Masallarımız Hep Olsun… Hiç Ölmesin…

0
74

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Ülkenin sahil kesimindeki ormanlar yanmaya devam ediyor bizimde ciğerlerimiz tabi. Hava sıcak, insanlar vahşi; zarar vermedik bir tek vatan toprağı bırakmamak derdindeler sanki bu konuda yarışıyorlar! Ormanlara, ağaçlara, kuşlara, börtü böceklere, orman hayvanlarına verilen zararın haddi hesabı yok, insanlara verdikleri zararları hiç saymıyoruz bile; zehirlenen sular, bitkiler etrafa yayılan kokular. Resmen doğa tahribatı ve bunu yapan insan denen yaratıklar ve bu aymaz yaratıklar tam kalbinde yaşadıkları bu güzellikleri yok etmek için sanki yemin etmiş? Yahu insan bindiği dalı nasıl kesmeye çalışır? Anlamak mümkün değil. Doğa intikamını bir şekilde alır kuşkusuz. Bunca sıcak, yağmur, sel, hortum, deprem, eriyen buzullar sonucu oluşan su baskınları doğanın intikamı değil de ne?

Ancak insan denen yaratıkların verdiği zararlar bütün insanları etkiliyor. Ve bazı insanların birçoğu düşünmekten, sorgulamaktan aciz oldukları için o yaratıkların ellerine yağ sürüyorlar, onlarda bir şekilde suç ortağı sayılabilirler? Peki, hiç mi düşünen, sorgulayan yok, düşünen sorgulayan ne yapıyor? Ne yapacak, sorguladığı, düşündüğü ile kalıyor, saçını başını yolarak. Don Kişotluk masallarda kaldı artık bize masal bile okutmuyorlar. Don Kişot olmak isteyenlerin hayali tahta atlarını gerçekte masa sandalye yapıyorlar. Bu yüzden hayali atların değil gerçekten birlik ve beraberliğin peşinde olanlar davalarına baş koymuş olanlar kazanıyor.

Bakın işçinin sözde hakkını savunmakla yükümlü insanlar foyaları ortaya çıkınca ne diyorlar? Hiç çekinmeden rahatlıkla insanları terörist ilan edebiliyorlar? Siz saçınızı başınızı yolun kime ne?

Yüz binler, taş ocakları için oyulan dağlar, maden ocakları için kesilen ormanlar için ayaklanıyor, nöbetler tutuluyor. Kaz dağlarının kelleştirilmiş inşaat alanlarında Fazıl Say muhteşem bir piyano konseri veriyor. 50 yıllık bir ağacın altında 25 bin kişiye Tarkan Kazdağı için şarkı yazıyor, İzmir barosu Avusturya başbakanına mektup yazıyor, başbakan ağaç katliamı ile ilgili şikayeti inceleyeceğine dair onlara yanıt veriyor. Evet, çok ama çok güzel şeyler oluyor, insanlar umut topluyor peki ama bunca ağaç katliamından önce neredeydik acaba hep birlikte ve sonra ne olacak?

Avusturya şirketi ve ortakları ve onlara bu izni verenler vaz mı geçecek? Ben deniz sanmıyorum?  Zaten şimdiden bir şekilde terörist ilan edildik bile. Karşımızdaki gücünde ayrımındayım ve düşüncelerimin gerçekleşmesinden korkuyorum. Neden sanki o zaman şimdiki gibi değildik? Yani bir şekilde uyuyan bizler ondan sonra da uyanık olarak seyredeceğiz gibi! Çünkü kaba güç ve sırtı sağlam olan gece gündüz davasının doğru yanlış fark etmez peşinde olanlar her zaman kazanmış bu tecrübelerle sabitlenmiştir. Sonunda haklının haklılığı ortaya çıksa da…

Ama dilerim böyle olmaz, bütün dünya haklılığımıza karar verir ve o inşaat alanı kapatılır, kesilen ağaçların yerine başkaları dikilir. Ve birlik, beraberlik, kaba gücü yener ve masallarımız hiç ölmez.

Ve sevgili okuyucularım doğruların kötü bir huyu vardır eninde sonunda ortaya çıkma gibi dilerim geç olmadan ortaya çıkarlar. Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım. Ayrımsız gayrımsız. Yase

Günün Şiiri

Fırtınadan Sonra

Hava, gelip geçen fırtınayla dolu.

