19 Eylül Gaziler Günü

0
47

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah. Pazartesi günü 19 Eylül Gaziler Günü. Binbir zorluklarla elde edilmiş bu topraklar uğruna canlarını vermiş şehitlerimizi bir kez daha minnetle anıyoruz. 19 Eylül Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e gazilik unvanının verildiği tarihtir. 19 Eylül’ün tarihine şöyle kısaca bir bakalım…

19 Eylül Gaziler Günün Anlam ve Önemi

Bu gün 19 Eylül Gaziler Günü Bilindiği gibi, Muharip Gazi, harbe katılıp da, harpten sağ olarak dönen savaşmış kahramanlardır. Gazilik unvanı devlet tarafından verilir. En büyük Gazi, bu unvanı 19 Eylül 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararı ile alan vatanın kurtarıcısı ve kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. 2002 senesinde çıkartılan yasa ile 19 Eylül günü Gaziler Günü olarak kabul edilmiştir.

Tarih boyunca hür ve bağımsız yaşamış Türk milleti işgal ve esarete alışık olmayan asil ve büyük bir millettir. Bu nedenle tarihinde bu uğurda çok savaş yapmış bir çok insanını şehit ve gazi vermiştir.

I.Dünya savaşından sonra cennet vatanın topraklarını işgal eden işgal güçlerine karşı Mustafa Kemal’in önderliğinde Şerefli bir kurtuluş mücadelesi vermiştir. İşte bu kurtuluş savaşında batı cephesinde devam eden Kütahya-Eskişehir savaşlarında elde ettikleri başarıyı devam ettirerek, Türk ordusuna son darbeyi vurup Ankara’yı işgal etmeyi düşünen Yunanlılar 13 Ağustos 1921 de yeni bir saldırı başlattılar.

23 Ağustos 1921 de başlayan ve 22 gün 22 gece süren Sakarya savaşında atından düşüp yaralanmasına rağmen cepheden ayrılmayıp üstün komutanlık,vatan ve millet sevgisini bir defa daha ortaya koyan Mustafa Kemal Paşaya 19 Eylül 1921 de TBMM tarafından Gazilik unvanı ile Mareşallik rütbesi verilmiştir.İşte bu büyük mücadele sonunda hepimizin bildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

& & & & &

Başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi minnetle anıyoruz. Şehitlerimizin ruhları şad olsun. Yase

& & & & &

Sakarya Savaşı’ndan Dönüş 

Sakarya Meydan Savaşı Türk Orduları’nın zaferi ile sona ermiş, Gazi Ankara’ya dönmektedir. Yirmi gün geceli gündüzlü büyük bir endişe ve karamsarlık içinde yaşayan Ankaralılar, düşmanı yenen ordunun başkomutanına törenli bir karşılama düzenlemişlerdir. Ankara garından başlayarak şehre doğru yolun iki yakasında sıra ile dizilen hükümet ve meclis üyeleri, memurlar, öğrenciler, esnaf ve halk, gazi geçtikçe alkış tutup arkasına katılarak büyük bir alay halinde ilerlemektedirler. Meclis binasının önüne gelindiğinde Gazi alayın başında bulunanların yukarıya doğru yol almakta olduğunu fark etmişti.

Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: ”cemaat” halinde Hacı Bayram Veli’nin türbesine gidilecek, onun ”yüksek maneviyatının yardımıyla” kazanılan bu büyük zafer için orada dua edilecek, sonra Meclis’e dönülerek nutuklar okunacaktır. Gazi: ”Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! ” deyip doğruca meclis binasına sapar.

Atatürk yıllar sonra bu olayı anlatırken sözüne şunları da eklemiştir: ”Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz bir davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların ”maneviyatı” olmayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum.”

