Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Düşünüyorum yine (bol, bol zamanım var çünkü) düşünmeyi seviyorum ama konuşmayı da seviyorum; hatta özlüyorum öyle derin dolu, dolu bir muhabbetti. Bu günler benim için nerdeyse yalnızıca susma günleri olmaya başladı… Ağzımdan kısa sözcükler çıkıyor yalnızca. Günaydın gibi, nasılsınız gibi, teşekkür ederim gibi? Havuzda, çarşıda, pazarda her yerde yalnızca bu sözcükler yetiyor artıyor bile. İşte biz insanlar böyleyiz. İstersek hiç konuşmadan da anlaşabiliriz, yaşayabiliriz ama olmaz. İlla ipe sapa gelmez şeyleri bir çırpıda konuşacağız. Hatta o kadar rahatız ki bu konuda ağzımıza hiç ama hiç almamamız gereken kötü sözleri de bir çırpıda sıralayabiliriz. “Nasıl bir düşüncesizliktir bu bir türlü anlayamıyorum”
Düşünüyorum eğer doğru konuşmayı biliyor olsaydık belki başımıza gelen şeylerin onda biri bile gelmezdi başımıza. Örneğin ben deniz gibi yalnızca iki sözcüğe mecbur kalmazdık. Örneğin daha sonra pişman olup özür dilemek zorunda kalmazdık, örneğin asla bir daha geri almayacağımız sözler yüzünden karşımızdakinin yüreğini parçalamazdık, ömür boyu sürecek kırgınlıklar ve araya dağları sokmazdık. Hatta bazımız cinayet işlemezdi belki boşanmazdı. Ve belki hiç yalan söylemek zorunda kalmazdı ve bu örnekler daha uzar gider.
Ben deniz iki üç sözcüğe mahkum kaldım çünkü sorgulanmaktan, hayatımın inciğinin cıncığın sorulmasından hiç hoşlanmıyorum. Özelikle deniz kenarında, havuzda ve durakta…
Kaç gündür havuzda bir rahatsızlık söz konusu. Birileri saçma sapan nedenlerden saçma sözlerle birbirlerini iyice incitti araya girenler ve taraf olanlarda saçmalığı sürdürünce ve olayı sakinleştireceklerine işi tamamen çığırından çıkardılar. Hatta nerdeyse havuzu kapatacak duruma getirdiler. Site yöneticisini baya bir zor duruma düşürdüler.
Bu sabah öğrendim ki neden siyah bikinili tombul kızın zayıf ama şortla havuza girmek isteyen kendi yaşıtındaki kıza laf atması ile başlamış. Tombul ötesi siyah minik bikinili yeşil gözlü asabi kız, şortlu kıza “görüntünden rahatsız oluyorum” demiş olay büyümüş. Diğer kız “bende löpür, löpür kilolarından rahatsız oluyorum” demiş ve başlamış kilo üzerine dünyanın en saçma sapan konuşması tartışması ve hatta kavgası… Ben hiç farkında değilken. Daha sonra kavga devam etmiş. Erkekler girmiş araya ve yazmaktan utanıyorum. Birileri havuza pislik atmış havuz boşaltılmış yeniden dezenfekte olmuş yeniden doldurulmuş. Bu kadar ileri gitmişler yani. Havuza girmediğim iki günde olanlar bunlarmış. Nerdeyse savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarmış o kadar yani. Ve neden nedir? Saçma sapan bir söz ve tahammülsüzlük birbirine…
Hepimizin birbirine hoş gelmeyen tarafları vardır kuşkusuz. Ancak onları bu yüzden taciz etmek, sıkıştırmak, hakaret etmek çok ama çok zararlı bir şey, ben denizin de şaşırdığı şey… Birisi sakin olun dememiş taraf olmakla yetinmişler… Bu sabah havuzda hiç kimse yoktu sevindim. Ama çıkmak üzereyken zayıf şortlu kız geldi. Tombul kız hiç görünmedi. Dün akşamüzeri ise iki taraf, ayrı, ayrı yerlerde yüzmüşler anlatılanlara göre. İşte saçma sapan bir iki laf yüzünden sen ben olduk ve ikiye ayrıldık bu kadar kolay mı olmalı insanların birbirinden sözcükler sayesinde ayrılmaları? Zaten çokta normal olmayan bir zamanda yaşıyoruz en azından bu hanımların hadi kilolar hassas konu, belki hiç dokunmamak gerekirdi ama diğeri de o şık şorta laf atmamalıydı yani etki tepki oldu ve kırılan taraf diğer taraftan intikamını almak istedi acımasızca. İkisi de Mevlana’dan habersizdi ve bütün olaya şahit olanlar ve yakınlar “kırıldıysan kırdığın içindir” sözünden bi haberdi ki kimse eşine, kızına, kardeşine, arkadaşına bunu söylemedi. Ve arayı bulmadı aksine gruplara ayrıldılar. Havuz içinde bile!!