Canlandı her şey, ve bir cennet ferahlığında solmakta

Leylak, bir tazelik akımını çekmede içine

Her yana dağılmış mor salkımlarıyla

Hava değişimi diriltti her şeyi,

Doldurmada çatı oluklarını yağmur;

Fakat gitgide aydınlığa doğru değişmede gök

Kara bulutların ötesi masmavi

Sanatçının eli daha bir güvenle

Arındırmada her şeyi tozundan, kirinden;

Yaşam, gerçeklik ve olup bitenler

Yepyeni çıkmada onun atölyesinden

Yaşanmış yarım yüzyılın anıları

Gelip geçen fırtınayla tersine dönmede şimdi,

Yüzyılımız çıktı vesayetinden onun

Geleceğe yol açmanın zamanı geldi

Yeni yaşamın yolunu arındıracak olan

Artık sarsıntılar ve dönüşümler değildir;

Bir şeylerle alevlenmiş ruhun

İçtenliği, fırtınaları ve cömertliğidir…

Boris PASTERNAK/Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU

Ağustos

Tam söz verdiği üzere

İlk sabah güneşi perdeler arasından içeri girdi

Ve safran renginde, meyilli bir çizgi

Sedire ulaşıverdi.

Güneşin sıcak cilası

Kapladı yakın ormanı, köy evlerini

Yatağımı, ıslak yastığımı

Ve kitaplarımın arkasındaki duvarı.

Yastığımın niçin ıslak olduğunu hatırlarım

Geleceğinizi görmüştüm düşümde

Birbiri ardısıra, ormanın içinden

Beni uğurlamaya.

Dağınık bir kalabalığın içinden yürüyordunuz

Sonra biriniz hatırlamıştı

Eski takvime göre

Bugün Ağustos’un altısı, Tecelli Yortusu’ydu.

Her zaman böyle bir gün Tabor dağından

Alevsiz bir ışık gelir

Ve sonbahar, bir levha gibi temiz

Tüm bakışlar ona yönelir.

Yürümüştünüz, küçük, dilenci çıplaklığında

Titreyen kızılağaç korusu içinden

Mezarlığın zencefil kızılı çalılığına

Ballı bir petek gibi parlayıp birden.

Gökyüzü ulu komşusuydu

Susmuş ağaç doruklarının

Ve uzaklık çağırıyordu uzaklıkları

Çoktan uyuklamış ötüşlerinde horozların.

Ağaçların arasında, kilise avlusunda

Mezbaha memuru gibi durmuştu ölüm

Ve bakmıştı solgun donuk yüzüme

Ölçmek için mezarım, büyüklüğüm.

Hepiniz işitebiliyordunuz net

Yakınınızdaki bitkin sesi

Benim yiten sesimdi o, peygamberane

Yok olmanın henüz el değmediği.

“Elveda gök mavisi ve altını

Tecelli Yortusu’nun

Bir kadının son okşayışlarıyla yumuşak

Ölüm saatimin acılığı.

Elveda süresiz yıllar

Ve alçalış uçurumlarına

Meydan okuyan kadın

Ben alanıydım savaşınızın.

Elveda gerilmiş kanatların köprüsü

Özgür inatçılığı uçuşun

Şekli dilde açıklanan dünya

Yaratıcılık, mucizelerin çalışma gücü.”

Boris PASTERNAK/Çeviren: Osman TÜRKAY

 Günün Fıkrası

Temel boğazda tekneyle turist gezdiriyor. Bir gün bir Amerikalıyı alıyor başlıyorlar gezmeye… Amerikalı bir saray görüyor. “Bu ne kadar zamanda yapılmış” diyor.

Temel:   5 yılda” diye cevap veriyor…

Amerikalı: “Yazık bizde olsa 1 yılda yapılırdı.” Biraz sonra bir cami görüyor; “Bu ne kadar zamanda yapılmış” diye soruyor…

Temel: “2 yıl” diye cevap veriyor.

Amerikalı: “Yazık be bizde olsa 3 ayda biterdi” diyor.

Temel uyuz oluyor duruma… Biraz sonra bir tarihi yapı daha görüyorlar.. Gene soruyor Amerikalı…

Temel: “2 ay” diyor.

Amerikalı yine: “Yazık be bizde olsa 1 haftada biterdi” diyor.

Temel iyice kıllanıyor. Tam o sırada Boğaz Köprüsü’nün altına geliyorlar… Amerikalı yukarıyı göstererek: “Bu köprü ne kadar zamanda yapıldı” diyor.

Temel şaşkın-şaşkın bakışlarla kafayı kaldırıp: “-Hangisi? Bu mu? Bu dün burada yoktu daa…”

Günün Sözü

İnsanlar arzularına son olmadığı için, bu arzuları tatmin edecek vasıtalara da son olmamasını isterler.
ARISTOTELES

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here