“Aşk”a Aşığım…

0
138

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Yar deyince kalem elden düşüyor, Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor, lambada titreyen alev üşüyor, Aşk kağıda yazılmıyor” dese de Abdurrahim Karakoç, kalemi düşürdüğü gönlünden, yazdığı o korlu şiirinde biliyordu aşk derdine çare olmadığını: “Tabiplerde ilaç yoktur yarama, Aşk deyince ötesini arama, Her nesnenin bir bitimi var amma, Aşka hudut biçilmiyor Mihriban.” Mihriban kim? Yanıtı şiirde: “Sarı saçlarına deli gönlümü, bağlamışım çözülmüyor Mihriban. Ayrılıktan zor belleme ölümü, Görmeyince sezilmiyor Mihriban…” Farsça güneş anlamına gelen “mihr”den hareketle, şairin Mihriban ismiyle açıkladığı sevgilisinin resmi yoksa güneşte mi gizliydi? Sarı saçlar yoksa güneşin ışıkları mıydı? İyi de, bedeni kara kavruk Dünya, aşkın ateşini bir kor gibi düşürüp gönlüne, şairlerden milyonlarca yıl önce aşık olmamış mıydı Güneş’e?

Bu satırlar sevgili arkadaşım Gürcan Özdemir’in “Ey Sevgili Derdin Ne” adlı yazısından. Yazıyı baştan sona büyük bir zevkle yüzümde geniş  hatta hülyalı bir gülümsemeyle okudum. Aslıda aşık olmak değil benim için önemli olan, bu yazıyla bir kez daha anladım. Ben sırılsıklam “aşk”ın kendinse aşığım çünkü. O kadar güzel ki  onu anlatmak. Onu anlamak, onu okumak, onu çizmek onu  izlemek… Ve Gürcan arkadaşım bunu çok güzel yapmış. Abdurrahim Karakoç’un Mihriban şiirindeki Mihriban’a duyduğu muhteşem aşkını yüreğimin en hassas köşesinde bir kez daha duyumsadım. Ve bir kez daha “aşk”ın kendinse aşık oldum.. Şeyh Galip, ünlü mesnevisi Hüsnü Aşk’ta.. Sonra, maddesel yolculukta dert, mihnet içinde aranan madde ötesi sevgiliyi, “Kim Aşk Hüsün’dür ayn-i Hüsn Aşk, Sen rah-ı galatda eyledin meşk..” dizeleriyle insanın kendi gönlünde bulup çıkartmasını istiyordu.. Yani, “Aşkın zamiri de, hüsnün sıfatı da sendedir ey insan! Sakın yanlış yollarda meşk tutma!” diyordu… Diyor ya. Yine Gürcan arkadaşımın yazısından… İşte aynen böyle düşünüyorum  aşkın kendisiyim aslında ve ona aşığım. Ve hasretim aslında.  Hasretin seninle olmaktan güzel diyerek her defasında…

Ve sevgili Gürcan arkadaşım bu sabah. Çoktan okumayı ihmal ettiğim daha doğrusu okumak için sakladığım, evet böyle yaparım çok zaman. Sevdiğim şeyi saklarım açmam kapağını hazinemin. Korkarım kaçmasın elimden, kayıp gitmesin sevdiğim şeyler paylaşmasın. Aslında kıskançmışım da. Ama kimden? Kesinlikle kendimden. İçimi boşaltmam gerekiyordu sevdiğim şeyi ortaya çıkarmak için. Başka güzellerle etkisi azalmasın diye. Ve böyle yaptım, hafta sonuna dek sabrettim, defalarca döndüm baktım okumak için, ama her defasında  kaçtım önünden. Ama bu sabah  buluşma sabahı oldu hiç randevu vermeden.  Aldım  gazeteyi elime ve  okudum sevgilin derdi neymiş diye.

