Gazipaşa’dan Sevgiler

0
83

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar sıcak ayrımına ancak yeni-yeni varmaya başladık. Kaç zamandır ne sıcakla ne de havayla ilgimiz yok gibiydi. İnşallah yavaş-yavaş normal günlerimize döneceğiz ve bir kez daha uğramayacak yamacımıza bu anımsamaktan bile korktuğumuz cehennem günleri.

Ve hayat ne olursa olsun akmaya devam ediyor. Konuşmalar her ne kadar dönüp duruyorsa da sürekli yeniden o karanlık geceye yine de kuşlar ötüyor, çiçekler açıyor, yıldızlar parlıyor. İnsanlar AVM’leri doldurmaya devam ediyor. Çocuklar denizde dalgalarla kucaklaşmaya devam ediyor. Acıkınca ağlıyor, uykusu gelince uyuyor. Ve biz Gazipaşa’da hayatımıza devam ediyoruz medeniyetten uzak, sebze meyve gibi. Gerçekten kendimi her Gazipaşa’ya geldiğimde domatese, incire, zeytine benzetirim onlar gibi güneşte ve toz altında yaşıyoruz. Bu toprakla iç içe olma durumu sinirlerime baya iyi geliyor.

Ve İskenderun’dan Gazipaşa’ya doğru yolculuk yaparken bile kendimi  toprağa yakın hissetmeğe başlarım. Ve o yolculuklar başlı başına birer öykü, birer macera öyküleri başlı başına bir macera, her gidiş geliş ayrı bir olay, ayrı bir hayat, ayrı bir sorgulama ve ayrı bir güzellik.

Ve geçmişle günü kıyaslama olanağı da buluyoruz böylece. Örneğin evvelki yıl kardeşimle balkonumuzun önündeki dantel ağacımızın kesilmesine nasıl üzülmüş, nasıl ağlamış, nasıl kavgalar etmiştik yönetimle. Ancak bu gelişte bir baktım bütün ağaçlar büyümüş etraf çölde neşeli bir vahaya dönmüş, hurma ağaçları ve palmiyelere eşlik eden muz incir, nar ağaçları, ağır gürgenler ve en az üç çeşit çam ağacı, çimler taze, hava tertemiz… Geldiğimden beri geceler deniz kokuyor ancak geçen yılki geceler yangın kokuyordu, cayır, cayır ciğerlerimiz yanıyor diyordum… Dilerim ne bu yıl, ne de hiç bir zaman ciğerlerimizi yakmayız ve kokusuyla kavrulmayız.

Ve değişmeyen şeylerden biri hala internet kafelere takılıyor olmam, bizim buraya hala internet bağlantısı yapılamıyor, cep telefonları bile az çekiyor. En az on yıldır buradayız ve her yıl değişir, gelişir diye boşa beklerim ve yine her gün sıcakta şehre inmek zorunda kalırım. Bu memleketin bütün araçlarını kullanmışımdır rahatlıkla valla kimi bulsam atlıyorum aracına. Anımsarsanız, sıcakta ter kan ilerlerken bir öğle vakti yazım yetişsin diye telaş ederken bir taraftan da düş kuruyordum. Şimdi bir kavasaki motor olacak, gıcır, gıcır geniş ferah ve ben arkada saçlarımı rüzgara vermiş serin, serin uçuyorum internet kafeye doğru… Oh ne güzel ya serin bir rüzgar yanaklarımı yalıyor, terlemiyorum hiç, vücudum sanki buharlaşmış, öylece uçuyorum vay vay  vay ya? Kendi kendime  gülümserken arkamdan bir homurtu dak, duk ,dak dukkk? Uf bu gürültüde ne, düşlerimi bölen? Rüzgar burnuma garip bir ekşi koku gönderiyordu aynı zamanda. Ve puf puflar, dak- duklar  gelip yanı başımda durdu. Nasıl anlatsam? Kelimenin gerçek anlamı ile eskilikten perişan, paramparça dökülen bir motor. Üzerindeki genç insanda en az motoru kadar eski püskü giysili kömürden kara teni ile bembeyaz parlayan dişleri ve çizgiye dönmüş gözlerindeki neşe ile bana bakıyor! Hemen o an içim sımsıcak duygularla dolmuştu.

