Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Seçimlere iki hafta gibi az bir zaman kaldı ama bizde de sabır tükendi. Artık bıktık, artık sıkıldık valla bu yaşa geldik böyle acayip bir seçim süreci yaşamadık! Herkes ağzına geleni söylüyor doğru yanlış, günah sevap kimsenin umurunda değil sanki savaştayız ve savaşı kazanmak için her yol mubahmış gibi. Gerçekten sıkıldık gerçekten bıktık.
Neyi paylaşamıyorsunuz kardeşim altı üstü bir belediye seçimi ve hepimiz aynı vatanın evlatlarıyız sonuçta; istesek de istemsek de sevsek de sevmesek de kardeşiz ve bizi kimse ayıramaz. Ve hak her zaman yerini bulur. Biraz geç olsa da hak yerini bulacaktır eninde sonunda buna inanıyoruz. Ve en canımız burnumuzda olduğu zamanlarda bu düşünce yüreğimize su serpiyor.
Siyasi dilin acayipliği yetmiyormuş gibi işsizlik, pahalılık, adaletsizlik almış başını gidiyor. Gençler başlarını hangi taşa vuracaklarını bilmiyorlar, her yerde depresyon, her yerde maddi manevi sıkıntı. İçte sıkıntı, dışta katliam, camiler bombalanıyor, yüzlerce Müslüman katlediliyor! Artık bize azıcık sabretmek ve bu zamanı en sağlıklı bir şekilde geçirmek istiyoruz, bu yüzden de resim yapmaya yeniden döndük. Bari öleceksek boya kokusundan ölelim, sıkıntıdan, stresten değil diyerek atölyeye kapandık. Tabi bu arada hayatımızda oluşan kişisel güzelliklerden söz etmekten azıcık utanıyor olsak da sözünü etmeden geçemiyoruz.
Evet, Zehra ve Boncukcan’ın günlüğü adlı iki kitabımızı imzalamak için okullara gidiyoruz. Ve belki ömrümün en güzel günlerini öğrenciler arasında iken yaşıyorum. O kadar ilgililer, o kadar tatlı, o kadar kafa çocuklar ki, zaman dursun istiyoruz onlarla söyleşirken. Cıvıl cıvıl soruları, cıvıl cıvıl ciddiyetleri ve hep gülümseyen genç sevecen gözleri “işte bu” dedirtiyor.
Valla işimin belki en can alıcı, en doyurucu tarafı bu ve bunun için Tanrı’ya şükrediyorum.
Ve sevgili okuyucularım insan işte bu en sıkıntılı anında bile gülümseyebilmek ve hayata sarılabilecek bir şeyler bulur. Bu da hayatın armağanı sanırım. Ve sevgili okuyucularım her ne yaşarsak yaşayalım ama umudumuzu yitirmeyelim, her gecenin sabahı var, her sabah yeni bir yaşam bekliyor olacak bizi unutmayalım. Ve sağlıkla ve sevgiyle kalmaya çalışalım, ayrımsız, gayrımsız hep birlikte.
Ve şu an yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, dizlerimde bilgisayarım dışarıda yağmurun hışırtısı. Evsiz barksızları düşünmesem mutluyum diyeceğim ama onları ve sokakların halini düşündükçe… Ah adaletin bu mu dünya.. Yase
& & & & &
Çocuktan Al Haberi
Öğrenciler ders dinlemekten, ödev yapmaktan ve çalışmaktan usanmıştı. Medresede iken, gözleri hocada, kulakları sokaktaydı. Bunalıyor, sokakta oynaşan küçüklerin seslerini duydukça çileden çıkıyorlardı. Ders bitimini sabırsızca bekliyor, biter bitmez sokağa koşuyor, oyuna dalıyorlardı.
Bir gün ders arasında, hocanın en azından bir süre medreseye gelmemsini sağlamak için ne yapabileceklerini konuştular. İçlerinden biri, “Arkadaşlar…” dedi. “Hocamız hastalansa mesela, şöyle bir hafta gelmese… Hı, nasıl olur?” dedi.
Öteki, “Adam taş gibi!” dedi. “Hiç hastalanmaya niyeti yok!”
Cin fikirli biri, “Ama her an olabilir bu!” dedi. “Benim bir önerim var.” deyince, ötekiler atıldı, “Nedir, anlat hele…”
Ertesi gün derse erkenden girdiler. Hocayı beklemeye başladılar. Hoca girer girmez, biri, “Hayrola hocam…” dedi. “Hasta mısınız? Yüzünüz sapsarı!” diye sordu.
Hoca, “Yoo..” dedi. “Allah’a şükür hiçbir şeyim yok, gayet iyiyim.”
“Bilmem!” dedi öğrenci. “Ama kötü görünüyorsunuz .” Hoca kuşkulanmaya başladı. Az sonra, derse geç kalan bir başka öğrenci girdi. İzin istedi, “Hadi geç.” dedi hoca. “Bir daha olmasın ama!” Çocuk yerine geçerken, şaşırmış gibi bakınca yüzüne, Hoca, “Ne oldu, niye bakıyorsun?” diye sordu.
Çocuk, “Hocam geçmiş olsun rahatsız mısınız?” diye sorunca Hoca’nın vehmi arttı, “Niye?” diye sordu. “Kötü mü görünüyorum?”
Çocuk, “Hocam kötü de söz mü, basbayağı hastasınız siz!” Sonra sırayla bir başka, öteki, diğeri, beriki derken Hoca da inandı hasta olduğuna. Kendi kendine, “Allah Allah…” diye mırıldandı. “Yahu sabah hanım nasıl fark etmedi yüzümdeki solgunluğu. Tabi ya, aklı başında değil ki… Beni düşündüğü mü var, kendi derdinde kadın.”
