Birazcık Empati Kendimiz İçin Lütfen

0
82

Günaydın  sevgili okuyucularım.  Nasılsınız bu gün? Beni sorarsanız, dünyanın derdini dert etmişim kendime buna rağmen çevremdeki herkesten daha olumlu bakıyorum hayata.

Arkadaşım, Allah yardımcısı olsun çünkü ben yardım edemiyorum. Nefes almayı bile kendine dert edinmiş hem kendini hem  oğlunu  yiyip bitiriyor ben aralarında ikisine yetişmeye çalışıyorum. Hayır korkum çocukların anne babaları ile aralarına belli belirsiz, görünmez ama elle tutulur soğukluğun girmesi. Aileler çocuklarına kızmayı hakları gibi görüyorlar. Hakları varsa bile o bir yere kadardır. Çocuklarımız bizim kölelerimiz değil. “gel” gelsin “git” gitsin, “yapma” yapmasın. Bunlar olacak şey değil. Çocuklarımızın artık birer  fert olduğunun ayrımında olmamız gerekli. Bu o kadar zor olmasa gerek. Kendimizi bir an onların o yaştaki durumuna indirirsek onları çok daha iyi anlarız. Hiç kimse anasından, ana, baba  olarak doğmadı ki.  Hepimiz çocuktuk, genç olduk okullarda sıkıntılar, problemler, stresler yaşadık çoğumuz âşık olduk, çoğumuz 18 yaş sevdasına kapılıp; “Artık 18 yaşındayım bana kimse karışamaz” diye başımız havalarda kimseleri işlerimize karıştırmadan doğru bildiğimizi yaşamağa başladık. Hiçbir hareketimizden taviz vermeden, sanki o yıllarda öç alma sırası bize gelmiş gibiydi “gel” gidilir “git” gidilirdi ya. Şimdi isteyen buyursun bakalım da görelim. Durumlarındaydık. Ama çok çabuk suya düştü yelkenlerimiz çünkü daha hala anne babamıza bağımlıydık.

Çünkü maddi manevi onlara muhtaçtık. Evin sıcak kokusuna, hatta kavga gürültüye… Biz bunlara muhtaç olduğumuzu bilmeden yaşarken ailelerimiz bunu fırsat bilip hayatımızı yönlendirmeye kalkıyorlardı. Yok, mok derken kavga gürültü yeniden başlıyor. Anneler çoğunlukla sert oluyor babadan. Buyrukçu ve kıyasçı kesiliyorlar, konu komşudan etkileniyorlar onun oğlundan onun kızından falan ve başlıyorlar kanatlarının altında yaşamak isteyen yavrulara baskıya ve bir bakıyorsunuz kuş uçmuş.

Üniversitede okurken çocuklar özgürlüğün tadına varıyor. Doğdukları evden uzakta yalnız olsalar da, yinede kendi sorumluluklarının taşıyıcısı olmak istiyorlar. Fakat aileler, aman orada ezilmesin aman aç kalmasın diye yine baskılarını sevgi  adına sürdürmekten geri durmuyor. Ve aradaki incecik sınırlar büyüyor. Sonunda çocuklar bir bakıyorsunuz   birini takmış koluna   “eşim” diye size tanıtıyor. Aile şokta! Üstelik ellerinden kaçmış ya çocukları acayip üzgün süzgün, üstelik kendilerini arkadan vurulmuş olarak algılıyorlar. Gençler  ise ya sevdiklerinden, ya da  tepki olsun diye belki ilerde pişman olacakları bu evlilik işi ile sözde özgür olduklarını sanıyorlar.