Okudukça açıldım, okudukça hüzünlendim, okudukça coştum, okudukça bir kez daha aşka aşık oldum. Acaba Gürcan arkadaşım yazarken ne hissediyordu? Böyle bir yazıyı ben yazsam sanırım yorgun düşerdim duygularımın ağırlığından, aynı zamanda ayaklarım kesilirdi yerden, aynı zamanda sinirli olurdum nedensiz. Aynı zamanda neşe saçardım çevreme. Aynı zamanda bir giz paylaşıyormuş gibi mücrim  olurdum. Bir zırhım oluşurdu dışarıdan beni ayıran. Bir ışık diyarında dolaşırdım. Çarşının tam ortasında… En kalabalık saatinde günün. Ve şimdi okurken ve yazarken de bir zırh var üzerimde ne ses giriyor ne görüntü içime, ne ses çıkıyor, ne gürültü içimden ve ne soğuk işliyor, ne güneş  giriyor.

Ve böyle olunca nefret ediyor herkes benden. Zırhımı delmeye, içeri girmeye çalışıyor sözde sevgililer. Ve daha çok zırhımla dolaşırsam yaka paça alıp götürecekler korkarım bu yüzden. “Merhaba dünya.”

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım okuduğunuz yazı geçen yıllardan kalma çok sevdiğim bir yazı. Ve yıla bu yazıyla elveda demek istiyordum bu yüzden yeniden paylaşmam. Ve hepimizin yeni yılda aşka  aşık olmamızı diliyorum sağlık ve sevgiyle hep birlikte ayrımsız gayrımsız, barış içinde her şeye rağmen her zaman yurtta sulh cihanda sulh ilkesi ile. Yeni yılımız kutlu olsun dünyaya barış  evlerde dirlik ve bereket dolsun. Yase

& & & & &

Tatlı Cadı!!

Kral Arthur, bir soruya doğru cevap verebilirse hayatı kurtulacak, aksi takdirde ölecektir. Soruya cevap verebilmesi için 1 sene süresi vardır. Soru aynen şöyledir: “KADINLAR NE İSTERLER?”

Bu soru tabi ki, dünyanın en zor sorusu. Ancak, kralın fazla bir tercih şansı yoktur. Ülkesine geri döner. Türlü alimlere, bilir kişilere danışır ama soruya tam bir doğru yanıt bulamaz. Bu sorunun cevabını sadece yaşlı bir cadı bilmektedir. Artık en son gün gelmiştir ve Arthur mecburen cadıya gider. Cadı soruya cevap verecektir ancak bir şartı vardır. Cadı cevap karşılığında Arthur’un yakın arkadaşı, en iyi ve yakışıklı şövalyesi ile evlenmek istemektedir.

Arthur yıkılır ve bunu kabul edemeyeceğini söyler ve cadının yanından ayrılır. Şövalye olanları duyar, krala koşup hiçbir şeyin Arthur’un hayatından daha önemli olamayacağını söyler. Ve cadıdan cevabı alırlar.

Kadınlar Her Zaman Kendı Özgür İradeleriyle Karar Almak Isterler.

Evet kesinlikle doğru olan bu cevap sayesine kralın hayatı kurtulur ancak, şövalyenin hayatı sönmüştür. Nihayet şövalye için en kötü an yani, gerdek gecesi gelir. Ancaaaakk… Odaya girdiğinde karşısında cadı yerine dünyanın en güzel kadınını görür. Şövalye şaşırır ve sorar. “Sen kimsin?” Kadın cevap verir:. “Ben evlendiğin cadıyım. Ancak gündüzleri son derece çirkin ve geceleri son derece güzel olurum. Ya da, gündüzleri son derece güzel ve geceleri son derece çirkin olurum. Nasıl gözükeceğime sen karar vereceksin”.

Şövalye çok kısa bir süre düşünür. Geceleri mükemmel bir sevgili mi yoksa gündüzleri eşiyle beraber kazanacağı saygınlık mı? Ve şöyle cevap verir: “Nasıl olmak istediğine sen karar ver lütfen, ben senin her haline karşı saygılıyım.”

Cadı bu karar karşısında çok sevinir. “Sen bana seçme özgürlüğünü verdin ve beni kısıtlamadın şövalyem. Bu yüzden ömür boyu yanında güzel ve saygılı biri olarak gözükeceğim”.

Sonuç? Kadınlar, İster, Son Derece Güzel, İster Son Derece Çirkin Olsun… Her Zaman Cadıdırlar:)))) Ama Tatlı…

Günün Şiiri

Destansı Öykü’den

Üç yıl boyunca

hiç durmadan haberciyi bekledik

gözlerimizi dikip çamlara, kıyıya ve yıldızlara.

