Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Kaç gündür sabaha karşı yağmur yağıyor. Gizemli bir dua gibi… Duaya katılıp havalanıyorum, bütün ağırlıklarım üzerimden akıp gidiyor. Bu sabah yağmurlarının ben denize özel olarak gerçekleşen bir mucize olduğunu düşünüyorum. Ve kaç sabahtır böyle uyanmak, geçici bir dinginlik verirken mutlu olmamı sağlıyor. Ancak yağmur durunca düşte bitiyor. Başlıyor hengâme. Gerçekte yaşıyor olmanın hengamesi. Bütün ağırlıkları. Herkes kendince bir şeyin peşinde ve koşturma ve ses ve gürültü ve istenmeyen her defasında hayretle baktığınız olaylar. Ve gerçek hayat işte bu, içinde mucizeler gizleyen.
Kaç zamandır bütün dünyanın ağırlığı belimin üzerinde. Sırt üstü yatıyorum. Son olarak geçen hafta başında sokağa çıktım arkadaşımla yemeğimi paylaşmak için… Sağlam çıktım ama eve ne yazık ki çıktığım gibi dönemedim. Bedenim kilitlendi çoktan beri geliyorum diyen belirtileri görmezden geldiğim için. Sakın ola onları görmezden gelmeyin onlar, çok kompleksli ve affetmiyorlar, görmezden gelinmeleri. İntikamları çok ağır oluyor. Ve harcayabiliyorlar insanı acımasızca. Ve geliyorum diyenler geldiler topları tüfekleri ile. O günden beri nerdeyse bir hafta olacak. Yatıyorum öylece. Bazen ayaklarımı karnıma doğru çekerek bazen de sırt üstü ense yapıyor gibi.
Uzanarak yatıyorum açık pencerelerden kırlangıçları ve öylece ulu orta sevişen güvercinleri izleyerek onlar nasılda uzun, uzun öpüşüyorlar? Kendimi yasak bir şeyi izliyormuş gibi hissedip utanıyorum. Bakışlarımı kırlangıç yuvalarına çeviriyorum ve içinde bulunduğum bu zoraki ense yapma durumunu unutmaya çalışarak. Bu durumdan huzur çıkarmaya çalışıyorum. Ancak günler önceden bıraktığım kitaplarım öylece yerlere saçılmış, son içtiğim kahve bardağı devrilmiş içindeki telve yere yayılmış, cam kırıkları etrafa dağılmış. İçinde kurabiye pişirdiğim fırının kapağı açık, soğusun diye öylece bırakılmış. Masanın üzerinde bir vazoda duran portakal çiçekleri solmuş yerlere dökülmüş. Gözlüklerim öylece açık bilgisayarın üzerinde. Arkadaşlarıma kahvenin yanında ikram etmek için hazır bulundurduğum çifte kavrulmuş minik lokum paketi bilgisayarımın yanında daha açılmamış, çatıdaki çalışma odamda orda bıraktığım gibi öylece duruyor.
Dün gece kendimi zorlayarak kalktım yukarı çıktım. Gördüğüm manzara içimi sızlattı. Büyük bir yalnızlık ve hüzün hâkimdi bu odaya. Eğer hiç kalkamasaydım ayağa, ölüp gitseydim. Onlar ardımda böyle kalacaklar! Birileri onları oradan kaldırana dek…
Ve işte yaşıyor olmak yalnızca, günün en büyük mucizesi değil mi? Her sabah yenilenen, her sabah bir diğerinin aynısıymış gibi görünmesine rağmen aslında hiçte aynı olamayan? “Mucizeler günümüzde olmuyor artık” diyor arkadaşlarım. “İnsanlar kirlendi. İnançlar göstermelik, hileli ve bağnaz. Herkes herkesin inancını sorgular, aşağılar oldu. Yediğimiz içtiğimizin bile sahtesi var. Kendimizde bazen sahteyiz ya” diyorlar.
Kesinlikle haklılar kendi yönlerinden. Ancak ben de diyorum ki, kirlilik her devirde vardı. Savaşlar dünya dönmeye başladığından beri süre gelir. Kardeş kavgası Habil’le Kabil arasında başladı daha başka kimsecikler yokken bile. Ve günümüze dek sürüyor, inanç simsarları her devirde vardı ve var olmaya devam edecek. Tabi iyilerde vardı samimi olanlarda, kardeş kanı dökmek istemeyen “savaşma sev” diyenlerde. İnançların da samimi olanlar da… Ve her zaman mucizelere inanılırdı ve gerçekleşirdi mucizeler. Onları gören gözler her zaman vardı her zamanda olacak. Ve güneş doğudan doğardı yine doğudan doğuyor ve yine batıdan batıyor… Ve zaman, hep akar. İnsanlar büyük buluşlar yapar, büyük düşünür uzayı keşfeder, genleri bulur, kopyalama yapar ölümcül hastalıklara çare arar. Ve bulur ve durmadan çalışır zamanda durmadan akar. Kardeş yine kardeşi döver, yine kan akar yine herkes çok konuşur ve yine mucizeler olur gören gözler için.