Günün Şiiri

Benim Bu Şiirimi Yüreğinle Ezberle

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle;

kitaplar yalnızca geçmişten küçük bir zaman

ve ödünç aldıkları, geçmişin izini taşımakta,

Macar sınır muhafızlarının yaktığı,

kütüphaneden kaçmış, sırtından vurulmuş,

kağıtları kurumuş, buruşuk ve çatırdamış,

kurtlar yemiş, tozlarla örtülü,

ya da yavaşça karartmakta ve kendini tutuşturmakta

tırmanırken Fahrenheit

451’*e, nasıl da sarıyor sıcaklık

kasabanızı kaplarken alevler  her yandan.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

Geleceğin kitapları uçacak ve bulacaksın

orada ne şiir ya da ne de dize

ya da otomobil ya da otobüs için benzin

-ya da cenaze arabasına-

ne keyif için içki yaşlanmaya

içki dükkanları yıkılmış ya da kilitli,

para yalnızca ödeşmekten vazgeçmek için,

o gün dilin kilitlendiği için

TV ciddi ciddi yayın yaparken

Ölüm saçan ışınlar yerine moda filmleri

ve ne bir can yardım etmekte

ve ne de her şey son ermekte

ama usunu sarmalayan aklın,

bulacak bir boşluk bu dizeler arasında

ve benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle;

ezberle onu bu kokuşmuşluk sürüp giderken

ki çürümenin kokusu yataklarından saçılırken,

emekçiler ordusu kusarken

ve yeryüzünün her yanını kaplarken,

öldürülürken tüm göller ve göletler,

Yıkılış yükseldi koltuk değneğinden destek alarak,

kara mürekkep yaprakları her dalda;

arıtılmamış çalkalama suları Hazan’ın boğazında

ve şafağın esintisi zehirli, koy

yüzüne gaz maskeni ve dize

dize karşı koymaktadır benim bu şiirim.

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle

sanki, ölü, ben hâlâ sorumluyum çağımdan

sen dayanamazken evinde

susuz, ışıksız ya da gazsız kalmaktan,

ve düşe kalka bir mağarayı bulmaya çalışırken

kökler, meyveler, yemişler hâlâ yaşamakta,

bulacaksın bir sopayla, bulacaksın iyice,

bir diş kara, ve eğer o sararsa,

Öldürür sahibini, cesedini yer.

Yorularak yürüyeceğim ikircikli adımlarının ardından

virane yıkık kayaların arasında,

Fısıldayarak “Sen ölüsün, sen bittin!

Nereye gidebilirsin? O ruh senin

donuk toprağın kasabanı terk ederken.”

Benim bu şiirimi yüreğinle ezberle.

belki bir sen kalacaksın, yeryüzünde,

her şey bitmiş olacak ve sen, aşağıda,

sığınağının derinliklerinde, sor bakalım

zehirli hava sızmakta mı aşağıya

kurşun ve beton katları arasından. Hiç

bir iz kalmış mı İnsan’dan

nasıl gerçekleşmeli bu son?

Huzurlu sözcükler mi sana Söylediğim?

Ekleyebilecek miyim aklını doldurabilecek miyim

hesapsız yıllar için, zulmedici karanlığın

körlüğü arasından, acı ışığın,

uzayan ölümün ve bitti işte, acım

Ve eskil gözler gözler mi seni hâlâ?

Var mı orada bana söylemek istediğin

bir şey, zamanın düzenleyen yüzü,

Bulamayacak ne yaşamı ne zamanı?

Unutmalısın benim bu şiirimi.

György FALUDY

Günün Fıkrası

Yaşlı Tanık

Bir mahkeme salonu düşünün… Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar.. Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır… “Bayan Jones.. Beni tanıyor musunuz?” Yaşlı teyze cevap verir: “Ah evet Bay Williams sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum.. Siz taa o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız.. Sürekli yalan söylüyorsunuz, karınızı komşunuzla aldatıyorsunuz, en yakınım dediğiniz insanların arkasından konuşuyorsunuz, 2 dolar fazla kazanmak için herkesi satarsınız…”

Davalının avukatı başta olmak üzere bütün salon şok olur.. Adam ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar: “Peki Bayan Williams, ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?” Kadın yine cevaplar: “Elbette tanıyorum.. Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım.. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir.. Etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hala geceleri altına kaçırdığını söylüyor..”

Yine herkes şokta.. Bütün salonu bir uğultu kaplar.. Hakim kürsüye tak tak tak vurup herkesi susturur ve her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırır.. Ve ikisine de eğilmelerini söyleyerek kulaklarına şunu fısıldar…  “Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi de harcarım.”

Günün Sözü

Zafer, “Zafer benimdir” diyebilenindir. Başarı ise, “Başaracağım” diye başlayarak sonunda “Başardım” diyebilenindir.
Mustafa Kemal Atatürk

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here