Bir olup sabanın demiriyle, omurgasıyla geminin,

İlk tohumu arıyorduk

eski oyun yeniden başlasın diye.

Yaralarla döndük yurdumuza,

elimiz kolumuz tutmuyordu, ağzımız tuz pas içinde.

Kuzeye doğru yol aldık uyandığımızda,

lekesiz kanatlarıyla bizi sislere salan

kuğuların yaraladığı yabancılardık.

Uluyan gündoğusu çıldırttı bizi kış gecelerinde,

yazları, ölmeyen günün acısında yitirdik kendimizi.

Birlikte getirdik dönüşte

Bu oyma kabartmalarını saygılı bir sanatın.

Yeniden bir başka kuyu bir mağara içinde.

Bir zamanlar kolaydı

Putlar, süsler çıkarıp derinliklerinden

Sevindirmek bize bağlı kalan dostları.

İpler kopmuş artık; yalnız kuyu ağzındaki izleri

Ansıtıyor bize, bizi koyup giden mutlulukları:

Kuyu ağzında parmaklar, ozanın deyişiyle.

Bir an taşın serinliğini duyuyor parmaklar

Ve taşa geçiyor gövdenin sıcaklığı,

Her kıpı, sessizlik dolu, damla akmadan

Ruhunu oyuyor mağara sanki kumarda ve yitiriyor.

“İçinde hançerlendiğiniz hamamı unutmayın.”

Ellerimde bu mermer başla uyandım

Dirseklerimi yoran, nereye koyacağımı bilemediğim.

Bir düşe yuvarlanıyordu baş, ben düşten uyanırken,

Böylece birleşti yaşamlarımız, şimdi ayırması güç.

Bakıyorum gözlere, ne açık ne kapalı,

Konuşmağa çalışan ağıza konuşuyorum,

Tutuyorum derinin ötesine çökmüş yanakları.

Gücüm fazlasına yetmiyor.

Ellerim kayboluyor, sonra dönüyor,

Sakatlanarak.

ARGONOTLAR

Ruha gelince,

tanıyacaksa kendini,

bir başka ruhun

derinliklerine bakması gerek:

hem yabancı, hem düşman, aynada gördük onu.

İyi çocuklardı yoldaşlarımız, hiç yakınmıyorlardı

yorgunluktan, susuzluktan, soğuktan,

ağaçlar ve dalgalar gibi dayanıklıydılar

rüzgârla yağmuru kabul eden,

geceyle güneşi,

onca değişim içinde hiç değişmeden.

İyi insanlardı, günlerce başlarını eğip

hep birden soluyarak

küreklerde ter döktüler,

kanlarıyla kızardı uysal derileri.

Kimi zaman türküye durdular, başlarını eğip

hintincirlerinin bittiği ıssız adadan geçerken,

köpeklerin havladığı burnun ötesinde,

batan güne doğru.

Kendini tanıyacaksa ruh, diyorlardı,

bir başka ruhun derinliklerine bakması gerek

Ve kürekler vuruyordu denizin yaldızına gün batarken.

Nice burunlar geçtik, nice adalar,

deniz bir başka denize karışıyordu,

martıları, ayı balıkları başka.

Gün oldu, mutsuz kadınlar yas içinde

dönmeyen çocuklarına ağladılar,

öfkeyle Büyük İskender’i sordu başkaları

ve Asya’nın derinliklerine gömülen kahramanlıkları.

Gecenin kokularıyla yoğun kıyılara demirledik gemiyi,

kuş cıvıltıları, suları elimizde büyük bir mutluluğun

anısını bırakan.

Ama hiç sonu gelmiyordu bu yolculukların.

Ruhları bir olmuştu küreklerle, ıskarmozlarla,

asık yüzlü pruvasıyla geminin,

dümen suyuyla bir,

yüzlerinin görüntüsünü kıran sularla bir.

Birer birer öldüler

başları eğik yoldaşlarımız.

Kürekleri belirtisi kıyıda yattıkları toprağın…

Kimseler yok adlarını anacak. Alın yazısı.

Yorgo SEFERİS – Çeviri: Cevat ÇAPAN

Günün Sözü

Arkamda yürüme, öncün olmayabilirim, önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece eşit oluruz.

Ute Kabilesi

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here