Benim için her doğum hala bir mucizedir. Güneşin doğması, çiçeğin yeşermesi, ölümde bir mucizedir. Gülümsüyor olabilmek, mucizelerin en harikasıdır hem de ve görebilmek… İşte bu!!! Ya görürsün ya görmezsin. Önünde tam önünde onunla yaşarsın. Bakarsan, görürsün. Yalnızca bakmayı bil. Ve biz ne yazık ki bakmayı bilmeyiz ve başlarız işte eskidendi her şey ve mucizeler demeye. Arkadaşlarım hayal görüyorsun diyorlar. Aslında hayal gören değil, gerçek hayal, benim, aralarında. Bakmayı bilseler. Çünkü onlarda bir hayal benim için. Bir varmış bir yokmuş… Ve bütün evren, bir varmış bir yokmuş…
Ve bilge olmak her zaman kolay değilmiş. Ve zaman aslında olgunlaşmak için bir araçmış. Ya değerlenirsin kendi mucizeni bulursun, ya da mucize yok dersin. Herkesin mucizesi vardır bence. Ve onu arayabilirse bulur. Hiç dolaşmadan başka yerde… Yürürse içinden, derinlik bulursa dalacak işte ilk adımlar. Arayan bulur belasını da Mevlasını da der atasözü. Bela bulacam diye Mevla’nı aramaktan vazgeçmek olmaz. Bulacağın aslında kendinsin çünkü.
Ve aramaya devam ederiz bazen dalarız en derine, bazen yalnızca bakarız doğan güneşe. Bazen döneriz ilk güne. Hiç bilmez oluruz yeni doğmuş bebek gibi ve bazen bunalırız delirecek gibi. Ama hiç vazgeçmeyiz kim demiş ki zaten kolay olduğunu.
Ve işte bazen uyanırız bunları yazarız, bazen şarkıyla uyanır onu dökeriz sayfalar ama hepsi düşündürür bizi sıradan alelade olmuş gibi olsa da aslında bir işarettir bize bunu da biliriz de yine bazen çok ama çok aptal ve çok lal olabiliriz. Çokta kör. Kendimizi kaptırıp bir söze onun için acı çekeriz bir bakış içimizde yara olur.
Ve sevgili okuyucularım felsefi olmak için hiçbir neden yokken bazen felsefi olabilmek kendiliğinden bu da bir taşkınlıktır zahar olması gereken sahibi için? Sorgulamaya başlayınca keseceksin. Çünkü o başka bir zaman gerektiği. Her şeyi bir anda yapınca kendinde çıkamıyorsun işin içinden. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım dualarınızı esirgemeyin. Yase
& & & & &
İyi Haber
Arjantinli ünlü golfçu Robert de Vincenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı. Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını kutladıktan sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı. Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.
Kadının anlattığı öykü de Vincenzo’yu çok etkilemişti, hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine. Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona; “Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın” dedi.
Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, profesyonel golf derneğinin bir görevlisi yanına gelerek; “Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra yanınıza bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunuzu söylediler bana” dedi. De Vincenzo, evet anlamında başını salladı. “Evet” dedi. Görevli, “Size bir haberim var. O kadın bir sahtekârdır. Üstelik hasta bir çocuğu da yok. Sizi fena halde kandırmış arkadaşım…”
De Vincenzo; “Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?” dedi. “Hayır, yok” dedi görevli. “İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber” dedi, de Vincenzo.
Günün Şiiri
Bu Bahar Olmazsa Gelecek Bahar
Sabreyle sultanım bir gün gelirim,
Bu bahar olmazsa gelecek bahar,
Düşümdesin sanki her gün ölürüm,
Bu bahar olmazsa gelecek bahar.
Bekle çiçeklerin moru derilsin,
Ak ellere al kınalar sürülsün,
Deniz kızı yakamozda görülsün,
Bu bahar olmazsa gelecek bahar.
Katar,katar göçler yola dizilsin,
Bekle gölgelerin sırrı çözülsün,
Namerdin yaptığı büyü bozulsun,
Bu bahar olmazsa gelecek bahar.
Gün ışısın mehtabına karışsın,
Gök kuşağı yağmur ile yarışsın,
Bu baharda küsülüler barışsın,
Bu bahar olmazsa gelecek bahar
Zikrettin KARACA
Anadolu Bahar
İlkbaharı geldi Anadolu’nun,
Silifke’de çiçek açtı nar şimdi.
Her tarafı yeşillendi Bolu’nun,
Sultandağı benek benek kar şimdi.
Eğri yollar yaylaların kuşağı
Çayır, çimen sevgililer döşeği,
Hora teper Sürmene’nin uşağı,
Dadaşların oynadığı bar şimdi.
Durgun çayı köpüklendi Daday’ın,
Palmiyeler zümrüt tacı Hatay’ın
Çukurova cennetidir bu ayın;
Aydın ili efelere dar şimdi.
Gönül dile gelir kaval sesinde.
Boz martılar düğün yapar Mersin’de,
Isparta’nın renk renk gül bahçesinde
Bülbüllerin neşesini gör şimdi.
Cıvıl cıvıl, sessiz duran yuvalar,
Kelebekler birbirini kovalar.
Halı gibi nakışlandı ovalar…
Bölük bölük sarı, yeşil, mor şimdi.
Aşıklar diyarı Elbistan ili…
Olur bu mevsimin bağ-ı İrem’i,
Her çeşmenin üç-beş tane güzeli,
Her çiçeğin bir arısı var şimdi.
Çıkıp baksan Çamlıca’nın başına,
İki kıt’a bir boğazda aşina…
Karakoç’um, gel, yorulma boşuna,
İstanbul’u tarif etmek zor şimdi.
Abdurrahim KARAKOÇ
Günün Sözü
Hiçbir miras, doğruluk kadar zengin değildir. İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler çok zaman kemikleriyle beraber gömülür.
William SHAKESPEARE