Bir Düş Olmalı Yüreğimizde (2007 İstanbul)

0
100

Günaydın sevgili okuyucularım. İçim kıpır-kıpır, yüreğim ağzımda atıyor. Neden mi? Yine Emre yaptı yapacağını, bilgisayarı akşam kapatıyorum başka  sabah açıyorum başka. Çocuk sanki içimi okuyor olmaz böyle şey. Bilgisayarı açtım kafam dalgın birde baktım karşımda İskenderun sahili ve Atatürk büstü. Aman tanrım kalbimin atışları birden arttı enerji yüklendim. Ya bu çocuk nasıl anlıyor dünden beri İskenderun’u ne kadar özlediğimi? Evet, valla çok özledim. Oysa sanıyordum ki hiç özlemeyeceğim. Aslında özlemeye vaktim bile yokken nasıl özlerim onu da anlamış değilim? Demek böylede özlenebiliyormuş bin bir koşturma arasında.

Peki neyi özledim, ayaklarım ellerim sızlarken beynim uçarken?. Herhalde yalnızca yürümeği özledim sahilde gecenin bir vakti saatlerce belki sabaha dek, bütün kafamın içindeki dağınıklığı düzene sokana kadar. Yağmur olursa daha da iyi olur bu arada. İstanbul’da yapamıyor musun bunu derseniz hayır yapamıyorum. Geçenlerde İstinye sahilinde yürümek istedik fakat o kadar yorgun ve üşümüşüm ki bir an önce sıcak bir banyo vardı kafamda. Yani hep böyle oluyor.

Bir yere yetişme telaşı, hastalık, yorgunluk, zamanın “pat” diye akşama varması ve akşamları sımsıcak çocuklarla ders çalışmak, kitap okumak, bilgisayarda sabahlamak  için  engel oluyor. Buna rağmen kardeşimle yürümeğe çalışıyoruz. Örneğin otobüse bineceksek en yakın durağa değil de daha sonraki ya da önceki duraklarda sırf yürüyüş olsun diye iniyoruz. Örneğin geçenlerde dersten çıktım, normalde Saraçhane’den otobüse bineceğim, olacak bitecek ama bendeniz  Eminönü’ne dek yürüdüm. Ana duraktan bindim sırf yürüyüş olsun diye. İşte sanırım yürüyüş için biriktirdiğim enerjim beni çağırıyor İskenderun’a. Oysa bu sabah evde yalnızım. Akşamdan herkes bir plan yaptı evde yalnız ben kaldım. Sabah uyanınca çok sıkıntılı algıladım evi. Kızarmış ekmek kokusu yoktu, sessiz ve tertemizdi. Nefret ediyorum sessiz ve tertemiz evlerden. Orada hayat yok sanki.

Bir gün bir evim olacak on tanede çocuğum, doğurduğum değil sokaktan, yuvadan aldığım ve ben şişko, başında bonesi, mutfakta her çeşit yemeği hazırlayan bir anne olacağım, saçları üstü başı  sevgi kokusuna karışmış, börek, çörek çorba kokan. Sessizce kahvemi içerken bunları düşünüyordum. Peki, ama etraf sessiz, ben neden daha da sessiz oluyorum, ayaklarım yere değmiyor, kayıyor adeta… Gazetelerinin sayfasını çevirirken bir özen bir özen. Sanki görünmeyen birileri rahatsız olacak gürültüden ve onların rahatsız olmalarını istemiyorum? Size de böyle oluyor mu? Hiç yalnız kaldığınızda bunları düşündünüz mü?

Kalabalıkta değişiyorsunuz, sesiniz normal bazen biraz daha yüksek çıkabiliyor. Eliniz TV’ye ya da radyoya gidebiliyor. Ama yalnızken bunların hiç biri olmuyor sanki uyuyan çocuklar ve yaşlılar var çevrede. Bir köşede kahvenizi içiyorsunuz. Kahve bir şölendir aslında kendinizle baş başa olduğunuz bir zaman. Başkaları ile içerken kahve yalnızca kahvedir bendeniz için. Ama yalnızken ve köşedeki koltuğa sığınmışken ve panjurlar kapalı, dışarıda yağmur varsa işte o içtiğiniz kahve değildir artık iki kişilik bir şölendir. Kahve canlanır size eşlik eder, aldığınız her yudumun tadı ve anlamı başkadır. Azıcık yanaklarınızı yakması gerekir, acımtırak ve nefis tadını, boğazınızdan akarken damarlarınıza yayılır rahatlığı ve yudumlar art, arda gelir işte huzur ve kendinizle yalnız kaldığınız anın gerçek hafifliği! Ve yitmelisiniz yaşadığınız dünyadan bir başka alemde olmalısınız, belki kadim zamana da belki gelecekte. Ama bir düş olmalı yüreğinizde.

İşte kahve içmeyi sırf bu yüzden daha çok severim ve bu sabah bunu yaptım. Ama yinede çocukların sesini ve kızarmış ekmek kokusunu isterdim hemen ardından… Yalnızken şölen uzar gider ama evde hayat sonradan akacaksa daha bir güvenle  sevinçle işte bu! Yine yazılarımı başkaları belirledi bu sabah. Bunlar değildi yazacaklarım aslında.