Bu minnacık bir örnek ama çok büyük anlam taşıyor kardeşliğe, birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulan bu günlerde. Bu yüzden diyorum kıracağınıza hiç konuşmayın olsun bitsin. Ancak tabi herkes ben deniz gibi suskunluğa en az açlık kadar tahammül edemez ki. Ama en azından, bir soluk alıp, ondan sonra sözünü tartarak konuşmaya çalışabilir değil mi ama. İnsanlar?
Ne demiş Hz. İsa; “Ağzına giren değil ağzından çıkandır önemli olan.”
Kendi hesabıma bu yüzden günaydın ve nasılsınız ve teşekkür ederim üçlemesi ile yetiniyorum artık kimseyi kırmak incitmek istemiyorum çünkü kendimi seviyorum ve asıl incinen ben olmak istemiyorum.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım her zaman diyerek yazımı noktalıyorum… Yase
& & & & &
İçsel simya hakkında ufak bir bilgi…
Okültizm‘in dallarından biri ya da kapsadığı alanlardan biri olarak görülen simya kimi kaynaklarda iç (ezoterik) simya ve dış (egzoterik) simya olarak ikiye ayrılmaktadır. Dış simyadaki bütün kavramlar Hermes Trismegistus inisiyasyonundaki ezoterik bilgilerin anlaşılamamış sembollerinden ibarettir. Örneğin, dış simyada madenlerin birbirine dönüşümünü sağlamak anlamına gelen “büyük eser” (magnus opum), iç simyada, inisiyatik bir eğitimin sonunda elde edilen spritüel “aydınlanma”yı ifade eder. İç simyada inisiyasyonlardaki küçük misterlere ve büyük misterlere vakıf olma “küçük eser” ve “büyük eser” diye adlandırılmıştır. “Büyük eser”i gerçekleştiren kişinin “büyük sanat”ın sonunda “felsefe taşı”nı elde etmiş, “ölümsüzlük iksirini”ni içmiş olması, inisiyatik süreç sonunda aydınlanmış olmasını simgelerdi.
“İlk madde”yi (materia prima) elde etmek ise, tüm madenlerin türediği madde cevherini elde etmek değil, ruhsal varlığın ilk halini, yani maddi dünyada doğmadan önceki saf hali, saf şuur halini elde etmek anlamına geliyordu. Metalin altına dönüşmesi sembolizminde simgelenen bir anlam da ‘aura’nın arınması, altın parlaklığını gösterecek bir saflığa ulaşmasıdır. Hermes Trismegistus’a dayanan ezoterik sembollerin, o sembolleri anlayabilecek inisiyatik eğitimden geçmemiş olanların eline geçmesi dış simyayı doğurmuştur. Bu bakımdan kimi yazarlar dış simyayı okültizm kapsamında, iç simyayı ezoterizm kapsamında ele alırlar.
& & & & &
İyi bilinen bir konuşmacı, seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başladı. 200 kişinin bulunduğu odaya, “Bu parayı kim ister?” diye sordu ve eller kalkmaya başladı ve konuşmacı “Bu parayı sizlerden birine vereceğim fakat öncelikle bazı şeyler yapacağım” dedi. Parayı önce buruşturdu, ve dinleyicilere “Hala bu parayı isteyen var mı?” diye sordu, eller yine havadaydı.
