Hafta Sonu Muhabbeti

0
76

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah?  Sanırım  bu günlerde -eh mevsimi ya- herkes sabah uyanmakta güçlük çekiyor, bizim gibi. Yeni saat uygulamasına da daha alışamadı beden saatimiz bu yüzden de kırın-mırın etmeden uyanamıyoruz. Birde sabah hapşuları tıkşıları var ya, şarkıyla şiirle uyanmak hayal gibi oldu. Oysa kendimi çok güçlü sanıyordum bunca yaşananlardan sonra artık alerjiye ya da başka ona benzer her şeye efsunlaştım sanıyordum. Ama yok öyle bir bağışıklık istemim var ki  asla kendine yaramayan şeyi kabul etmiyor anında tepkisi hazır. İyi güzel kardeşim azıcık kör sağır olsana bu kadar duyarlılık neden ki? Valla artık başıma gelenlere katlanıyorum günde bir düzine mendil tüketiyorum. Burnumdan gelen suları kurutabilmek için. Burnumun musluğu bozulmuş tamiri mümkün değil sanki. Bir şey söyleyeyim mi bütün samimiyetimle. Alternatif olsun tedavi, ya da direk ilaçlarla olsun, sonuç havayla cıva bu durum için (her şeyi denemiş biri olarak söylüyorum). Hiç çaresi yok çekeceksiniz eğer alerjik yapılı uyuz bir bünyeniz varsa. Arkadaşlarımdan bazıları antialerjik ilaçlar alıyorlar ama kardeşim onlarda ruh gibi dolaşıyorlar ortalıkta. Kulaklarımda uğultular elimde mendillerim saniye başı hapşırsam da ruh gibi dolaşmak istemem doğrusu. Neyse bu günlerde  geçecek, geçen her şey gibi.

Geçtiğimiz hafta sonu mutlu gecelerin yaşandığı bir hafta sonuydu kuzenlerimin düğünleri vardı. Düğün dernek güzel bir şey kuşkusuz ama yinede bana göre değil. Ömrümde anlamamışımdır öyle ortalığa dökülüp dans eden insanları ve  müzik diye yutturulan gürültüyü. Ortam ne kadar nezih olursa olsun ses kulağıma uymuyorsa benim için korkunçtur. Eh diyorum ya uyuz, uyuz tek kelimeyle uyuzum diye. Buna rağmen düğünler ve özel günler ve cenazeler. Çoktan beri görmediğiniz bütün dostlarımızın arkadaşlarımızın, akrabalarımızın buluşma noktası olduğundan ve ben deniz onları çok sevdiğimden gitmeye çalıştığım yerlerdir. Uysa da uymasa da…

Güzel bir geceydi  hafif bir müzik eşliğinde hafifçe kayarak dans ederken sevgili akrabalarım ben denizde çoktan beri görmediğim dostlarımla gönlümce hasret giderdim. Olmazsa olmaz olan düğün dedikodusu Allah inandırsın sizi hiç olmadı. Her şey net güzel ve sevgi doluydu. Bu az bulunur bir şey aslında. Gecenin sonunda ayrılırken yeniden görüşme sözleri verdik birbirimize hatta  kardeş şehirlerden gelen kuzenlerim nerdeyse gözyaşı içinde “ne olursun gel” diye yalvardılar. Sımsıkı sarılmış olarak.

Gelmek güzel, dokunmak güzel, Sevmek güzel… Hepsini birden yaşamak güzel ve bu elimizde ama yinede sevgileri de dokunmayı da güzeli de hep erteleriz, hiç bitmeyecek sandığımız ileriki günlere. Evet, geleceğim derken aklımdan geçen buydu. Ertelememek yani inşallah…