Ve sevgiyle sağlıkla birlik beraberlikle kalalım sevgili okuyucularım ayrımsız gayrımsız. Yase

Not: Bu yazı 2007’de İstanbul’da yazıldı. Dün sahilde uzun bir yürüyüş yaptık Emre ile İskenderun sahili ve İskenderun ben denize  hiç bu kadar yabancı gelmemişti diye düşündüm. Ve onu özlediğim günler nerde? Taa 2007 yılına gitmem gerekti.

& & & & &

Aynadaki Aksimiz

O yıl New York’ta kış, Nisan´ın sonuna kadar uzamıştı. Kör olduğum ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim. Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde küçük, neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu.

Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaskolumu, şapka ve eldivenlerimi bıraktım. Üç  çatallı bastonumu alıp neşeyle sundurmaya çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum.

Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme sundum. Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ´Merhaba´ diyerek seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti: ´Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi.

Eklemlerimin harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğim´ diye cevap verdim. Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı.

Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandım; çocukken öğrendiğim ´Hoş geldin bahar…´ şarkısıydı. Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: ´Sesinizden çok neşeli bir insan olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana?´

Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir sesle ´Evet´ dedim. Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk. Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı. Kaldırıma çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık.

Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu:´Bilmem farkında mısınız? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey…´ O bahar gününü hiç unutmayacağım.

Bazen evrende kendimizi en yalnız hissettiğimizde, sıkıntımızı atlatmak ve farklılığımızı ve yalnızlığımızı hafifletmek için Tanrı bize, aynadaki aksimiz gibi bir ikiz gönderir.’

& & & & &

Sevgiyi Bilmiyoruz

Bir keresinde bana çok yakin bir arkadaşım olmuştu! Bir yüzme havuzunun kenarında otururken avuçlarından birisini biraz su ile doldurdu ve bana uzatıp Şunu söyledi: “Elimde tuttuğum bu suyu görüyor musun? Bu “sevgi”yi sembolize ediyor. Ben bunu söyle görüyorum: Elini özenle açık tutar ve suyun(yani sevginin) orada kalmasına izin verirsen, her zaman orada kalacak. Ancak, parmaklarını kapamaya kalkar ve sahip olmaya çalışırsan bulduğu ilk aralıktan akacak.

İnsanların sevgi ile karşılaştıklarında yaptıkları en büyük hata bu! Buna sahip olmaya çalışırlar, talep ederler, beklerler ! Ve aynen elinizi kapadığınızda elinizden dökülen su gibi sevgi, ask da sizden kaçar. Çünkü sevgi özgür olmalıdır, onun doğasını değiştiremezsiniz. Eğer sevdiğiniz insanlar varsa, onların özgür birer varlık olmalarına izin verin.

Verin ama beklentiye girmeyin.

Tavsiyede bulunun ama emretmeyin.

Verir misin deyin ama hic bir zaman talep etmeyin.

Kulağa kolay gelebilir ama bu, gerçekten anlayabilmek için bir ömür isteyebilecek bir derstir. Bu, gerçek sevginin sırrıdır. Gerecekten öğrenmek için sevdiklerinizden içtenlikle bir şey beklememeli ama onlara koşulsuzca özen göstermelisiniz.”

Hayat aldığımız nefes sayısı ile değil, nefesimizi kesen anlarla ölçülür! Yaşayın!

Swami Vivekananda (Ceviri: Lale Kulahli)

Günün Şiiri

Selam Tebriz’e!

kulağını ver, dinle,

bak asesbaşı ne diyor:

bu mahallede bizden bir gönül eri kayboldu, diyor,

derken ansızın biri yolda izini buldu, diyor.

Belirtilerini görün işte, diyor.

 

Ne zamandır onu aradık, yandık yakıldık.

Ne zamandır onu arayanlar her yanda dövündüler.

Ne üst kodular, ne baş.

 

Aşıkların kanı hiç eskimiyor, unutulmuyor.

Aşıkların kanı nasılsa hep öyle kalıyor.

Hep öyle taze, sıcak.

 

Bu eski bir kan davasıdır deme sakın

Atma kulağının arkasına sen şu lafı:

Kan bir kere eskidi mi kararır, kurur ama,

aşıkların kanı durmayacak, gönüllerinden biteviye akacak.

 

Bu bucağa sığınan senin bakışındır.

O büyük sağrağı sunan senin nerkis gözlerin.

Sarhoşa gelen de onlar, gönüller çalan da ınlar,

adamı canevinden vuran da onlar

Mevlana Celaleddin Rumi

Müjde

Portakal kabuğundan

Kavun diliminden

Havalandı nakışlar

Avşar kiliminden

Çılgın topukları üstünde

Sebepsiz sevincin

Adamın canı dostlara

Güzel haberler götürmek ister.

Günün Sözü

Sokrates’e biri sordu; Sen herkese konuşma sanatını öğretiyorsun da, kendin neden iyi bir hatip değilsin? Ziyanı yok dedi filozof. Biley taşları da kendi kendilerini kesemezler,…

Sokrates

Bir öğretmen sonsuzluğu etkiler; etkisinin nerede durduğunu hiçbir zaman söyleyemez.

Henry Adams

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here