Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Gazipaşa’da havalar sıcak, nem çok yüksek, öyle ki gökyüzü sürekli gri ve sisli ve yere yakın, sanki elinizi uzatsanız nemi avuçlayacaksınız gibi. Güneş nemle örtülü olmasına rağmen minik bir esinti bile sımsıcak yalıyor değdiği yeri.
Sabah yüzmesinden sonra evde herkes sessiz… Kimisi gazetesine gömülmüş, kimisi kitabına, bilgisayarına, telefonuna, kimsede çıt yok. Çok severim bu sessiz saatleri ama nedense çokta uzun sürmez. Çünkü gazeteyi illa bekleyen biri vardır ve sabrı taşmak üzeredir. Sonunda patlar “hadi ilanları mı okuyorsun” diye başlar ağız dalaşı. Ve sessizlik böylece sona erer. Kardeşim “kahve içelim mi” der. Başımı kaldırmadan parmaklarım klavye de “evet” derim. Sonra etraf başlar hareketlenmeye. Ve hayat bir başka sıcak akmaya devam eder…
Çimler biçiliyor aşağı da üst kattaki Almanların temizlik günü zahir üstümüzde eşyalar çekiliyor. Elektrikli süpürgenin sesi sinirlerimi oynatıyor. Sessiz bir makine icat olmadı daha yazlıkta bile rahat yok kardeşim. Sessizlik sona erdi ya artık ne kadar ses varsa hepsini duyarsınız. Buzdolabının, saatin, ağustos böceğinin, çay makinesinin, ocağın, terlik tıptalamalarının (en bozulduğum şey) yalın ayak dolaşıyorum bu yüzden.
& & & & &
Çim biçme makinelerinin homurtuları devam ediyor. Dün de palmiyeleri budadılar. Ağaç kesimi işi ise biz gelmeden yapılmış. Biz geldiğimizde etrafta ağaç kalmamıştı. Yatak odasının penceresi önünde kocaman bir çam ağacı vardı, adamlar onu kökünden kesmiş, öyle budanmış falan değil, resmen hayatını elinden almışlar -yazarken gözlerime yaş hücum ediyor-. Bahçedeki muz ağaçları dibinden yok edilmiş. Varsa yoksa biçilmiş incecik çimler ve üzerinde hadım edilmiş zavallı ağaç kökleri. Yol boyu incir aşırdığımız ağaçlarda kesilmiş. Sarı su deresinin çevresindeki ağaçları nasıl kıydılarsa kökünden yok ettiler. Efendim çevre düzenlemesi yapacaklarmış. Kamyon kamyon toprak çıkarıyorlar o ağaçların hüküm sürdüğü yerlerden… Hem ağaçlar hem toprak kamyonlarla sokağın kenarına boşaltılıyor ki o kökünden sökülmüş yeşillikleri, ağaç tomruklarını, köklerini, toprak ve taşların arasında görünce ne diyeceğimizi bilemiyoruz.
Ve akıl erdiremiyoruz bu ağaç düşmanlığına. Yeni ağaçlar ekeceklermiş krokisinde yeni ağaçlar olarak her iki tarafa birer tanen süslü ağacı koymuşlar. Zaten memleket çöl gibi sıcak, neşeli bir o yer vardı orası da çevre düzenlemesine feda edildi. Bana ne çevreden bana ne zevk vermiyorsa, börtü böcek orada yaşamıyorsa, kuşlar konmuyor, kurbağalar ötmüyor, neşeli bir rüzgar hışırdamıyorsa yapraklarında. Sırf toprak ve taş üzerine oturmuş birkaç bankta oturup ne yapacak insanlar? Nerede piknik yaptığımız gölgelikler… Emre ile Berke’nin orada yaptıkları çekimlerle, okullar arası çevre bilinci ödülü aldıkları o kocaman ağaçlar? O kadar çaresiz hissediyoruz kendimizi, elimiz kolumuz bağlı, bize dayatılanları sineye çekiyoruz. Ve biz böyle sessiz ve kendi derdine düşmüşken daha çok ağaç kesilir bu ülkede. Yenisi dikilecek diyerek. Bir ağaç çocuk gibidir. Büyümesi yıllar alır. Onun bir geçmişi, bir tarihi vardır, anıları vardır. Yeni ve gölgesiz ağaçlar onların yerini tutar mı?
