Biraz Mola…

0
22

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bugün? İşin gücün, tozun toprağın arasında biraz nefes alıp, güzel, sevgi dolu bir hikaye okumaya ne dersiniz? Biraz mola hepimize iyi gelir sanırım. Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Sevginin Işığı

Otobüs yolcuları elinde beyaz bir baston taşıyan genç ve güzel kadının otobüse binişini içten gelen bir sempati ile izlediler… Basamakları geçti. Boş olduğu söylenen koltuğu el yordamı ile buldu. Oturdu… Çantasını kucağına aldı. Bastonu koltuğa yasladı. 34 yaşındaki Susan, bir yıldır görmüyordu. Bir yanlış teşhis sonucu görmez olmuş, birden karanlık bir dünyanın içine düşmüştü.

Öfke… Kızgınlık… Kendine acıma…

Hayatta tek dayanağı artık kocası Mark idi… Mark hava kuvvetlerinde subaydı. Susan’ı bütün kalbi ile seviyordu. Susan gözlerini kaybedince, Mark karısının içine düştüğü umutsuzluğu hemen fark etmişti. Ona yeniden güç kazanması, kaybettiği kendine güvene yeniden sahip olması için yardım etmeliydi. Susan gene kendi kendine yeterli olduğuna inanmalı, kimseye bağımlı olmadan yaşayabilmeliydi.

Sonunda Susan’ı işine dönmeye ikna etti. Peki ama evden işe nasıl gidecekti? Genelde otobüsle giderdi. Ama şimdi koca kenti bir uçtan ötekine tek başına geçmekten korkuyordu. Mark her sabah onu arabası ile işe bırakmayı önerdi. Kendi işi tam aksi yönde olduğu halde…

İlk günler Susan kendini rahat hissetti. Mark da, “Görmüyorum, artık hiçbir işe yaramam” diyen karısını çalışmaya başlattığı için mutluydu. Ama bir süre sonra Mark işlerin iyi gitmediğini fark etti. Başkasına bağımlı yaşamanın Susan’ı mutlu etmesi mümkün değildi. İşe eskiden olduğu gibi kendi başına otobüsle gitmeliydi. Ama Susan hala o kadar hassas, o kadar kırılgan, o kadar öfkeliydi ki.. Ne yapabilirdi?

“Otobüs” lafı ağzından çıkar çıkmaz, Susan öfkeyle haykırdı.. “Nasıl yaparım? Görmüyor musun ben körüm! Nerde olduğumu nerden bilirim, nereye gittiğimi nasıl anlarım.. Galiba sana ağır gelmeye başladım, beni başından atmaya çalışıyorsun…”

Duydukları Mark’ın kalbini fena halde kırdı. Ama ne yapacağını biliyordu..

“Her sabah ve akşam otobüsünü arabamla takip edeceğim. Sen bu yolculuğu tek başına yapmaya hazır olana dek sürecek bu…”

Tam iki hafta Mark, Susan’ın otobüsünün arkasından gitti… İki hafta boyu karısına görme dışındaki duyularını nasıl kullanacağını anlattı. Özellikle duymanın pek çok sorunu çözeceğini izah etti. Kulakları ona nerede olduğunu söyleyebilirdi. Yeni yaşam tarzına alışmasına yardımcı olabilirdi. Otobüs şoförü ile ahbap olursa, her şey kolaylaşır, şoför her gün ona önde bir yer bile ayırırdı. Nihayet Susan, yolculuğu tek başına yapmaya hazır olduğunu hissetti. Pazartesi sabahı geldi… Ayrılırken, otobüsünün geçici eskortu kocasına, hayattaki en büyük dostuna sarıldı… Gözleri yaşla doluydu Susan’ın… Kocasına öyle teşekkürle doluydu ki… Onun sabrı, sadakati, desteği ve sevgisiyle umutsuzluk uçurumundan nasıl çıkmış, nasıl yeniden hayata dönmüştü..

“Allahaısmarladık” dedi kocasına ve uzun zamandan beri ilk defa ters yönlerde yola çıktılar. Pazartesi, Salı, Çarşamba… Her gün mükemmel geçti Susan için.. Kendini hiç bu kadar iyi hissetmemişti. Yapıyordu… Başarıyordu… Tek başına başarıyordu… Kendi kendine gidip gelebiliyordu işte… Cuma sabahı, Susan her günkü gibi otobüse bindi… Ofisinin karşısındaki durakta inerken bilet parasını uzattı şoföre…

“Sizi kıskanıyorum bayan” dedi, şoför… Susan şoförün başkasına hitap ettiğini düşündü.. Bir körün gıpta edilecek nesi olabilirdi ki? “Neyimi kıskanıyorsunuz benim” diye sordu şoföre..

“Sizin kadar sevilmek, sizin kadar şefkat ve sevgiyle korunmak çok hoş bir duygu olmalı bayan” dedi şoför…

“Nasıl yani” dedi, Susan…

“Bir haftadır, her sabah yakışıklı bir subay köşede duruyor ve siz otobüsten inene kadar izliyor. Yolu kazasız geçmenize bakıyor, ofisinize girene kadar oradan ayrılmıyor. Sonra size bir öpücük yolluyor, elini sallıyor ve yürüyüp gidiyor. Siz çok talihli bir kadınsınız bayan…”

Mutluluk gözyaşları Susan’ın yanaklarından akmaya başladı. Ve birden hatırladı… Mark’ı hiç görmüyordu ama bir haftadır yanında olduğunu hem de öyle kuvvetli hissediyordu ki… Talihli, gerçekten çok talihli idi. Öyle bir armağan vermişti ki ona hayat, görmekten daha değerliydi… Bu armağanın varlığına inanması için görmesi gerekmiyordu. Sevginin aydınlatmayacağı hiçbir karanlık yoktu çünkü…

Günün Şiiri

Tufandan Sonra

Tufan anısı yatışır yatışmaz,

Bir tavşan, evliya otları, kıpır kıpır çan çiçekleri içinde

durdu, gökkuşağına yakardı örümceğin ağları arasından.