yase-gazipaşa1

Hala alışamadığım Gazipaşa lehçesi ile. Abla atla arkaya götüreyim demez mi? Ahhh düşlerim ahhh? Arkaya bir baktım arka koltuğunun yerinde bir sünger paramparça. Bir koltuğa, bir içten gülümseyen sürücüye bakmıştım, içim paralanıyordu bir pis yırtık pırtık sünger parçasına, birde bütün yüreği ile beni götürmek için yalvaran genç insana! Allah’ım ya rabbim bir düş bir ders mi yoksa yaşadığım anında? Sen misin konfor dileyen al sana konforun babası durumları mı? Kendimden utanıyorum düşlerimden de? Çocuğun motoruna binmek düşüncesi bile hasta ediyor ilk başta da zaten olamazdı bu? Utangaç ve inanmayan bir gülümsemeyle bakıyorum. Ya ben yaya giderim sağ ol diye geveliyorum. Olmaz lütfen beni kırma atla arkaya… İçimden, bayılıyorum bu “atla arkaya” sözüne, gülemiyorum alay ediyor sanmasın diye. Ya valla belimde sorun var, yürümek daha iyi hem de otobüs şimdi gelir. “Yok kardeşim adam üsteliyor candan gönülden. Sonunda bütün olumsuz duygularımı sevgiye çevirip ona dokunmamaya çalışarak süngerin üzerine tünüyorum.

Ve kalbim heyecandan fırlamak üzere motor çalışıyor, oflayıp puflayarak bir an parçalara ayrılacak sandım ama o  direniyor? Ana caddeye çıkıyoruz, rüzgar, genç adamın ekşi, gübre kokusunu bana doğru savuruyor kokudan fenalık geçirmemek için başımı omzunun üzerinden yana çeviriyorum ve her an kendimi yerde bulacağım düşüncesi ile belim bacaklarım kramp içinde  gidiyoruz. Arkadaşlarım görse ne harika olur diye düşünüyorum. “Tam sana  yakışanı buldun sonunda” derlerdi. Kuşkusuz. Sonunda kırmızı lambada durduk “ben burada ineyim” dedim çabuk, çabuk. “Abla dönüşte gelip alayım mı demez mi?” Tabi çok ama çok teşekkür ettim insan bu kadar güzel olabilir mi ya? Allah bana bir ders vermek istedi herhalde. Sen konforu dileyeceğine insan düşle demek istedi zahar? Ama ya azıcık konfor da olsa insanla birlikte ne olurdu ki? Ancak huzurumda, neşemde müthiş yerindeydi. Aceleyle teşekkür ettim geç kalacağım dedim. Ve koşarak karşıya geçtim bütün günüm neşeyle, işlerim kolaylıkla ilerlemişti.

Ve bu sabah yine elimde bilgisayarım internet kafe için şehir yolundayım ancak düş yok kafamda hayal ya da düşünce bile yok yalnızca yürümek ve hiç durmamak. Bir baktım yine bir homurtu ve sanırım ilk çıkan Tofaşlardan biri horul horul durdu yanımda yine dilini bir türlü sökmediğim, eski püskü dökük bir bey. Sizi bırakayım (kesinlikle böyle demedi ama ben böyle yorumladım) teşekkür edip girdim arabaya bakalım benim şu insanları kırmak adına yaptığım fedakârlıkların sonu ne olacak. Allah’tan iki adımlık memleket yoksa asla kendimi sağlama almadan bilmediğim kimselerin aracına binmem.

Ve günde en az iki kere “ben buraya ait değilim” diye kendi kendime söyleniyorum bazı zamanlar ilk kez   bu defa hiç söylenmedim, kendimi prensesmiş gibi algıladım aksine. Ne tuhaf şeyler oluyor hayatta ya?

Ve sevgili okuyucularım ömrüm kendime şaşmakla geçiyor ve düşünüyorum acaba gerçekten ben kimim diye. Ancak  her şeye rağmen burası çok güzel ve kendimi çok iyi algılıyorum çok uzun zamandan sonra ilk kez.

