Bilmediklerimizi Öğrenelim

0
95

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Arkadaşım yollamış çoğunu bilmiyorum ama şimdi öğrendim. Ve paylaşmak istedim.

Bunları Biliyor Musunuz?

Dünyanın En Derin Okyanusu; Tabiki pasifik. Dünyanın en derin okyanusu Pasifik okyanusu’dur. 4.637 metredir. Ve en derin noktası ise Marina Çukuru 11.033 metredir. Bir kilogramağırlığındaki bir cismin okyanusun en derin noktası olan Mariana Çukuru’na ulaşması tam bir saat alıyormuş.

& & & & &

-Tavuğun ne renk yumurtlayacağını kulak memelerinin rengine bakarak anlamak mümkün… Eğer kulak memeleri beyazsa yumurtası beyaz, kırmızıysa yumurtası kahverengi oluyor.

& & & & &

-10’uncu yüzyılda İran’ın veziriazamı olan Abdul Kasım İsmail, kitaplarına çok düşkün bir adammış. Bu sıradan bir düşkünlük değil. 117000 cilt kitaptan oluşan kütüphanesini nereye giderse yanında götürüyormuş. Bu iş için develeri kullanıyormuş. Özel eğitimli 400 deve, alfabetik olarak sıralanarak vezirin kitaplarını taşıyorlarmış.

& & & & &

İkinci Dünya Savaşı’nda ABD’liler, yarasaları bomba ikmali için kullanmayı denemişler.

& & & & &

Devekuşları dünyadaki en büyük kuşlardır. Boyları bizim boyumuzdan daha uzundur. Bir devekuşu yaklaşık 2,5 metre uzunluğunda ve ortalama 120 kilo ağırlığındadır. Orta Afrika’da gruplar halinde yaşayan bu kuşlar uçma kabiliyetine sahip değildirler. Ama Allah onlara düşmanlarından kaçmaları için başka bir özellik vermiştir. Uzun bacaklarıyla çok hızlı koşarlar, o kadar hızlıdırlar ki, hiçbir insan koşarak onlara yetişemez. Devekuşu hayvanlar âlemindeki en hızlı koşan kuş ve 1 saatte yaklaşık olarak 70 kilometrelik bir hıza ulaşabilmektedir. Ve şimdi size çok ilginç bir şey söyleyelim: Devekuşunun her bir ayağında sadece iki parmağı vardır, biliyor musunuz? Üstelik bu parmakların biri diğerinden çok daha büyüktür. Ve devekuşları yalnızca bu büyük parmaklarının üzerinde koşarlar.

Ayrıca, en hızlı koşan kuş devekuşları hızlı koşmalarını sağlayan uzun bacakları sayesinde usta bir dövüşçüdürler. Ayaklarıyla tekme atarlar ve pençeleriyle düşmanlarına karşı rahatça kendilerini savunurlar.

Dünyanın bu en büyük kuşunun yumurtası da kuş yumurtalarının en büyük olanıdır. Bu dev yumurtalar için kumda geniş bir çukur kazar ve buraya tüm yumurtaları yerleştirirler. Fakat 10-12 tane yumurtladıklarında çukurun büyüklüğünü de ona göre ayarlamaları gerekir. Eğer devekuşu, çukuru, kumda değil de toprakta açsaydı, bu çok zaman alırdı ve kuşun çok fazla enerji harcamasına sebep olurdu. Gerçekten de kumun taşınması, toprağa göre daha kolaydır. Kumu elinizle bile eşeleyebilirsiniz, fakat toprak için en azından bir kürek gereklidir. İşte bu nedenle, Allah’ın ilhamıyla hareket eden devekuşları kazmak için toprağı değil de en az emek harcadıkları kumu tercih ederler. Sonra da yumurtaların üzerini kolayca yine kumla örterler.

En hızlı koşan kuş devekuşları hakkındaki bir diğer ilginç bilgi de sürüdeki bütün yumurtaların bakımını tek bir dişinin üstlenmesidir. Ancak yuva belli sayıda yavruyu barındırabildiği için bu dişi önceliği kendi yumurtalarına verecektir. Devekuşları kendi yumurtalarını kabukların üzerindeki hava delikleri sayesinde ayırt ederler.