Ve sevgili okuyucularım sinirlerimiz aslında gergin, ne saatlerce yüzmek ne de başka bir şey bize iyi gelmiyor bu aralar, duyduklarımız, okuduklarımız ve yaşadıklarımız yüzünden. Bari sağlık ve sevgiyle kalalım ayrımsız gayrımsız, yan-yana el-ele… Yase
& & & & &
Bardağı Yere Bırakın…
Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı. Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu: “Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?”
‘ 50gm!’ …. ‘100gm!’ …..’125gm’ .. diye öğrenciler yanıtladı.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem,” dedi profesör, “ama, benim sorum şu ki: “Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
‘Hiçbir şey’ …..diye yanıtladı öğrenciler.
“Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?” diye sordu profesör bu kez…
“Kolunuz ağrımaya başlardı efendim” diye öğrencilerden biri yanıtladı.
“Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?”
“Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!”…..
Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler
“Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu? ” diye sordu profesör.
“Hayır….” diye yanıtladı herkes …
“Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?”
Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.
“Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?” diye tekrar profesör sordu.
“Bardağı bırakın düşsün! ” diye öğrencilerden biri yanıt verdi.
“Kesinlikle!” dedi, profesör.
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür.
Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar.
Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.
Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir,
Fakat daha önemlisi onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi).
Bu şekilde strese girmez ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!
Bu yüzden Sevdiklerinize şunu hatırlatın: “Bardağı yere bırakın bugün!”
Günün Şiiri
Unutma Ki
Sen uykusuzluk nedir bilir misin
Tırnaklarınla yastığını parçaladın mı
Gözlerini tavana dikip
Düşündüğün oldu mu bütün gece
Ve bütün bir gün
Belki gelir ümidiyle bekledin mi hiç
Gelmeyince
Seni aramayınca
Ölesiye ağladın mı
Sonra çekilip en koyusuna yalnızlıkların
Ona ait ne varsa
Bir bir hatırladın mı
Sen günden güne erimeyi bilir misin
Dev bir ağacın vakarı içinde ölmeyi
Bir teselli aramayı
Issız parklarda, tenha sokaklarda
Ve bütün bir şehir uyurken uzaklarda
Deli divane yollara düşüp
Yaşlanmış bir köpek gibi
Eskimiş bir gömlek gibi
Atılmışlığını hissettiğin oldu mu
Sevmekten
Günler geceler boyunca yürümekten
Elin ayağın yoruldu mu
Sen yalnızlığın acısını bilir misin
Unutulmak bir hançer gibi saplandı mı sırtına
İçinde kıskançlığın zehirli çiçekleri açtı mı
Bütün gururunu çiğneyip
Sevdiğinin geçtiği yollarda
Bastığı toprakları eğilip öptün mü
Sen çaresizlik nedir bilir misin
Sen yokluk nedir gördün mü
Yanan başını
Duvarlara vurup parçalamak geldi mi içinden
Sen her gün bin defa öldün mü
Böyleyim diye ayıplama beni
Bir gün kendimi
Sonsuzluğun koynuna bırakırsam
Yaralı ve yenik bir asker gibi
Darılma
Unutma ki
Her seven isimsiz bir kahramandır
Unutma ki
İnsan; sevebildiği kadar insandır.
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Anlatamıyorum
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
Orhan Veli KANIK
Günün Fıkrası
Sürücü dikiz aynasında kendisini izleyen polisi görünce kaçabileceğini düşünüp basmış gaza. Ancak polisi atlatamayacağını anlayınca, pes edip çekmiş kenara. Polis arabasından inmiş. Bezgin, kızgın ve de küskün bir sesle: “Bana bak, çok yorgunum, üstelik keyfim de kaçık. Mantıklı bir özür söyle yoksa yaktım çıranı!”
Kısa bir ara ve Sürücü: “Karım geçen ay bir polisle kaçtı. Aynada sizin aracınızı görünce, kaçtığı polis, onu bana geri getiriyor sandım…”
Günün Sözü
Birileri arkanızdan konuşuyorsa, onlardan öndesiniz demektir.
Anton CEHOV