‘Günaydın, Nasılsınız, Teşekkür Ederim’

0
115

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Düşünüyorum yine (bol, bol zamanım var çünkü) düşünmeyi seviyorum ama konuşmayı da seviyorum; hatta özlüyorum öyle derin dolu, dolu bir muhabbeti. Bu günler benim için  nerdeyse yalnızıca susma günleri olmaya başladı, kardeşim ve çocuklar gittiğinden beri. Ağzımdan kısa sözcükler çıkıyor yalnızca. Günaydın gibi, nasılsınız gibi, teşekkür ederim gibi? Havuzda, çarşıda, pazarda her yerde yalnızca bu sözcükler yetiyor artıyor bile. İşte biz insanlar böyleyiz. İstersek hiç konuşmadan da anlaşabiliriz, yaşayabiliriz ama olmaz. İlla ipe sapa gelmez şeyleri bir çırpıda konuşacağız. Hatta o kadar rahatız ki bu konuda  ağzımıza hiç ama hiç almamamız  gereken kötü sözleri de bir çırpı da  sıralayabiliriz. “Nasıl bir düşüncesizliktir bu bir türlü anlayamıyorum”

Düşünüyorum eğer doğru konuşmayı biliyor olsaydık belki başımıza gelen şeylerin onda biri bile gelmezdi başımıza. Örneğin  ben deniz gibi yalnızca iki sözcüğe mecbur kalmazdık. Örneğin daha sonra pişman olup özür dilemek zorunda kalmazdık, örneğin asla bir daha geri almayacağımız sözler yüzünden karşımızdakinin yüreğini parçalamazdık, ömür boyu sürecek kırgınlıklar ve araya dağları sokmazdık. Hatta bazımız cinayet işlemezdi belki boşanmazdı.

Ve belki hiç yalan söylemek zorunda kalmazdı ve bu örnekler daha uzar gider.

Ben deniz iki üç sözcüğe mahkum kaldım çünkü sorgulanmaktan,  hayatımın inciğinin  cıncığın sorulmasından hiç hoşlanmıyorum.  Özelikle deniz kenarında, havuzda ve durakta…

Hepimizin birbirine hoş gelemeyen tarafları vardır kuşkusuz. Ancak onları  bu yüzden taciz etmek, sıkıştırmak, hakaret etmek çok ama  çok  zararlı bir şey ben denizin de şaşırdığı şey… İki hanımın tartışmasına şahit oldum kilo ve şort yüzünden… Zaten  çokta normal olmayan bir zamanda yaşıyoruz en azından bu hanımların hadi kilolar hassas konu, belki hiç dokunmamak gerekirdi ama diğeri de o şık şorta laf atmamalıydı yani etki tepki oldu ve kırılan taraf diğer taraftan intikamını almak istedi acımasızca. İkisi de Mevlana’dan habersizdi ve bütün olaya şahit olanlar ve yakınlar  “kırıldıysan kırdığın içindir”  sözünden  bi haberdi ki kimse eşine, kızına, kardeşine, arkadaşına bunu söylemedi. Ve arayı bulmadı aksine gruplara ayrıldılar.

Bu minnacık bir örnek ama çok büyük anlam taşıyor kardeşliğe, birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulan bu günlerde. Bu yüzden diyorum kıracağınıza hiç konuşmayın olsun bitsin. Ancak tabi herkes ben deniz gibi suskunluğa  en az açlık kadar tahammül edemez ki. Ama en azından, bir soluk alıp, ondan sonra sözünü tartarak konuşmaya çalışabilir değil mi ama. İnsanlar?

Ne demiş Hz. İsa; “Ağzına giren değil ağzından çıkandır önemli olan.”

Kendi hesabıma bu yüzden günaydın ve nasılsınız ve teşekkür ederim üçlemesi ile yetiniyorum artık kimseyi kırmak, incitmek istemiyorum çünkü kendimi seviyorum ve asıl incinen ben olmak istemiyorum.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım her zaman… Yase

& & & & &

Hakiki Muhabbet Nedir?

Kırılan iki arkadaştan biri, uzun bir aradan sonra diğerinin kapısını çalar. “-Kim o?” diye seslenir içerdeki. “-Benim” der kapıyı çalan.

“-Burada ikimize birlikte yer yok” diye cevap verir öbürü.

Aradan uzunca bir zaman geçer… Yeni bir umutla tekrar çalar sevdiği arkadaşının kapısını. “-Kim o?” diye sorar yine içerdeki.  “-Sen’im” der bu sefer. Ve kapı sonuna kadar aralanır.

Hz. Mevlânâ da; “Birisinin kalbinde taht kurmak, sevgisini kazanmak istiyorsanız, öylesine sevmelisiniz ki, benliğinizi bırakıp âdeta o olmalısınız” diye anlatır hakiki muhabbeti.

& & & & &

Mal Sevgisi Kalbi Kaplamamalı

Büyük fıkıh (hukuk) bilgini, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin (VIII. yüzyıl) ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu malumdur. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi: “-Ya imam, gemin battı!…” (İmamın ticari mal taşıyan gemileri mevcut)

İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra “-Elhamdülillah” dedi.

Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi: “-Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş.”

İmam bu yeni habere de: “-Elhamdülillah” diyerek mukabele etti. Haber getiren kişi hayrete düştü: “-Ya imam, gemin battı diye haber getirdik “Elhamdülillah” dedin. Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine “Elhamdülillah” dedin. Bu nasıl hamdetme böyle?”

İmam-ı Azam izah etti: “-Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle Allah’a hamdettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışladığı için de Allah’a şükrettim.”

& & & & &

Öğüt

Bir gün Emir Süleyman Pervane, Mevlana’dan kendisine öğüt vermesi için ricada bulunmuştu. Mevlana, bir zaman düşündükten sonra: “-Emir Pervane, Kur’anı ezberlediğini duyuyorum, doğru mu?” dedi.

Pervane: “-Evet.”

“-Ayrıca, Şeyh Sadreddin’den hadis ilmi okuduğunu da duydum.”

“-Evet doğrudur.”

Bunun üzerine Mevlana şöyle buyurmuştu: “-Mademki, Tanrı ve onun peygamberinin sözlerini okuyorsun… O sözlerden öğüt alamıyorsan, hiçbir ayet ve hadis’in emrine uyamıyorsan, benim nasihatimi nasıl dinler ve ona uyarsın.”

Pervane, bu sözler üzerine ağlayarak dışarı çıkar.

Günün Şiiri

Fırtınadan Sonra

Hava, gelip geçen fırtınayla dolu.

Canlandı her şey, ve bir cennet ferahlığında solmakta

Leylak, bir tazelik akımını çekmede içine

Her yana dağılmış mor salkımlarıyla

Hava değişimi diriltti her şeyi,

Doldurmada çatı oluklarını yağmur;

Fakat gitgide aydınlığa doğru değişmede gök

Kara bulutların ötesi masmavi

Sanatçının eli daha bir güvenle

Arındırmada her şeyi tozundan, kirinden;

Yaşam, gerçeklik ve olup bitenler

Yepyeni çıkmada onun atölyesinden

Yaşanmış yarım yüzyılın anıları

Gelip geçen fırtınayla tersine dönmede şimdi,

Yüzyılımız çıktı vesayetinden onun

Geleceğe yol açmanın zamanı geldi

Yeni yaşamın yolunu arındıracak olan

Artık sarsıntılar ve dönüşümler değildir;

Bir şeylerle alevlenmiş ruhun

İçtenliği, fırtınaları ve cömertliğidir…

Boris PASTERNAK / Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU

Ağustos

Tam söz verdiği üzere

İlk sabah güneşi perdeler arasından içeri girdi

Ve safran renginde, meyilli bir çizgi

Sedire ulaşıverdi.

Güneşin sıcak cilası

Kapladı yakın ormanı, köy evlerini

Yatağımı, ıslak yastığımı

Ve kitaplarımın arkasındaki duvarı.

Yastığımın niçin ıslak olduğunu hatırlarım

Geleceğinizi görmüştüm düşümde

Birbiri ardısıra, ormanın içinden

Beni uğurlamaya.

Dağınık bir kalabalığın içinden yürüyordunuz

Sonra biriniz hatırlamıştı

Eski takvime göre

Bugün Ağustos’un altısı, Tecelli Yortusu’ydu.

Her zaman böyle bir gün Tabor dağından

Alevsiz bir ışık gelir

Ve sonbahar, bir levha gibi temiz

Tüm bakışlar ona yönelir.

Yürümüştünüz, küçük, dilenci çıplaklığında

Titreyen kızılağaç korusu içinden

Mezarlığın zencefil kızılı çalılığına

Ballı bir petek gibi parlayıp birden.

Gökyüzü ulu komşusuydu

Susmuş ağaç doruklarının

Ve uzaklık çağırıyordu uzaklıkları

Çoktan uyuklamış ötüşlerinde horozların.

Ağaçların arasında, kilise avlusunda

Mezbaha memuru gibi durmuştu ölüm

Ve bakmıştı solgun donuk yüzüme

Ölçmek için mezarım, büyüklüğüm.

Hepiniz işitebiliyordunuz net

Yakınınızdaki bitkin sesi

Benim yiten sesimdi o, peygamberane

Yok olmanın henüz el değmediği.

“Elveda gök mavisi ve altını

Tecelli Yortusu’nun

Bir kadının son okşayışlarıyla yumuşak

Ölüm saatimin acılığı.

Elveda süresiz yıllar

Ve alçalış uçurumlarına

Meydan okuyan kadın

Ben alanıydım savaşınızın.

Elveda gerilmiş kanatların köprüsü

Özgür inatçılığı uçuşun

Şekli dilde açıklanan dünya

Yaratıcılık, mucizelerin çalışma gücü.”

Boris PASTERNAK / Çeviren: Osman TÜRKAY

Günün Sözü

İnsanlar arzularına son olmadığı için, bu arzuları tatmin edecek vasıtalara da son olmamasını isterler.
ARISTOTELES

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here