Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar bu günlerde yazdan kalma demeyeceğim çünkü neredeyse yaza taş çıkaracak kadar sıcak. Ya da bendenize böyle geliyor? İçinde bulunduğumuz sıkıntılı zaman buna eklenince nefes almakta bile zorlanıyoruz artık. Herkes birbirini ne kadar da rahatlıkla suçluyor hayretle izliyoruz. Hiç tanımadıkları insanları “şu böyle, bu böyle” diye yaftalamıyorlar mı tüylerim diken-diken oluyor yeminle. Artık bir gözümüz diğerine güvenmez oldu! Nerede o kapıları açık bıraktığımız güven içindeki zamanlar, nerede en gizli saklı sırlarımızı paylaştığımız, bir lokmayı bölüştüğümüz güzel insanlar?
Aynı evde bile sen ben olduk, en ufak bir sorunda birbirimizin yakasına yapışmaya hazırız! Sinirlerimiz keman telleri gibi gergin. İki kaşımızın arasında ve alnımızda derin çizgiler oluştu, gülmeyi unuttuk surat asmaktan bir hal olduk. “Umut” diyoruz sarılıyoruz ama en yakınlardan gelince darbe, dibe vurmak zor olmuyor artık.
Buna her gün gelen şehit yaralı haberleri ki katliama benzeyen, daha çok içimize çekilir olduk. Kimi teselli edeceğimizi şaşırır olduk. Yüzümüz yok ama “nur içinde uyusunlar mezarlarında” derken haklarını helal etmelerini rica etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor. Biz evlerimizde kişisel sorunlarımızla kapris yaparak, hayatımızı yaşarken, onlar vatan için savaş meydanlarında.
İçimiz ağır, kafamız dumur, sağımız solumuz karışık, işsiz güçsüz gençler bir başka sıkıntı. Daha biraz önce kanımı donduran bir intihar mektubu okudum. Bir türlü iş bulamayan genç bir insana ait… Belli ki artık canına “tak” demiş. Ailesinin kısıtlı bütçesi ile okumuş, meslek sahibi olmuş ama mesleğini yapamıyor, tutunacak dalı kalmamış! Biz bu gençlere ne yaptık böyle, nasıl harcadık hayatlarını, geleceklerini, umutlarını nasıl kararttık? Bunun sorumlusu şu ya da bu değil hepimiz bu işin sorumluluğunu taşıyoruz. Başta aileler olmak üzere. Ama şimdi derdim suçlu aramak değil sadece okuduğumdan beri dumura uğradığım mektubun peşindeyim. Uyandığımdan beri o mektubun sahibine nasıl ulaşabilirim, nasıl yüreğine dokunabilirim onun hesaplarını yapıyorum!
Ancak sevgili gençler hiçbir şey bize hediye edilmiş yaşamdan daha önemli değildir. Ve bir an diğer bir ana benzemez, anlara güvenmek gerekir. Demek istiyorum sadece. Lütfen kendinize zaman tanıyın. En umulmadık zamanda hiç ummadığınız güzel şeyler olabilir, olabilecekler için kapınız, yüreğiniz açık olsun. Sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım umutlarımızı yitirmeden, ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Hamal
Eski zamanlardı. Yolların olmadığı zamanlar… Demek ki fakirdi bizim gibi çoğunluk, bu nedenle taşınacak yüklere talip olacak hamallar bulmak zor olmuyordu…
Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği… Diyordum ki içimden “Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!..” Nitekim çok geçmeden dedi ki: “Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!… “Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!..” Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini “Sen de dinlen hadi” dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum.
Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında… “Yükünü indirip sen de dinlen”, demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım… Sonra yine durdu. Bana da “dinlenmemi” söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra “dinlenelim mi” diye sordu, aksi-aksi başımı salladım… Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde uçuşan kara-kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım… Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı.
Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek;”Hadi kalk, dedi. Bana yaslan. Ağır-ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz.” Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana. “Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda… Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait… Halbuki bir yükü “taşımak” bizim işimiz, “altında ezilmek” değil!.. Unutma ki bir yük, taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem. Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma… Akşamları bırak ve hafifle… Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü. Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler…
Günün Şiiri
Gafil Gezme Şaşkın
Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Yalan dünya senin olsa ne fayda
Akibet alırlar tatlı canın
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda
Söylersin de söz içinde şaşmazsın
Helâli haramı yersin seçmezsin
Nasibin kesilir de sular içmezsin
Akar çaylar senin olsa ne fayda
Söylersin de el içinde sözün var
Yeler çalışırsın oğlun kızın var
Bu dünyada üç beş arşın bezin var
Bedestenler senin olsa ne fayda
Bir gün alır götürürler evinden
Hakk´ın kelâmını koyma dilinden
Kurtulaman Ezrail´in elinden
Dünya dolu malın olsa ne fayda
Pir Sultan Abdal´ım çıktık oturduk
Kaza lokmasını burda yetirdik
Dünya bizim diye çektik getirdik
Yalan dünya bizim olsa ne fayda
Pir Sultan ABDAL
Gizli Bakışlar
Bir bakışki açıyor gönül muammasını,
İki sevdalı kalbin en gizli yarasını,
Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur,
Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.
Bir bakış, bir aşığa neler anlatır,
Bir bakış, bir aşığı saatlerce ağlatır
Bir bakış, bir aşığı aşkından emin eder,
seven insanlar daima gözleriyle yemin eder.
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Tabiat Odam
Severim kırlarda ben yaşamayı,
On iki ayı.
Severim kırların yeşil göğsünü,
Bütün süsünü.
İstemem başımın üzerinde dam,
Tabiat odam.
İstemem topraktan başka bir yatak,
Kehkeşanlar tak.
Kuşlardan savrulan bir incecik tüy,
Üstümde örtü.
Ve aydan kırpılan bütün yıldızlar,
Rüyamda kızlar.
Her sabah neşeyle uyanan bir eş,
Koynumda güneş.
Dallarda ötüşen kuşlar kabilem,
Bilmezler elem.
Ağlarsak bizimle beraber olur,
Hemşirem yağmur.
Sızlarsak bizimle beraber sızlar,
Kardeşim rüzgâr.
İsteyen toplasın binlerce arşın,
Karlardan kışın.
Mutlaka öptürür bağlarda temmuz,
Çıplak bir omuz.
Severim kırlarda ben yaşamayı,
On iki ayı.
Severim kırların yeşil göğsünü,
Bütün süsünü.
Ölürsem istemem ne yas, ne kefen,
Ne başka bir fen.
Üstümden kalkmasın çimen, çiy, yosun,
Ruhum uyusun.
Ahmet Kutsi TECER
Günün Fıkrası
Temel yemek odasının üzerindeki çatının aktığını fark edince hemen bir çatı ustası çağırmış.. Usta gelip şöyle bir bakmış “Çatınızın aktığını ne zaman fark ettiniz?” diye sormuş.
“Dün gece. Çorbamı içmem iki saat sürünce şüphelendim!”
Günün Sözü
Arkamda yürüme, öncün olmayabilirim, önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece eşit oluruz.
Ute Kabilesi