Yumurtadan çıkan yavrular savunmasızdır. Her an yırtıcı bir kuşa yem olabilirler. Ancak, yavrular bir tehlike ile karşılaştıklarında kendilerini korumak için yere yamyassı serilerek ölü taklidi yaparlar. Bu şekilde, düşmanları onların ölü olduğunu düşünerek onlara saldırmaz. Bu taklidi bütün yavrular aynı şekilde uygular.

Daha dünyaya yeni gelen bir kuşun bunu akletmesi veya öğrenmesi imkansızdır! Peki, o zaman nasıl olur da bir kuş doğar doğmaz adeta bir tiyatrocu gibi böyle bir rol yapma yeteneğine sahip olabilir? Cevap çok açıktır. Allah, “Rab” yani eğiten, öğreten sıfatıyla başka hiçbir savunmaları olmayan bu yavrucaklara böyle etkili bir korunma tekniğini öğretmiştir.

Ve şimdilik sağlık ve sevgi ile kalalım. Hep birlikte el ele, her zaman sevgili okuyucularım. Yase

Günün Şiiri

Ya Râb Belâyı Aşk İle Kıl Aşina Beni

Ya râb belayı aşk ile kıl aşina beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni

Az eyleme inâyetini ehli derdden
Yani ki çok belâlara kıl mübtelâ beni

Oldukça ben götürme belâdan iradetim
Ben isterim belâyı çü ister belâ beni

Gittikçe hüsnün eyle ziyâde nigarımın
Geldikçe derdine beter et müptelâ beni

Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola getürmek saba beni

Nahvet kılıp nasib fûzûlî gibi bana
Ya râb mukayyed eyleme mutlak bana beni

Fuzuli

Şubat Güneşi

“NEYE İNANIRSAN ONUN ESİRİ OLURSUN…”

Başka bir Zeynep  ti sanki uyanan… Otobüste bütün gece ağlayan kendisi değilmiş gibi pür neşe içindeydi. Hızla kalkıp banyoya girmiş sıcak bir duş almış  daha  sonra  mutfağa girmiş kendine şekersiz  kocaman bir bardak  kahve yapmıştı. Sıcak kahve boğazından akarken   ancak etrafa bakmayı akıl edebilmişti. Etraf yeni temizlenmişti bu belli oluyordu. 3 yıldır kapalı kalan bir ev değildi bu geceyi yüzükoyun bir koltukta yatarak geçirdiği ev. Üstelik banyoda sıcak su akıyordu. Temiz havlular vardı ve mutfakta kahve?

Birileri onu rahatlatmak için uğraşmıştı beli ki. Ama nasıl olsa  bunu öğrenecekti şimdi evde ufak bir tura  çıkması gerekiyordu. Bakalım ev bıraktığı gibimiydi? Ama nasıl bırakmıştı bilmiyordu ki o evden nasıl çıktığını ise aklına bile getirmek istemiyordu.  Bu yüzden  odaların kapısını şöyle bir açıp kapatmakla yetindi. Kendi odasına gelince çok temkinliydi kapının tokmağında duran eli buz kesmişti. Evde en korktuğu yer her zaman odasıydı. Orada kendisi vardı çünkü ve kendini görmekten hoşlanmıyordu çok zaman. Ağır, ağır kapıyı açmış, içeri yüreği boğazında atarak  girmişti. Yatağının başucunda kendi yaptığı bir resim vardı. Resim eski bir evde birbirine sarılmış iki küçük çocuk resmiydi. O resmi çok severek yapmıştı ve çocuklar şimdi neşeyle ona bakıyorlardı sanki  “hoş geldin” der gibi. Yaklaşıp eliyle resmi okşamıştı ve fısıldamıştı “hoş bulduk”  Odası sade dümdüz döşenmişti.  Ve her şey yerli yerindeydi her zamanki gibi.

Odasını dan korkardı ama onu çok severdi  buna rağmen  çok zaman odasında uyumayı reddederdi ;evde herhangi bir koltukta rahatlıkla uyuyabilirdi. Bazen o koltuklardan bıkar, başka bir odada uyur, oradan da bıkınca kendi odasına girerdi. Bu oda, oda dolaşmasının nedenini kendisi dahil kimse anlayamıyordu.

O sadece  Her şeyin kendinde başlayıp kendinde bitiğine inanırdı. “Neye inanırsan onun esiri olursun” derdi kendine. Şimdi kime neye esirdi bilemiyordu. Zaten şimdi bilmek düşünmek istediği bir şeyde yoktu sadece eve dönmüştü. Sadece bunu düşünmek istiyordu… Arkası yarın

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here