O güzelim taşlar, saklanan – bakıp duran çiçekleri daha şimdiden.

Pis ana sokakta kasap tezgâhları kuruldu; bakır oymaları gibi

yukarıya kat kat yığılmış denize çektiler kayıkları.

Kan aktı. Mavi Sakal’ın orda, – Tanrının mührüyle camları sararttığı

cambazhanelerde, mezbahalarda, Süt ve kan aktılar.

Kunduzlar yuva kurdu hep. “Fincanlar” tüttü kahvehanelerde.

Daha suları damlayan büyük cam evde eşsiz görüntülere baktı

yaslı çocuklar.

Bir kapı çarptı; köy alanında çocuk savurdu kollarını şakır

şakır sağanak altında, – fırıldaklar ve çan kuleleri tepesinde

bütün yel horozları oyunu anladılar.

Bayan Alplere bir piyano yerleştirdi. Ayin ve ilk “bağlaşım”lar

yüz binlerce sunağında kutlandı katedral’in.

Kervanlar yola düzüldü. Allak bullak olmuş kutup gecesiyle

buzlar içinde kuruldu Splandid- Otel.

O günden beri, keki çöllerinde cıvıldaşan çakalları işitti

ay – ve tahta kunduralı çoban şiirlerini, meyve bahçelerinde

gıcırdayan. Sonra tomurcuklanmış mor ulu ormanda Eucharis

baharın geldiğini söyledi bana.

Fışkır ey göl; köpük, köprülerden ak, ormanlar üzerinden aş;

-karaçuhalar, erganunlar, şimşekler, gök gürültüleri, yükselin,

yürüyün; -sular ve hüzünler, yükselin, getirin tufanları yeniden.

Çünkü onlar dağılan bir can sıkıntısı ki… -Ah güzelim taşlar,

gömülen; o açılmış çiçekler! – Ve Ece, gömleği içinde korları

ateşleyen Büyücü Kadın bildiğini hiçbir zaman anlatmak

istemeyecek bize.

Arthur RIMBAUD

Bit Kıran Kızlar

Karışır kıpkızıl acılarla çocuğun alnı

Daha cıvıl cıvılken düş arıları yüzünde bozbulanık

Yatağına yaklaşır alımlı ablaları

Zarif parmaklarıyla tırnakları gümüşten

Oturturlar çocuğu pencere kıyısına

Geniş açık pencere gök bir çok çiçeği orda yıkar

Ve çocuğun çiğ yağan kabarık saçlarının arasında

Gezdirirler ince, korkunç, çarpıcı parmaklarını

Dinler şarkısını çocuk o ürkek solukların

Çiğ ve bitki ballarında çiçekler açan

Kesilen sık sık öpüş istekleriyle küçük ıslıkların

Belki de tükrük alışverişinden ağızla dudakların

İşitir çarpışını siyah kirpiklerinin sessizlikler altında

O kokulu kirpiklerin. Ve o tatlı mıknatıslı elleri

Çıt çıt yapar boyuna loş bir umursamazlıkta

Ve o şahane tırnaklar arasında minicik bitleri can verişi…

Ve derken yükselir bardakta bir tembellik şarabı

Rüya gören sayıklayan bir armonikanın sesi

Ve çocuk ta canevinde duyar okşamaların yavaşlamasıyla ayarlı

Ansızın kabaran sonra eriyen tükenen sönsen bir ağlama isteğini

Arthur RIMBAUD

Günün Fıkrası

Fransız ve Amerikalı

Fransız delikanlı, Paris’in bulvar kafesinde oturmuş, tipik kahvaltısını yapıyor. Kahve, kruvasan, ekmek, tereyağ, reçel. Yan masaya ağzında çikleti ile tipik bir Amerikalı turist oturmuş, sohbet başlamış.

Amerikalı: “O ekmeğin hepsini yiyecek misin?”

Fransız: “Tabii”

Amerikalı: “Biz yemeyiz, içinden biraz alır yeriz, kalan bir fıçıda toplanır, fabrikaya gider, kruvasan yapılır, Fransa’ ya satılır.”

Fransız cevap vermemiş.

Amerikalı: “Reçel de yer misiniz?”

Fransız (Öfkeli): “Tabii”

Amerikalı: “Biz meyveyi taze yeriz. Kabuklarını, çekirdeklerini, çürümüşlerini bir fıçıda toplar fabrikaya gönderir, reçel yapar, Fransızlara satarız.”

Fransız: “Peki siz kullandığınız prezervatifleri seviştikten sonra ne yaparsınız?”

Amerikalı: “Atarız tabii”

Fransız: “Biz atmayız. Bir fıçıda içindekilerle biriktirir, fabrikaya gönderir, çiklet yapar, Amerika’ya satarız!”

Günün Sözü

Sözcüklerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız.
KONFİÇYUS 

İnsanların yapabileceği en büyük fenalık kendisine olan güvenini kaybetmesidir.
Richard BERNEDİCİ

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here