Yine de derse başladı ama kaygı içinde ne anlattığını ne dinlediğini bilemedi. Çocuklar alışılmışın aksine gürültü yaptı, kafasını kazan gibi şişirmişlerdi. Akşam eve dönerken Hoca artık kendini hasta hissediyordu. Eşini payladı, “Kör müsün!” dedi. “Herkes yüzümün sararmış solmuş halini gördü de sen görmedin? Çabuk yatağımı hazırla, ayakta duracak halim kalmadı!”
Kadın, “Ayol senin bir şeyin yok, istersen getireyim aynayı bak, boşuna vehimlenmişsin!” dediyse de inandıramadı.
Hoca, abartarak, “Daha konuşuyor, ser şu yatağımı, baksana bedenim tir tir titriyor.” Dedi.
Karısı yatağını hazırladı. Yattı, yorgunluktan başını yastığa koyar koymaz uyudu. Çocuklar sabah bayram sevinci içinde herkese söyleyip, yaydılar Hoca’nın hasta olduğunu. Akın akın ziyaretine koştu insanlar, “Allah Allah yahu yeni haberimiz oldu, hayırdır neyin var, geçmiş olsun.” Dediler.
Hoca, “Yahu sormayın benim de haberim yoktu, çocuklar fark etti, meğer bayağı hastaymışım!” dedi.
Kaynak: Hikmet Öyküleri Kitabı – Timaş Yayınları
Günün Şiiri
VENI, VIDI, VIXI
Değil mi ki o derin acılarımla şimdi
Buna destek olacak tek bir kolda yoksunum
Ve çocuklara bile zorlukla gülüyorum
Ve açmıyor içimi çiçekler renkleriyle
Anlamalıyım artık : yaşadın yeterince!
Değil mi ki ilkbahar kuşatınca her yanı
Doğayı şenlik yerine çevirdiğinde tanrı
Bu görkemli sevdaya aşksız bakıyorum
Değil mi ki gün-gece ışıktan kaçıyorum
Duyarak o en gizli kederi her şeydeki
Değil mi ki ruhumda umudum yenik düştü
Değil mi ki bu güller, kokular mevsiminde
Sevgili kızım benim, içimde, ta derinde
Yalnız senin yattığın karanlığa özlem var
Madem ki öldü kalbim, yaşadım yeterince!
Yeryüzünde yükümü tek bir gün reddetmedim
Arığım işte orda, burada başak demektim
Yumuşadım gitgide, yaşama gülümsedim
Ve yaşamın o büyük, dipsiz gizi dışında
Dimdik durdum ayakta, kimseye eğilmedim
En iyisiyle yaptım yapabildiklerimi
Ne çok uykusuz kaldım, ne çok hizmet g*türdüm!
Sonra acılarıma güldüklerini gördüm
Nefretlerine hedef seçildikçe üzüldüm
Anarak çalışıp çektiklerimi
Tek kuşun uçmadığı şu dünya sürgününde
Öyle bezgin, ışıksız, ellerimin üstünde
Diğer tüm kölelerin alayları içinde
Taşıdım ağlamadan al kanlara bulanıp
Koparılmaz zincirden payıma ne düştüyse
Şimdi bakışlarımın ancak yarısı bende
Ötesi darmadağın acılı gömütlerde
Dönüp de baktığım yok çağıran olsa bile
Sersemlik ve sıkıntı yüklü bir uykusuzum
Hiç gözünü kırpmadan kalkmış şafaktan önce
Miskin karanlığımın orta yerinde şimdi
Yanıt vermeye bile gönül indirmiyorum
Canımı sıkıp duran o en günücü ağza
Ulu Tanrım gecenin kapısını aç bana
Ki çekilip gideyim, dönmeyeyim bir daha!
Victor Hugo
Deliler
Birinci deli kara sevdalı
Elinde kağıt kalem
İri memeli, geniş kalçalı
Kadın resimleri yapıyor
Burumuş bir mektup avuçlarında
Hem ağlıyor, hem öpüyor
İkinci deli Tanrıya küskün
Çıkmış dinden, imandan
Küfrediyor bütün gün
Kocaman kocaman elleri var
Bir tutuşta parçalayacak gökyüzünü
Bıraksa gardiyanlar
Üçüncü deli zavallının biri
Bakışları bomboş
Cam gibi mavi gözleri
Bir yangında dört yıl önce
İki çocuğu yanmış cayır cayır
Çıldırmış, karısı da ölünce
Dördüncü deli bir eski zengin
Düşmüş, namerde muhtaç olmuş
Bir dilim ekmek için
Hala rüyasını görür geçen zamanların
Sekiz silindirli otomobillerin
Dağ gibi apartmanların
Beşinci deli aklı başında
Besbelli hayli dirsek çürütmüş
Büyük ümitler peşinde
Deli demeğe bin şahit ister
Beğenmemiş gidişini dünyanın
Deli demişler.
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Günün Fıkrası
Kaçış Planı
Günün birinde deliler hastanesinden üç deli bir kaçış planı yaparlar. Plana göre içlerinde birisi yolun sonundaki demir parmaklıklara bakacak, eğer parmaklıklar aşağıdaysa üstünden atlayacaklar eğer yukarıdaysa altından geçeceklermiş. Ertesi gün demir parmaklıklara bakmaya gideni koşa koşa geri gelmiş. Delilerden biri; “Ne oldu?” demiş. Nefes nefese cevap vermiş; “Arkadaşlar üzgünüm ama kaçamıcaz.”
“Neden?”
“Çünkü demir parmaklık yok”
Günün Sözü
Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun. Niye bugünden başlamıyorsun?
EPIKTETOS