Ve Pazar günü yine bir dostumuzun bir nikâh merasimindeydik. Yeni nikâh salonunu merak ediyordum. Bu yüzden özellikle gittim. Salonun yeri şahane denize karşı önünde yeni iskele uzanıyor deniz pürüzsüz. Of off mest oldum. Özellikle iskeleye bayıldım. Benim için yeni sudan bile daha değerli bu güzel zarif iskele, bir an kendimi çarşaf gibi uzanmış denize atıp oraya kadar yüzmek geldi içimden. Salonun dışı harika içi ise dizaynı daha iyi olabilir miydi acaba? Ki olabilirdi azıcık daha romantik düşünebilseydi mimarlar. Benim için dert değil ben romantik değilim ama arkadaşlarım şöyle karşılıklı merdivenleri olan bir platform falan düşlediler. Damadın  ayrı, gelinin ayrı çıktığı kenarları çiçekli merdivenler sonrada ortada buluşmaları gibi falan… Yani tabi olabilirdi. Neden azıcık daha düşünmediler ki arkadaşlarımın hatırı için en azından, herkes bizim gibi dum-dum değil ki!! Bize manzara yeter. Ve azıcık daha bakımlı bir nikâh memuru… Hiç kusura bakmasın sevgili memur  arkadaş sanırsınız ki yataktan yeni kalkmış gibi karışık saçlarla gelmiş. Ve keşke o cüppeyi içerde giymiş olsaydı herkesin içinde kotun üzerine geçirmeseydi. İşi bitince de herkesin önünde çıkarmasaydı. Başkanın hediyesi olan kahve fincanlarını da adeta iterek gelinin önüne sürmeseydi. Bilmiyorum bu tür merasimlerin kendine göre bir ağırlığı var sanıyorum. Ve bu konuda uyuz değilim asla. Arka arkaya gelen hapşırıklarımı içimde boğmaya çalışırken ses olmasın uyum bozulmasın diye o arkadaşında bu uyuma uygun olmasını beklerdim. Neyse oradan çıktık sahilden eve dönüyoruz.

Sahil doluydu, çimlerde yuvarlanan çocuklar, çaylarını  yudumlayan insanlar, öğle uykusunu yatan babalar falan bütün çimler tıkış, tıkış dolu. Sürekli düşünüyordum onlara bakarken. O nemli çimenlere uzanan çocuklara hatta büyükler soğuk olan hafif esinti ile rahatsız olmayacaklar mı? Çocuklar şimdi üşümez mi, bir böcek onları ısırmaz mı, top oynayıp terliyorlar sonra nemli çimenlere uzanıyorlar bademcikleri şimdi balon gibi şişmez mi? Of of düşün taşın valla bu havalar bizi haşlanmış balığa çeviriyor ya sanıyorum ki herkesi de böyle etkileyecek… Aslında etkiliyor da sağlık ocakları hastaneler grip hatta zatürree vakaları ile dolu kime baksanız hasta, bu durumda yani bütün kabahat hep havalarda mı bizim hiç mi suçumuz yok. Kesinlikle azıcık dikkat  gerekiyor diye düşünüyorum hatta kış aylarında göstermediğimiz dikkati şimdi kesinlikle göstermek zorundayız diye düşünüyorum.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla ve sevgiyle kalalım diyorum. İkisine de çok ihtiyacımız var. Tabi birlik ve beraberliğe de. Ve bencil olmamaya da ihtiyacımız var. Birkaç öyküye ne dersiniz bu konuda? Yase

BUGÜN-YARIN

Çok zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu. İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı. Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına dün dedi, diğer parçasına bugün, öteki parçasına da yarın. Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.

Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan rezil etti bu gününü. Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu. Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bu günü eline yüzüne bulaştırdı… Mutsuz oldu insan.

Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı. Ne yarın ne de dün…

Can Dündar

BABAMI İSTİYORUM

Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu. Çocuk babasına, “Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun” diye sordu…  Zaten yorgun gelen adam, “Bu senin işin değil” diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk “Babacım lütfen, bilmek istiyorum” diye üsteledi. Adam : – “İllâ da bilmek istiyorsan 20 milyon” diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk “Peki bana 10 milyon borç verir misin” diye sordu. Adam iyice sinirlenip, “Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat” dedi. Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı. Adam sinirli sinirli: – “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder.” diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, “Belki de gerçekten lazımdı”… Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı…  Yatağında olan çocuğa, “Uyuyor musun” diye sordu. Çocuk “Hayır” diye cevap verdi… “Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim” dedi…

Çocuk sevinçle haykırdı, “Teşekkürler babacığım”… Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı. Bunu gören adam iyice sinirlenerek, “Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?… Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok” diye kızdı… Çocuk : – “Param vardı ama yeterince yoktu ” dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; “İşte 20 milyon… Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?…”

Günün Şiiri

TÜRKÜLER DOLUSU

Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Binbir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına
ilmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü , kör topal kabulum
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm

Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
insancasına, erkekçesine
‘Bana bir bardak su’ dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni…
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak .
Ah bu türküler köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim
Kan damlar ucundan, murekkep değil
işte söz, işte ses, işte biçim:
‘Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar’
iliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen

Bedri Rahmi EYÜPOĞLU

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here