanlarız. Samimi olanlarımız var kuşkusuz tabi ki  onları tenzih ediyoruz. Ve her ülke hakkettiği gibi yaşar sözüne sonuna dek inanıyoruz. Bu bapta Cumanız hayırlı olsun.

Sağlık ve sevgiyle kalalım ayrımsız gayrımsız sevgili okuyucularım. Yase

Günün Şiiri

Karla Gelen

geldiğin gece kar yağmıştı kentin üstüne

gökyüzünden sorular düşüyordu hiç durmadan.

nasıl da kalabalıktın sen; bütün kollarımla

sarılıyordum da vücuduna, kapıda kalıyordu

yine de bir yarın… ilk o zaman anlamıştım

bu eve fazla gelen bir yanı vardı bu buluşmanın

ve daha o geceden belliydi, aşkımızın

boyumuzu aşan yüzlerce ayak izinden

ve kar sıcağı sorulardan yapıldığı.

alıştığımız bir şey değildi oysa, karda tipide

sulara düşmek bir ateşin ağzından,

yeni bir ejderha oluvermek buzul çağında

ve ansızın çatlatabilmek zamanı

en ağır yerinden.

yüreğini düşürmüş binlerce sevgiliden

kopuşa kopuşa mı buluşmuştuk seninle,

beynindeki canavarı mı öpmüştük

kentin bütün “kitap yüklü merkepler”inin?”

ne çok avcı yağmıştı gözlerinin peşinden

ve ne çok çığ dayanmıştı kapımıza.

görmüşlerdi seni saksofon çalar gibi öptüğümü

ve yıllarca düş kırıklığı toplayan şairin

yerin altında artık bir aziz

kent maketi kurduğunu.

o gece ilk defa, aşkın bu kente

yenilmediği bir yerdi sokağımız.

ahlak masasına yatırılmış ömürlerden

çılgın saatler çalıyorduk çünkü hiç çekinmeden

ve bir gecede kimbilir kaç bin yıl yaşamıştık

unutulmuş bir uçurumu emzirirken.

lanetlenmiş yüksek tansiyon vakitlerinde

kalbimiz ancak bu kadar hızlı koşabilirdi

ve az kalsın yanıt verecekti durgun sulardan:

nedir çocuk ölmek her şey yaşlanıyorken.

gelişin çünkü kutsal bir okyanusu

yutmak istemesiydi iki küçük balığın;

kapı kolu, ip ve korkudan ibaret bir öyküyü

yere çalmasıydı çürük diş şövalyelerinin.

sen beni tuzlar kadar sevmiştin,

ben seni karlar kadar, sevgim sevginde erimiş

sevişmiştik, erimiştik kaynar sulara.

oysa bilirsin nicedir

bir yağmur bedduasıydı aşklar

ve her şey ne kadar da aşağılıktı.

geldiğin gece kar yağmıştı kentin üstüne

gökyüzünden gözlerin düşüyordu hiç durmadan,

kar sıcağı sorular kadar tehlikeli gözlerin.

ne kadar güzeldin, bütün resimlerin ve eşyaların

sözünü kesiyordu yüzün. bedenin dolusu

karadeniz kokuyordun… sendin elbet hayatın

altımdaki iskemleye vurması yakın bir ânında

kirpikleriyle ipimi kesen peri; soluğunu

tehlikeyle sıvayan kadın.

gözlerin her şeyi değiştirebilir miydi?

salıncağa  binmiş bir zerre gibi kimbilir

kaç kez esrimiştim inanabilmek için buna.

ve yalnızca kellemi değil, bütün bir

bedenimi almıştım koltuğumun altına.

donmuş kan damardan kovulmalıydı çünkü

“böyle olmalıydı ve oldu işte.”

tabulardan koleksiyon kurmuş bir kent için

elbette ki toplumsal bir sorundu kalbin.

bütün avcıları peşine takacak kadar

çok sevmiştin çünkü uçmayı, yasaklı

serüvenler getirmiştin. ve nasıl da kalabalıktın

bu eve fazla gelen bir yanın vardı senin,

bütün kollarımla sarılıyordum da vücuduna

kapıda kalıyordu yine de bir yarın.

belli ki toplamadan gelmiştin ayak izlerini,

kilitlenmiş adımlarla örtülü bir kente

yalnızca kabına sıkışmış bir kıpırtı

kalmasın diye eyleminden…

o gece anlamıştım: her yerinden yüreği

taşan bir kadındır bir şaire gereken;

bir karla gelendir, bir kardelen.

Devrim DİRLİKYAPAN

Günün Sözü

Sizin en fenanız; söz taşıyanılar, aranızı Bozanlar ve insanları birbirine düşürenlerdir.

Musibetin sevabına talip oImakIığın, musibeti çekmekte iken de varsa, zahitsin.

Her evin kapısı vardır. Kabrin ki ayak tarafındandır.

Hz. Muhammed

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here