“Ey Oruç, Tut Bizi!”

0
147

“Orucun Arapçası savm’dır, anlamı da ‘tutmak’tır.. Nefsi tutmaktır, tutulması gereken ne varsa ondan: yiyecekten, içecekten, şehvetten, öfkeden, kinden, nefretten, hasedden, sevgisizlikten, hayvanlıktan… Niçin? Kalbin kapılarını açmak için.”

Bu paragraf, Dücane Cündioğlu’nun, “Orucunu açarken tutabilir misin?” adlı makalesinden.. Başlık ise bir mahya cümlesinden.. Başlık için aslında iki cümle seçmiştim.. Seçmiş olduğum, “Helal kazan, helal ye!” cümlesini, tutumlu olmak adına iktisaden başlığa yazmadım.. Bu anlamla niyetimin “iktisat” üzerinden bir Ramazan yazısı yazmak olduğunu ve başlıktaki tutumumla da girişteki bu kurguyu bile isteye yaptığımı söylemeliyim.. Öte yandan Ramazan da dahil zamanın her anında aldığı her nefeste, “Helal kazan, helal ye!” mahyasını ışıtan, diğer ifadeyle haram kazançtan da haram lokmadan da sakınarak yaşayanların  varlığından hareketle, kendi adıma; Akif şairimizin “Herifin ağzı samed, midesi yüzlerce sanem” dizesiyle betimlediklerinden olmamak için, Ramazana özgü, “Ey Oruç, tut bizi!” cümlesine kasten öncelik verdiğimi de belirtmeliyim..

Ki iktisat da zaten, “niyet, kurma, bile bile yapma” anlamlı Arapça KSD kökünden geliyor.. İktisatla, her ne kadar kasıtta (niyette, bilerek isteyerek yapmada)  aşırı gitmemek, tutumlu olmak kastedilse de; tutumu: “Ne tutumu? Bırakınız satsınlar, bırakınız alsınlar!” tutumsuzluğundaki “her şey serbest” piyasa iktisadında bu kastın maksadını çoktan aştığını, tüketim toplumu üzerinden alışveriş merkezlerine atıfla söyleyebiliriz..

Allah’ın “Samed” sıfatından hareketle; “O ihtiyaçtan münezzehtir. Eğer O’na yaklaşmak istiyorsan ihtiyaçlarını en aza indir!” diyor hikmet sahibi bilgeler.. Peki; ihtiyaçlarımızı aza indirmek şöyle dursun sürekli kamçılayarak doymak bilmez bir açlık haline getiren hikmet yoksulu hüküm sahipleri kimler? Kimler var tüketim toplumu mühendisliğinin arkasında? Haram kazancın sembolik adı “Faiz Lobisi” mi yoksa?

Bu türden sorulara verilen yanıtları kimileri “komplo teorisi” olarak nitelese de ben, iktisat profesörü Korkut Boratav Hoca’nın; “Faiz lobisi denilen olgu gerçekte finans kapitaldir” (Aydınlık, 1.7.2013) tanımından hareketle; “paradan para kazandıran sistemin” bizatihi kendisinin insanlığa kurulmuş bir komplo olduğunu söyleyenlerle hemfikrim.. Bu fikre iktisatçı İbrahim Öztürk’ün, “Kapitalizmin bin bir yüzü ve sonuçları” adlı makalesinden,  “kısa vadede kâr ve haz, uzun vadede acı ve yıkım getiren” şeklindeki kapitalizm tanımını ve “öte yandan problem kapitalizmin batıp batmayacağı ile ilgili de değil. Zira bu düzen sayesinde batan insanlıktır” yorumunu ekleyebilirim.. (Zaman, 21.6.2010) Bu bağlamda da mesela, Alan Durning’in Tüketim Toplumu adlı kitabının önsözünden, batan insanlık adına sorulan şu soruyu fikri paylaşım anlamında yazabilirim.. “Dünyada kişi başına düşen gıda tüketiminin en yüksek olduğu ABD’de insanlar zayıflama rejimleri için yılda 35 milyar dolar harcıyorlar. Böyle bir düzende yanlış bir şeyler olmadığını kim iddia edebilir?”

Düzendeki yanlış şeylerin tarihsel arka alanını,14. yüzyıl İngiltere’sinden bir emekçinin; “Onların tokluğu bizim açlığımız” sözünü aktarıp  “sermaye birikimini besleyen iki tür zenginlikten” söz ederek şöyle açıklıyor “Kapitalizmin Yüzyılı” adlı makalesinde Mike Haynes de.. “Biri, dünyanın talan edilmesiyle sağlanan ‘ilkel’ sermaye birikimi; diğeri, işçilerin sömürülmesinden elde edilen ‘modern’ zenginlik..” (Yeni İşçi Demokrasisi, s.12, Ocak 2000) Kapitalizmin her şey serbest piyasasındaki haramı görmek için, anlatımı bu denli büyütmeye gerek de yok! Açlık, yoksulluk sınırında yaşayan dünya kadar insanın durumuna bakmak yeter aslında.. Kaldı ki, “İnsan, maddî tatminle baş başa bırakıldığında yedikçe acıkan, içtikçe susayan doymak bilmez bir varlık haline gelir” diyor Ali Ünal, “Yeşeren Ümitler” adlı makalesinde (Zaman, 19.4.2010)  ve ekliyor: “Bütün hayatı, bir türlü elde edemediği, etmesi mümkün olmayan bir tatminin peşinde koşmaktan ibaret olur. Liberal kapitalizm tam da budur. Bu, bencilliği doğurur. Baştan sona yardımlaşma manzumesi olan hayatı çatışmadan ibaret gösterir; bu da, kuvveti öne çıkarır ve hakkı kuvvete verir, kuvvete tapınmaya ve adaleti ihmale yol açar; insanı insanın kurdu yapar. Bu da emperyalizmin ta kendisidir.” Ve şöyle bitiriyor “obez rejimleri” eleştirdiği makalesini: “Oysa insan, maddî tatminini sınırladığı ölçüde tatmin bulur, kendi tatminini başkalarının tatmininde bulduğu sürece tatmine erer ve insan olur.”

Cündioğlu, “Aç olmakla değil ama, bile isteye aç kalmakla varoluş arasındaki güçlü bağlantı, çağdaşlarımız tarafından görülemiyor ne yazık ki” diyor, girişte atıf yaptığım makalesinin devamında.. “Tüketim toplumunda açlığın faziletlerinden konuşulabilir mi?” diye soruyor ve yanıtlıyor: “Ey talib, sorduğun için söylüyorum: Orucu ne kadar ve nasıl tuttuğun çok önemli değil, asıl önemli olan, orucu nasıl açtığın. Sen, Muhammed’in yetimlerinden ol, orucunu, asıl açarken tut!” (Yeni Şafak, 6.9.2008)

“Ey Oruç! Tut kaldır maddi nefsimizi, mana nefhamızın üzerinden!” niyetiyle nefsimizi tutarak ezan sesini beklediğimiz iftar sofralarında, “besmeleyle” uzandığımız bardakları değdirmeden dudaklarımıza, okumalıyız diye düşünüyorum zamanın her anında ışıyan “Helal kazan, helal ye!” mahya cümlesini kalbimizin açık kapılarında..

Sofralarınız bereketli olsun..

Selam ve saygılar…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here