Dilerim sizlerde kendinizi huzurlu ve özel algılıyorsunuzdur. Hepinize uzaklardan selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Sağlık ve sevgiyle kalalım ayrımsız gayrımsız her zaman. Yase

& & & & & &

Uzun Kızlar Efsanesi

Ordu yöresinde dilden dile, dededen toruna anlatıla gelmiş cesaret yüklü bir efsane…

 Yüzlerce yıl önce Mesudiye yöresinde üç Türkmen kardeş yaşarlarmış. Bu kardeşler, kış mevsiminde Mesudiye yöresinin kuytu ve sıcak yerlerinde, yaz mevsiminde de yüksek yaylalarda yaşamlarını sürdürürlermiş. Her üç kardeşin de sürülerce koyunları ve yüzlerce atları varmış.

Karababa, Karaaslan ve Eriçok adındaki bu üç kardeş, canlı kelekti koyunları, yağız at sürüleriyle mutlu bir şekilde yaşayadururlarken, günlerden bir gün büyük bir düşman ordusu çıkagelmiş. Onların bu mutlu yaşamları da sona ermiş. Sona ermiş ama, Türkmenler hemen teslim olmamışlar. Düşman ordularıyla aralarında denk olmayan ama yiğitçe bir mücadele başlamış. Karababa ve Karaaslan adlı kardeşler, bulundukları mevkide yiğitçe mücadelelerinden sonra şehit düşmüşler.

Üçüncü ve en kuvvetli kardeşin askeri daha çökmüş. Onun için bu kardeşin bulunduğu tepeye “Eriçok Tepesi” denmiş. Eriçok tepesi müstahkem bir kalenin bulunduğu, bir tarafı kayalık ve uçurum olan yüce bir tepedir. Düşman, bu tepeyi de kuşatmış. Tepenin üzerindeki kalenin önlerinde günlerce savaş olmuş. Düşmanlar tepeyi savaşarak alamayınca beklemeye başlamışlar. Kalede su ve yiyecek bitmiş. Günün birinde kaledeki Türkmenler artık susuz kalamayacaklarını anlayınca Eriçok Tepesi’nin yakınlarında bulunan Kübet çeşmesine su getirmeleri için 12 savaşçı ve iki yiğit kız göndermişler.

Kızlar çeşmede suyu doldurmuşlar. Savaşçılar da kendilerine saldıran düşmanlarla savaşmaya başlamışlar. 12 savaşçı savaşadursun, kızlar Eriçok tepesine hızla tırmanıyorlarmış. Ama düşman durur mu? 12 yiğidi şehit ettikten sonra kızların peşine düşmüşler. iki yiğit Türkmen kızı, kaleye epeyce yaklaşmışlar. Fakat düşman atlıları peşlerinden yetişmiş. Düşmanın nefesini enselerinde duyan kızlarında başka çareleri kalmamış:

“-Allah’ım” demişler… Bizi düşmana teslim etme!.. Yeri yar da yerin içine girelim… Onların eline teslim olmaktansa ölmek daha iyidir.

Yüce Allah onların bu dualarını kabul etmiş. Yer yarılmış ve onları bağrına basmış. Kızların öyle uzun, öyle güzel saçları varmış ki, saçlarının bir kısmı dışarıda kalmış.

Uzun bir mücadeleden sonra Eriçok Tepesi düşmüş. Yerin yarılıp yarılmadığını bilemeyiz ama, Uzun Kızların mezarları ve Eriçok Kalesi’nin önünde binlerce mezar, bugün bile durmaktadır. O civarlar gezildiğinde insanoğlu ister istemez ürpermektedir. Her üç tepede de, yani Eriçok, Karababa ve Karaaslan Tepelerinde bu mübarek zatların mezarları ziyaret edilmektedir.

Günün Şiiri

Aydınlık

Gece oldu yandım

Tepeden tırnağa donandım

İndim şehre pırıl pırıl

Geçtim ışıklar içinden

Işıklar ışıklar içinden

Işıklar içinde

Karamanoğlu Mehmet Bey

Günün Sözü

Düzeltilmesi gereken bir yanlışlık, doğruluktan daha ağır bir yüktür.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here