Gazipaşa’dan Kocaman Bir Günaydın

0
105

Gazipaşa’dan kocaman günaydınlar sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Burada her şey bıraktığımız gibi, çölde dinlemek istediğiniz gibi serin yemyeşil bir vaha olan sitemiz de etraf biraz daha yeşillendirilmiş, çiçekler rengârenk, havuz, deniz ve mehtap şahane, yıldızlar elimizin ulaşacağı yakınlıkta kocaman kocaman göz kırpıyorlar… Özellikle Cuma gecesi, ay tutulması vardı hava rüzgarlı ve bulutluydu ve o bulutlarla ayın muhteşem dansı önünde dünyanın soluk kızıl gölgesi nasıl güzel, nasıl büyüleyici anlatılmaz izlenir sadece. Gece geç saatlere dek -ki 5 saat sürdü- balkonda omuzlarımızda birer battaniye (hava çok serin, nispet yapmış olmayalım yani) elimiz yüzümüzde, dudaklarımızda geniş bir gülümseme, gözlerimiz bayram yaparak ayın tutsaklıktan kurtuluşunu izledik. Oysa bir gece önce “siyah perde alacağım” demiştim odama. Gecenin aydınlığından kurtulmak için.

Ve komşumuz Yunanistan’daki korkunç yangın ile yitirilen canlar, kavrulan ağaçlar, hayvanlar, korkunç ötesi bir felaket. Onların acısı bizim acımız, her ne kadar kendimizi birkaç saat ayın büyüsü ile oylayabildikse de onları unutmuş değiliz ve unutmayacağız. Aklımız, yüreğimiz orda atıyor. Maddi hasarlar giderilebilir ama yaşanan felaket ve yiten bunca can insan nasıl dayanır buna? Allah gani gani sabır versin geride kalanlara, gidenlerin mekânı cennet olsun. Bize dönersek Arsuz… Ve Arsuz’da bu kaçıncı yangın. Allah korumuş can kaybı yok ama olabilirdi. Neden değişen iklim deniyor. Ancak bendenizce iklimde değil hata insanlarda ve o insanlar dünyayı ateşe veriyor bilinçli ya da bilinçsiz ancak kesinlikle düşüncesizce.

Yani dün hava sıcak ve esintili, kaldırım kenarındaki ağaçlar kurumuş, kaldırım otları kurumuş kavrulmuş. Bir kıvılcım yeter bütün Gazipaşa’yı yutmaya. Ve sevgili okuyucularım dün yine öğle saati güneşin etkili olduğu bir zamanda pazardan dönüyoruz bir durak önce inmişiz kardeşimle. Yanımızdan son model bir araç geçti, kaldırımda bir sigara izmariti, ne zaman atıldı o araçtan anlayamadık bile. Bir anda kaldırımdaki kavrulmuş otlar alev aldı. Ellimizdekileri bırakıp koşarak yolu kesip karşıya geçtik. Çalıları söndürdük. İzmariti atan maganda yok olmuştu bile. Hadi sokakta biz olmasaydık ya da dikkatli olmasaydık geçip gitseydik ne olacaktı. Bütün kuru ağaçlar, çalılar alev alacaktı kaşla göz arasında ve sokak o ağaçlarla dolu…

Ve bu ve bunlara benzer düşüncesiz magandalar etrafı cehenneme çeviriyor bir sigara izmariti ile. Eğitim diyoruz, kamu spotu diyoruz. Kimsenin aklına bir şey girmiyor, mevsimler değişiyor diyoruz, değişmeyen yalnızca magandalık, her devirde her zaman oldukları yerde kalıyorlar. Ve bir kıvılcımı gözyaşlarımız söndüremez keşke herkes bunu bilseydi.

Ve sevgili okuyucularım sağlıkla, sevgiyle kalalım, her zaman, ayrımsız, gayrımsız ve komşumuzdaki felakete yapılan acayip vicdansız,, insanlık dışı yorumları bütün yüreğimizle kınıyoruz. Yase

& & & & &

U M U T

Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının neredeyse tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları bulunmaktaydı. Alt katlarında ise yaşlı bir ressam otururdu. Günlerden bir gün genç kızın arkadaşları zatürreeye yakalandı. Genç kız günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu…

Geriye doğru sayıyordu;”Oniki” dedi, biraz sonra da ”on bir”; arkasından ”on”, sonra ”dokuz”; daha sonra, hemen birbiri ardına ”sekiz” ve ”yedi”. Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba? Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş, yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı. Dönüp arkadaşına ”Neyin var?” diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde ”altı” dedi. ”Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce nerdeyse yüz tane vardı. Saymaktan başım ağrıyordu. Ama şimdi kolaylaştı. İşte biri daha gitti. Topu, topu beş tane kaldı şimdi.” ”Beş tane ne?” diye sordu arkadaşı. ”Yapraklar, asmanın yaprakları. Sonuncusu da düşünce, bende mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu.” Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü. Fakat o; ”İşte bir tane daha gidiyor. Hayır, çorba falan istemiyorum. Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü görmek istiyorum.. Ondan sonra bende gideceğim.” diyerek cevap verdi.

Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt kattaki yaşlı ressama ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı ressama. Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız hemen arkadaşına perdeyi açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetli esen rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hala yerinde duruyordu. Sapına yakın tarafları hala koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak, yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asılmış duruyordu. ”Bu sonuncusu” dedi hasta kız. ”Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüştüm. Rüzgârı duydum. Bu gün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim.” Ağır, ağır geçen gün sona erdiğinde onlar, alacakaranlıkta bile, asma yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu görebiliyordu.

Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır aydınlanmaz, genç kıza hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı hala yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun, uzun yaprağı seyretti. Sonra arkadaşına seslendi; ”Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada tuttu.

Ölümü istemek günahtır. Şimdi bana biraz çorba verebilirsin” dedi. Akşamüstü gelen doktor ayrılırken; şimdi bir alt kattaki hastaya bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree. Yaşlı adam çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok ama daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor” dedi. Ertesi gün Doktor; ”Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız” dedi. O gün öğleden sonra arkadaşı, iyice iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş.

Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan kıvranırken bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti kimse. Sonra, hala yanık duran gemici feneri, yerinden sürüklene-sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde birbirine karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola saçılmış bir kaç fırça bulmuşlar. O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü. Rüzgâr estiği zaman bile yerinden oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şaheseriydi. Yaşlı ressam, son yaprağın düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp yapıştırmıştı…

Günün Şiiri

Hasretinden Prangalar Eskittim

Seni anlatabilmek seni.

İyi çocuklara, kahramanlara.

Seni anlatabilmek seni,

Namussuza, halden bilmeze,

Kahpe yalana.

Ard- arda kaç zemheri,

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu

Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…

Bir ben uyumadım,

Kaç leylim bahar,

Hasretinden prangalar eskittim.

Saçlarına kan gülleri takayım,

Bir o yana

Bir bu yana…

Seni bağırabilsem seni,

Dipsiz kuyulara.

Akan yıldıza.

Bir kibrit çöpüne varana.

Okyanusun en ıssız dalgasına

Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,

Yitirmiş öpücükleri,

Payı yok, apansız inen akşamdan,

Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,

Seni anlatabilsem seni…

Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır

Üşüyorum, kapama gözlerini…

Ahmed ARİF

Yurdum Benim Şahdamarım

Engereğin dişlerine işledim,

Ağu dişlerine

Oluklu, çentik…

Ve vurgun,

Gözleri bir çift cehennem

Burnuna kan tütmüş

Pars bıyığına…

Dağın pulat yüreğine işledim,

Şimşeğin masmavi usturasına

Sevdanı usul-usul

Sevdanı mısra-mısra

Lo ben seni hapislerde sevmişim,

Ben seni sürgünlerde.

Yurdum benim şahdamarım…

 

Yücende buzul

Ve kar,

Maviş dağ tavşanları

Gün vuranda alaran

Zemheri yılanları

Ve yahut bir hışımla

Öyle çakılan

Sonsuzluğun yakışığı kartallar.

………..

Başım gözüm üstünesin

Suskum, avazım üstüne…

Adından başka silah

Yazgından başka günah

Daha yazmamış

Hiçbir gizli dosyada

Hiçbir açık kitapta.

Ahmed ARİF

En Yüksek Kulenin Türküsü

Sevdalar çağı dönsün,

Dönsün geri gelsin

 

Ah nasıl dayandım nasıl da

Unutamam artık dünyada,

Nice korkular kaygılardı

Uçup gitti göklere.

Bir belâlı susuzluk

Karartıyor damarlarımı.

 

Sevdalar çağı dönsün,

Dönsün geri gelsin.

 

Bir çayır gibi tıpkı

Unutulmuş bir kıyıda,

Karamukların, gülüklerin

Boyatıp çiçek açtığı,

O yabanıl uğultusunda

Korkunç pis sineklerin.

 

Sevdalar çağı dönsün,

Dönsün geri gelsin.

Arthur RIMBAUD

Günün Sözü

Gözlerde Yaş Yoksa Ruh Gökkuşağına Sahip Olmaz.
Kızılderili Sözü

İnsanlar, Kötülüğü,  Arzuları Güçlü Olduğu İçin Değil, Vicdanları Zayıf Olduğu İçin Yaparlar.
J.S. MİLL

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here