19 Eylül Gaziler Günü

0
36

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah. Dün 19 Eylül Gaziler Günü idi. Binbir zorluklarla elde edilmiş bu topraklar uğruna canlarını vermiş şehitlerimizi bir kez daha minnetle anıyoruz. 19 Eylül Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e gazilik unvanının verildiği tarihtir. 19 Eylül’ün tarihine şöyle kısaca bir bakalım…

19 Eylül Gaziler Günün Anlam ve Önemi

Bu gün 19 Eylül Gaziler Günü Bilindiği gibi, Muharip Gazi, harbe katılıp da, harpten sağ olarak dönen savaşmış kahramanlardır. Gazilik unvanı devlet tarafından verilir. En büyük Gazi, bu unvanı 19 Eylül 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararı ile alan vatanın kurtarıcısı ve kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. 2002 senesinde çıkartılan yasa ile 19 Eylül günü Gaziler Günü olarak kabul edilmiştir.

Tarih boyunca hür ve bağımsız yaşamış Türk milleti işgal ve esarete alışık olmayan asil ve büyük bir millettir. Bu nedenle tarihinde bu uğurda çok savaş yapmış bir çok insanını şehit ve gazi vermiştir.

I.Dünya savaşından sonra cennet vatanın topraklarını işgal eden işgal güçlerine karşı Mustafa Kemal’in önderliğinde Şerefli bir kurtuluş mücadelesi vermiştir.İşte bu kurtuluş savaşında batı cephesinde devam eden Kütahya-Eskişehir savaşlarında elde ettikleri başarıyı devam ettirerek ,Türk ordusuna son darbeyi vurup Ankara’yı işgal etmeyi düşünen Yunanlılar 13 Ağustos 1921 de yeni bir saldırı başlattılar.23 Ağustos 1921 de başlayan ve 22 gün 22 gece süren Sakarya savaşında atından düşüp yaralanmasına rağmen cepheden ayrılmayıp üstün komutanlık,vatan ve millet sevgisini bir defa daha ortaya koyan Mustafa Kemal Paşaya 19 Eylül 1921 de TBMM tarafından Gazilik unvanı ile Mareşallık rütbesi verilmiştir.İşte bu büyük mücadele sonunda hepimizin bildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

& & & & &

Başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi minnetle anıyoruz. Şehitlerimizin ruhları şad olsun. Yase

& & & & &

Sakarya Savaşı’ndan Dönüş 

Sakarya Meydan Savaşı Türk Orduları’nın zaferi ile sona ermiş, Gazi Ankara’ya dönmektedir. Yirmi gün geceli gündüzlü büyük bir endişe ve karamsarlık içinde yaşayan Ankaralılar, düşmanı yenen ordunun başkomutanına törenli bir karşılama düzenlemişlerdir. Ankara garından başlayarak şehre doğru yolun iki yakasında sıra ile dizilen hükumet ve meclis üyeleri, memurlar, öğrenciler, esnaf ve halk, gazi geçtikçe alkış tutup arkasına katılarak büyük bir alay halinde ilerlemektedirler. Meclis binasının önüne gelindiğinde Gazi alayın başında bulunanların yukarıya doğru yol almakta olduğunu fark etmişti.

Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: ”cemaat” halinde Hacı Bayram Veli’nin türbesine gidilecek, onun ”yüksek maneviyatının yardımıyla” kazanılan bu büyük zafer için orada dua edilecek, sonra Meclis’e dönülerek nutuklar okunacaktır. Gazi: ”Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! ” deyip doğruca meclis binasına sapar. Atatürk yıllar sonra bu olayı anlatırken sözüne şunları da eklemiştir: ”Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz bir davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların ”maneviyatı” olmayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum.”