Peki, şimdi bu çocukları suçlayabilir miyiz? Bence  suçlanamazlar. Yalnızca aceleci ve çözümü yanlış yerde arıyorlar. Ailelerinden bekledikleri anlayışı kendileri ailelerine göstermek istemiyorlar. Ve aileler sevgi adına kurabildikleri her türlü baskıyı öneriyi çocuklarına  uyguluyorlar ki bilmeden yalnızca “ben bir ebeveynim ben çocuğumun zararını ister miyim” kendini rahatlatması ile. Oysa bu baskılar bu kıyaslar  çocukları yaşamlarından bezdiriyor ve bu sözleri duymayacakları yerler arıyorlar kendilerine. Hangimiz o yaşlarda bundan muzdarip değildik? Muzdarip olduğumuz hareketleri şimdi çocuklarımıza nasıl yapabiliriz? Biraz empati gerekiyor burada. Şimdi bendeniz çocukların ne giysisine ne de dinlediği müziğe karışmıyorum. Ancak davranışlarımızla sözlerimizle yaşam şeklimizle onlara örnek olmak yetiyor diye düşünüyorum…

Ve sevgili okuyucularım sağlıkla, sevgiyle birlik ve beraberlikle kalalım her zaman ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Kınalı Ali

Üsteğmen Kemal cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir taraftan da onlarla laflıyordu, nerelisin gibi sorular soruyordu. Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü. Merakla adın ne senin evladım dedi. Gocuk Ali diye cevap verir. “Nerelisin?” der. Ali “Tokat Zilede’nim” der. “Peki evladım bu kafanın hali ne?” Ali “anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım” der. “Neden?” der komutan. Ali “bilmiyorum komutanım” der. “Peki gidebilirsin Kınalı Ali” der.

yase-kınalı ali

O günden sonra herkes ona Kınalı Ali der. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa sürede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır. Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Ali’nin okuma yazması da yoktur arkadaşlarından yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya. Ali söyler arkadaşları yazar ‘Sevgili anne babacım ellerinizden öperim ben burada çok iyiyim beni merak etmeyin’ diye başlar. Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeşini sorar, köydekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır. Kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukça düşmanın bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır.

Gururla mektubu bitirir neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna anasına ‘NOT’ düşer: Ali’nin kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır. “Anacağım kafama kına yaktın burada komutanlarım ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler sakın kardeşim Ahmet’e de yakma onla da dalga geçmesinler” der, ellerinden öptüm diye bitirir. Aradan zaman geçer. İngilizler katı netice almak için tüm güçleriyle Gelibolu’ya yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz teker-teker şehit düşmüşlerdi. Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış onların sayıları da epey azalmıştı, Gelibolu düşmek üzereydi, kınalı Ali’nin komutanı da olayı görüp yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişti, onları insan bedeninin süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu yerde dua ediyordu.

Komutanların bu düşünceli hali gören ve durumun vahametini bilen Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek istediklerini söylerler. Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderir. Kınalı Ali’nin bölüğünden kimse sağ kalmaz hepsi şehit olmuştur. Aradan zaman geçer. Kınalı Ali’nin ailesine yazdığı mektubun cevabı gelir. Komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar verirler. (bu mektubun aslı Çanakkale müzesinde sergilenmektedir) Babası anlatır Ali’nin. ‘Oğlum Ali nasılsın iyi misin gözlerinden öperim, selam ederim, dedikten sonra, öküzü sattık paranın yarısını sana yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum zaten artık zahireye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da siz sakın bizi merak etmeyin, bizi düşünmeyin der, köyü akrabalarını anlatır ve mektubu bitirir, Ali ananın da sana diyeceği bir şey var Anasını anlatır: ‘Oğlum Ali yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler kardeşime de yakma… Kardeşine de yaktım, komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler. Bizde 3 şeye kına yakarlar 1-Gelinlik kıza gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye 2-Kurbanlık koça Allah’a kurban olsun diye, 3-Askere giden yiğitlerimize vatana kurban olsun diye… Gözlerinden öper selam ederim ALLAH’A emanet olun…”

Mektubu okuyan Ali’nin komutanı ve diğerleri hıçkıra-hıçkıra ağlamaktadırlar…

Günün Şiiri

Baba Bana Bağırma
baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna
yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları
çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların
hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
Uğur Mumcu’yu biz yapan bombanın
hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba
baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
Buenos Aires’te olsaydım diyorum içimden
Eva’nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı
Sovyet Rusya’da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba
baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için
baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir
Akgün AKOVA

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here