Eğitimin Derdi Ne?

0
153

Başlıktaki sorunun yanıtı aslında, ME Bakanı Sayın Ömer Dinçer’in; “içinde ibretlik tespitler var” şeklinde değerlendirdiği; “Türkiye’de sınav odaklı eğitim sistemi dershane ve özel derslere ihtiyacı körüklüyor. Bu durum farklı ekonomik seviyedeki ailelerin çocukları arasında eğitim eşitsizliğini artırıyor, gelir dağılımındaki eşitsizlik eğitime erişimi de kısıtlıyor” cümleleriyle başlayan ve Şubat ayı başlarında yayımlanan Dünya Bankası Raporunda “malûmun ilâmı” anlamında verilmişti.. Ve fakat herkesin malûmu olan bu bilgiler yeni değildi ve ilâmı da gecikmişti..

Mesela, Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, malûmu ta 1985 yılında yazdığı; “Eğitim mi, sınav mı?” adlı makalesinde; “Eğitimin sınav anlamına geldiğini bilmeyen kalmadı, öğrencinin adı da sınavcıya dönüştü. Son yıllarda ülkemizde en hızlı gelişen sektör “sınav sanayi” oldu” cümleleriyle ilân etmişti:  (Bilim ve Sanat, Eylül 1985, s. 57) Dolayısıyla bu bir dertse eğer, bu dert yeni bir dert değildi! Diğer ifade ile bir ölçme aracı olduğunu her eğitimcinin bildiği sınavlar araç olmaktan çıkmış, sistemi de kendisine dönüştürerek çoktan bir amaca dönüşmüştü.. Üstelik raporun, “üzerinde düşünülmesi gereken iki seçenek var, biri giriş sınavlarının kaldırılması, diğeri bu sınavların ciddi bir şekilde iyileştirilmesidir” önerisi de yeni değildi.. Mesela, 2006 tarihli 17. M.E. Şûrasına, “Yönlendirme Ve Sınav Sistemi” başlıklı rapor sunan Prof. Dr. Ali Baykal, söz konusu önerileri gündeme taşımış ve sınavların kaldırılıp kaldırılmaması üzerine de özetle şunları söylemişti. “Eğitimde, bilgi, beceri, yetenek ve yeterlikler sınavlarla ölçülmekte ve değerlendirmektedir. Ve fakat eğitimin arzı, öğrenenin yeterlik talebini karşılamaktan da uzaktır. Talep çoksa, arzın kaynaklarına ulaşabilecek olanları seçmek bir zorunluluktur. Diğer yandan, arz; genel ve mesleki liselerin sayısı gibi nicel olarak yeterli olsa bile, bu okullarla  (söz konusu raporda “elit devlet okulları” şeklinde nitelenen)  Fen veya Anadolu liseleri gibi okullar arasında nitel farklar varsa, (ki vardı ve bu durum söz konusu o rapora göre aynı zamanda dershanelerin altyapısını oluşturuyor, dershane sayısını genel lise sayısına neredeyse eşitliyordu) yine seçme sınavları yapılacaktır. Sınav başarısı ya da başarısızlığı, fırsat eşitsizliğinin nedeni değil sonucudur. Fırsat eşitsizliğini yaratan nedenler sınavdan yıllarca önce oluşan ve süregelen etkenlerdir.. Temelde bu soruna çare bulunmalı, yanı sıra sınavların sayısı azaltılmalı ve yoruma dayalı sorularla sınav yapılmalıdır.”

Dünya Bankası Raporunun ilanı sonrası süreçte 4 artılı yeni sisteme geçildi.. Devamında gelecek yıl SBS’lerin, dolayısıyla dershanelerin kaldırılacağı da ilan edildi.. Ve fakat “elit devlet okulları” şeklinde nitelenen Fen veya Anadolu liseleri gibi okullara nasıl yerleşileceği henüz belirlenmedi.. Buna mukabil ilk ve orta öğrenimdeki tüm öğrencilerin (adı farklı da olsa) seviye belirleme türü bir  sınava girecekleri bilgisi, gazetelerde haber olmaya devam ediyordu.. Peki, varsayalım sınavlar yoktu! Peki, “eğitimin derdi de yok” mu olacaktı? Benim olanı irdeleyerek yapmaya çalıştığım  bu analizdeki verdiğim bilgiler de yeni değildi ve olması gereken yönüyle de eksikti.. Mesela bilgi, “çoktan seçmeli testlerle”  değil, olaylar, durumlar, konular, nesneler üzerinde, yanıtı öznel de olsa felsefi yorum içeren sorularda açığa çıkıyordu.. Kaldı ki bilgi eğitimin nesnesiydi.. Öznesi ise insandı..

Bu halde, olması gerekeni irdeleyebilmek açısından; “Eğitimin derdi ne? a.Özneye yönelik yaşama hazırlamak, b. Nesneye yönelik yarışmaya hazırlamak” şeklinde bir soru oluşturmak ve  niçin sorusunu da eklemek gerekiyordu.. Ben de öyle yaptım.. Amacım yanıtlara göre; “Eğitimde geçen süre yaşamın dışında mıdır?  Yaşam, yarışmadan sonra mı başlar?” gibi yeni sorularla çeşitli kaynaklara atıf yaparak yazıya devam edebilmekti.. İlk kaynağı elime aldığımda seçenekleri arasında ikilemde kaldığım şu soruyla karşılaştım: “Ankara İstanbul arası kaç km.dir?’ diye sormak felsefi problem değildir. Buna karşılık ‘Uzaklık nedir?’ sorusu felsefi bir problemdir. Buna göre ulaşılabilecek temel yargı aşağıdakilerden hangisidir?” Soru zihnimde yeni bir soru oluşturdu.. Eğitimin derdi acaba “havasından suyuna” uzaklığı açısından felsefesi olabilir miydi? Bu soruyu, her şeyin sebebi  olarak  suyu kabul eden Tales ve hayatın esas varlığına hava diyen Anaksimenes’e sordum.. Biri havadan, diğeri sudan yanıtladı. İkilemde kaldım. Ben de Herakleitos’a sordum.. O da, ön kabulü ateşten hareketle güneşe göre yanıtladı. Su, hava ve ateşe, toprağı da katan Empedokles’e göre ise, her seçenek doğru fakat eksikti. Dört unsur yerine sayıları koyan Pyhagoras ise seçeneklerin sayısını az buldu!

Bu kez soruyu “misk derler, bu lâftır, miskin anlamı; suyundan havaya yayılan kokusundadır”  felsefesinin bilgelerinden  Gazali’ye sordum.. Seçenekleri cevize benzeterek; “Cevizin dış kabuğunu soymak yetmez. Marifet kabuğu kırıp içteki özü yemektir. Özü bilmeyen cevizi hep kabuk zanneder!” örneğini verdi ve aslını da hatırlattı:  “Deniz sözcüğünün anlamından hareketle denizi bulmaya yönelmek gerçeği bilmeye yönelmektir. (İlmelyakîn) Denizi görmek gerçeği bulmaktır. (Aynelyakîn) Fakat bu yetmez, çünkü marifet denize girip yüzebilmektir.” (Hakkalyakîn) Uzaklık problemiyle birlikte galiba başlıktaki sorunun da  yanıtını bulmuştum..

Selam ve saygılar…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here