& & & & &

Ve bir gazimizin hikayesini kendi ağzından dinleyelim…
“Baktım Ki Ayağım Yoktu O An Mayına Bastığımın Farkına Vardım“

Vatani görevini yaptığı Şırnak’ta Mayına Basma sonucu gazi olan Muhittin Özel, hikayesini şöyle anlattı; “1994 yılında acemi birliğimi yapmak üzere Isparta dağ komanda er eğitim taburuna gittim. Burada 45 günlük zorlu bir eğitimin ardından askerliğimi yapmayı arzuladığım Mardin kocalar taburuna yani güneydoğuya geçtim. Tekrar burada aldığım 1 aylık eğitim sonucunda komutanlarımız bizleri timlere ayırdı ve asker olduğumu yürekten hissettiğim operasyonlara katılmaya başladım. Bir gün yine Mardin akarsu bölgesinde 15 gün kaldıktan sonra operasyondan dönerken hayatımın belki de dönüm noktası olan, beni bilmeden en şerefli mertebeye ulaştıracak olan o haber geldi.

Şırnak’a geçeceğimiz söyleniyordu bunun tehlikeli bir görev olduğunu komutanımız bize söyledi ve bizlerin kurban olmamasını dileyerek orada bir kurban kestiler ardından yola çıktık. Gece yarısı Şırnak’ın Silopi ilçesine ulaştık. Bize oradaki taburda sabahlayıp erkenden yola çıkacağımız belirtildi. Sabah gün ağarmadan araçlara binip yola çıktık. Belli bir mesafeden sonra yürüyerek intikale başladık. Gittiğimiz yer Şırnak’ın Cehennem Deresi adlı bir vadisiydi. O güne kadar hiç görmediğim ve gerçekten çok derin bir vadiydi. Şu an bile orayı hala unutamam. O kadar derindi ki karşıdan karşıya geçmemiz 3 saatimizi almıştı. O gece orada kalacaktık. Gece silah seslerini duyduğumuzda karşıdaki timin çatışmaya girdiğini anladık. Biz onlara koruma sağlamakla görevliydik. Çatışmalar sabaha kadar sürdü ve nihayet sabaha karşı çatışma sona erdi. Karşıki timden birçok arkadaşımız şehit olmuştu. Bu haber bizi derinden etkiledi. Sabah geri dönmek için yola çıktık aynı vadiyi tekrar geçmemiz gerekiyordu ve geçtik. O kadar çok yağmur yağıyordu ki sırılsıklam olmuştuk ve her yer çamur olmuştu. Biz bu şekilde ilerlemeye çalışıyorken teröristlerin mayın döşediğinden habersizdik. Tek sıra halinde gidiyorduk önümden 15 kişi falan geçmişti ki birden bir patlama oldu ve ben o anda yere yığıldım. Baktım ki ayağım yoktu o an mayına bastığımın farkına vardım. Gece olduğu için helikopter gelemedi. Silah arkadaşlarım 1 saate yakın bir süre beni sırtlarında taşıdılar. Daha sonra askeri araç geldi.

Dayanılmaz bir acı içerisindeydim. 3-4 saat sonra ancak Şırnak’a ulaştık ve orada ilk müdahale yapıldıktan sonra ambulansla Mardin devlet hastanesine götürüldüm. Ameliyata alındım. Ameliyattan çıktıktan sonra baktım ki oradaki komutanlarımız bir anne baba gibi benimle ilgileniyorlardı. Gözlerimi açtığımda komutanlarımız bana gazi olduğumu söylemişlerdi. Mardin’de yaklaşık 1 hafta kaldıktan sonra Ankara Gülhane ye gönderildim burada bir ameliyat daha geçirdim. Hiçbir zaman yürüyemeyeceğim aklıma gelmedi. Çünkü gazi olmanın haklı gururunu yaşıyordum. Şehitlik ve gazilik gerçekten herkese nasip olmayacak bir mertebedir. Anneler boşuna dememiştir haydi oğlum haydi git ya gazi ol ya şehit. Belli bir süre sonra iyileştim ve benim yürümeme ve kendi işlerimi görebilmeme yardımcı olan protezi kullanmaya başladım. Hiçbir zaman kendimi eksik hissetmedim ve hissetmeyeceğim. Hem ailemizin hem devletimizin hem de milletimizin arkamızda olduğunu bilmek bize güç veriyor. Bu vatan fedakârlık olmadan kurtarılamaz. Ya canını vereceksin ya da bir parçanı bu vatan için feda edeceksin. Yine gel deseler yine gider diğer bacağımı hatta canımı bile veririm. Çünkü bizim kalbimizde iman ve vatan aşkı vardır. Vatan bizim için kutsaldır.”