Bu sefer, konuşmacı “Peki bunu yaparsam?” dedi ve $ 20 i yere attı onun üstüne bastı, ezdi, pisletti ve para simdi pis ve buruşuktu, fakat eller yine havadaydı ve o parayı herkes istiyordu. Ve konuşmacı söyle dedi “Arkadaşlarım burada çok önemli bir şey öğrendiniz. Burada paraya ne yaptıysam hiç önemli değil onu yinede istiyorsunuz, çünkü benim ona yaptığım şeyler onun değerini düşürmedi, o hala 20 dolar!”
Hayatımızda çoğu kez verdiğimiz kararlar veya hayat şartları nedeniyle hırpalanır, canımız acıtılır, yerden yere vuruluruz, kendimizi kötü hissederiz, fakat ne olduğu ya da ne olacağı önemli değil, hiçbir zaman değerimizi kaybetmeyiz, temiz yada pis, hırpalanmış yada kırılmış, bunların hiçbiri önemli değildir. Seni sevenler senin ne kadar değerli olduğunu her zaman bileceklerdir, hayatımızın değeri ne yaptığımız veya kimi tanıdığımızla değil kim olduğumuzla alakalıdır. Sen mükemmelsin, bunu asla unutma. Her zaman elinde olanları düşün olmayanları değil…
Günün Şiiri
Sevgilim, Sözcükler ve Bengilik
biraz abartma değil mi bir insanın ardından
dünyanın sonuna dek gideceğini söylemek?
diyelim ki dünya sonsuz ve o insan
birdenbire yoruldu!
diyelim ki ortalık kıyamet: yağmur, dolu!
biraz abartma değil mi söz etmek
bir insanın gözlerinden,
o gözler sanki
doğdukları bengiliği yansıtan
derin dağ gölleriymiş gibi?
ya çökerse o dağlara kara bulutlar!
ya çamur fışkırırsa derinliklerden!
abartmıyor musun sen de
benim güzelliğime benzer güzellikte
bir başkası, bir tarla, bir at,
bir gül bulunmadığını söylerken?
dağ göllerinde yüz, gülüm, tırman dağlara,
at sırtında yolculuk et karda yağmurda,
bırak düşüncelerin ulaşsın bana
saçlarımı okşayan bir meltem gibi,
ardıç kuşunun şarkısı gibi kulaklarımda,
ışığı gibi akşam güneşinin yüzüme vuran
ve bir yıldız gibi
kucağıma düşen, karanlıklardan.
hep abartırız sevdiğimiz zaman.
diyorsun ki gürmüş sesim sekiz kentin
tapınak çanlarının sesi kadar.
yedi kentin deseydin
hiç değilse eğlenirdim
söz sanatındaki ustalığınla.
ama keselim bu gevezeliği burada.
hep beni aramışsın, öyle diyorsun.
bana gelince,
kimi aradım dersin, yola çıkıp da
dünyanın bir ucundan, yağmurda karda
derin dağ göllerinde, yüce dağlarda?
madem ki kavuştuk, gülüm, beni bırakma!
bırakıp gitmek mi? hayır, asla…
Erik STINUS
Esin Perisi
Geceleyin beklerken gelişini onun
Yaşamım pamuk ipliğine bağlı sanki
Gençlik, şan, özgürlük nedir ki
Karşısında o güzeller güzeli konuğun
Geliyor kavalıyla, kaldırıp peçesini
Ve takılıp kalıyor gözlerine gözlerim
“Sen miydin” diyorum “Cehennem sayfalarını
Yazdıran Dante’ye?” Yanıtlıyor: “Bendim.”
Anna AHMATOVA
Günün Fıkrası
Temel, oğlu Hasan’ı ödüllendirmek için para vermiş ve sinemaya göndermiş. Hasan gişeden biletini almış ve salona girmiş ancak biraz sonra ağlayarak dışarı çıkmış Gişedeki kız Hasan’ın yanına gidip ne olduğunu sorunca Hasan da: “-Kapıtaki amica piletumi yirttu…”
Günün Sözü
Bir insan hakkında, başkalarının onun için söylediklerinden çok, Onun başkaları için söylediklerinden fikir edinilebilir.
Leo Alkman
Karakteriniz, şöhretinizden önemlidir. Karakteriniz, siz ne iseniz odur… Oysa şöhretiniz, başkaları sizi ne sanıyorsa odur.
John Wooden