Günün Şiiri

Benim Bu Şiirimi Yüreğinle Ezberle

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle;

kitaplar yalnızca geçmişten küçük bir zaman

ve ödünç aldıkları, geçmişin izini taşımakta,

Macar sınır muhafızlarının yaktığı,

kütüphaneden kaçmış, sırtından vurulmuş,

kağıtları kurumuş, buruşuk ve çatırdamış,

kurtlar yemiş, tozlarla örtülü,

ya da yavaşça karartmakta ve kendini tutuşturmakta

tırmanırken Fahrenheit

451’*e, nasıl da sarıyor sıcaklık

kasabanızı kaplarken alevler  her yandan.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

Geleceğin kitapları uçacak ve bulacaksın

orada ne şiir ya da ne de dize

ya da otomobil ya da otobüs için benzin

-ya da cenaze arabasına-

ne keyif için içki yaşlanmaya

içki dükkanları yıkılmış ya da kilitli,

para yalnızca ödeşmekten vazgeçmek için,

o gün dilin kilitlendiği için

TV ciddi ciddi yayın yaparken

Ölüm saçan ışınlar yerine moda filmleri

ve ne bir can yardım etmekte

ve ne de her şey son ermekte

ama usunu sarmalayan aklın,

bulacak bir boşluk bu dizeler arasında

ve benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle;

ezberle onu bu kokuşmuşluk sürüp giderken

ki çürümenin kokusu yataklarından saçılırken,

emekçiler ordusu kusarken

ve yeryüzünün her yanını kaplarken,

öldürülürken tüm göller ve göletler,

Yıkılış yükseldi koltuk değneğinden destek alarak,

kara mürekkep yaprakları her dalda;

arıtılmamış çalkalama suları Hazan’ın boğazında

ve şafağın esintisi zehirli, koy

yüzüne gaz maskeni ve dize

dize karşı koymaktadır benim bu şiirim.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle

sanki, ölü, ben hâlâ sorumluyum çağımdan

sen dayanamazken evinde

susuz, ışıksız ya da gazsız kalmaktan,

ve düşe kalka bir mağarayı bulmaya çalışırken

kökler, meyveler, yemişler hâlâ yaşamakta,

bulacaksın bir sopayla, bulacaksın iyice,

bir diş kara, ve eğer o sararsa,

Öldürür sahibini, cesedini yer.

Yorularak yürüyeceğim ikircikli adımlarının ardından

virane yıkık kayaların arasında,

Fısıldayarak “Sen ölüsün, sen bittin!

Nereye gidebilirsin? O ruh senin

donuk toprağın kasabanı terk ederken.”

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

belki bir sen kalacaksın, yeryüzünde,

her şey bitmiş olacak ve sen, aşağıda,

sığınağının derinliklerinde, sor bakalım

zehirli hava sızmakta mı aşağıya

kurşun ve beton katları arasından. Hiç

bir iz kalmış mı İnsan’dan

nasıl gerçekleşmeli bu son?

Huzurlu sözcükler mi sana Söylediğim?

Ekleyebilecek miyim aklını doldurabilecek miyim

hesapsız yıllar için, zulmedici karanlığın

körlüğü arasından, acı ışığın,

uzayan ölümün ve bitti işte, acım

Ve eskil gözler gözler mi seni hâlâ?

Var mı orada bana söylemek istediğin

bir şey, zamanın düzenleyen yüzü,

Bulamayacak ne yaşamı ne zamanı?

Unutmalısın benim bu şiirimi.

György FALUDY

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here