Sınavlı Sistemin Psikopatolojisi!

0
394

Protagoras’a göre; “İnsan her şeyin ölçüsüydü!” Sınav merkezli eğitim sistemlerine göre ise “her şeyin ölçüsü sınavlardı!”

Eğitimde sınavlar; öğrencilerin bilgi, beceri, yetenek ve davranış kazanımlarındaki psikososyal gelişimini ölçmeye ve geliştirilebilmesini değerlendirmeye yönelik bir araçtı.  Sınavları araç olmaktan çıkartıp amaç haline getiren olgunun adı ise “sınavcılıktı!”

Paul Foulquie, Pedagoji Sözlüğü’nde (Sosyal Y. 1994) “sınavcılık” maddesini şöyle açıklıyordu: “Sınavcılık; Sınavlara haddinden fazla önem verilmesi ve bu yüzden bunların anne babalar ve sonra da onların etkisiyle çocuklar ve hatta öğretmenler ve eğitim teşkilatı için başlıca kaygı konusu haline gelmesi ve öğrencilerin değerini ölçmenin başlıca aracı olarak görülmesidir.”  Foulquie, “sınavcılığın eğitim cihazının gerçek hastalığı” olduğunu da aktardığı aynı sözlükte “Sınavlar üzerine” başlığı altında (s.442) eğitimcilerin şu görüşlerini de paylaşıyordu: “Renan; Sınavlar ve konkurlar (seçme sınavları ve yarışmalar) şifa bulmaz bir senilite’ye (ihtiyarlığın ayırt edici özelliklerini oluşturan patolojik ve gerileyici veçhelerin tümüne) yol açmaktadır.” “Hubert; Kamu öğretiminin en büyük kusuru, sürekli olarak sınav kaygısının baskısı altında olmasıdır.” “Le Bon; Geleneksel sınav ve konkurlar, feodal rejime oranla daha derin ve daha haksız sosyal farklılıklar yaratmıştır.”

Seçme, yarışma türü sınavların gelenekselleştirilerek “daha derin ve haksız sosyal farklılıklar” oluşturulduğu, dolayısıyla “eşitsizliğin daha da derinleştirildiği” sistemin adı kapitalizmdi. Ve bu sistemde “her şeyin ölçüsü de paraydı!”

Eğitimin klasik hedefi; bireylerin bilgi, beceri, yetenek kazanımı ve sağlıklı psikososyal gelişimiyle birlikte toplumsal yetkinlikti. Kapitalist “modern zamanlarda” bu hedeften vazgeçildi. Kâr edilecek bir tüketim nesnesine dönüşmesi ise sistemin tabiatından geliyordu. Dolayısıyla “sınavcılık” marifetiyle “piyasaya” sürülmesi ve toplumsal yetkinliğin yerini de “müşteri memnuniyetinin” alması doğaldı! Bu memnuniyet çarpıcı ve çekici reklamların illüzyonistliğinde markalar üzerinden yapılmaktaydı. Martin Brovn, Modern Çağda Kişilik Sorunu adlı kitabında, (Meya Y. 1996) Marks’ın, “sahip olma ve tüketme arzusuna yenik düşen insanın güdük kaldığı” sözünü aktarıyor (s.53) ve onun “yabancılaşma” tanımı üzerinden her türden yabancılaşmanın modern çağın hastalığı olduğunu anlatıyordu. (s.55-76) Yarışma ortamlarındaki her türden eşitsizliğin sonucu ise “öğrenilmiş çaresizlikti” ve Jung; “Vaktiyle öğrenilmiş tepkilerle geri itilen güdülerin doyum çabaları “nörotik” belirtilere dönüşüyor” diyordu.. (Analitik Psikoloji, s.9 Cem Y. 1991) Öte yandan sınavcılık, eğitimi;  “marka okul kazanabilme düşkünlüğüne” düşürmekteydi.. Dolayısıyla neden olduğu kaygıların “sinirsel” gerilimiyle normal yaşamların alt üst olması ve gerilimlerin kılık değiştirmiş biçimde dışa vuran ısrarlı girişimleriyle sürekli tekrarlanan bir davranış haline gelmesi ihtimali de sistemde mevcuttu.. Ki, Erik Fromm, “Sağlıklı Toplum” adlı kitabında (Payel Y. 1982) bu tür bireysel nevrotikliğin toplumsal nevroz bunalımlarına yol açma ihtimalinin de her zaman var olduğunu söylemekteydi..

Erikson, Psikososyal gelişim kuramını “yaşamın sekiz evresi” üzerinde inşa etmişti. Bu evrelerin başlıkları şöyle sıralanmıştı: 1) Güvene karşı güvensizlik, (0-1 yaş) 2) Özerkliğe karşı kuşku ve utanç, (1-3 yaş) 3) Girişimciliğe karşı suçluluk, (3-6 yaş) 4) Başarılı olmaya karşı aşağılık duygusu, (6-12 yaş) 5) Kimlik kazanımına karşı kimlik krizi, (12-18 yaş) 6) Yakınlığa karşı yalıtılmışlık, (20’li 30’lu yaşlar) 7) Üretkenliğe karşı durgunluk, (40’lı 50’li yaşlar) 8) Bütünlüğe karşı umutsuzluk, (60’lı yaşlar ve üstü)

Erikson, beşinci evreyle ilgili (Bekir Onur’un, Gelişim Psikolojisi adlı kitabından özetle) şöyle diyordu: “Ergenliğin başlamasıyla birlikte, bireyin toplumsal bir gereksinme olarak yaşamdaki rolünü tanımlaması çabasıyla başlar ve genellikle öğrenimini bitirmesi, bir işe girmesi ve bir eş seçimiyle sonlanır. Kimlik sorunları en çok bu evrede ağırlık taşırlar. Birey bu bunalımını olumlu bir biçimde çözemezse kimlik karışıklığı içine düşecek, bunun sonucu olarak da yaşam çerçevesi içinde oynadığı rolden hiçbir zaman emin olamayacaktır. Bu evre bireyin kimliğinin birçok yönünün çözüme bağlandığı bir evredir ama bu oluşum tek bir etkene bağlanamaz ve tek bir olay diğer bir evreye geçişin nedeni olamaz.”

Sınav merkezli eğitim sistemlerinde ise, ergenlerin kimlik kazanımının ve krizinin “sınavcılar” marifetiyle tek bir etkene; sınavlara bağlandığı ve bu olayı diğer evrelere geçişin nedeni yaptıkları” açıkça görülüyordu. Erikson, “Belirli bir yaşam döneminin hiçbir zaman tam olarak tamamlanamayacağını ve önceki gelişim evrelerine ait gelişimsel çatışma ve sorunların kritik yaşam olaylarıyla yeniden alevleneceği” görüşünü de Psikososyal gelişim kuramında öne sürüyordu.  Son tahlilde ben, yaşamın ilk beş evresinden kalabilecek güvensizlik, kuşku ve utanç, suçluluk, aşağılık duygusu, kimlik krizi ve bu durumların sonraki evrelerde “yeniden alevlenebileceği” gerçeğiyle birlikte oluşabilecek; yalıtılmışlık, durgunluk, umutsuzluk türünden patolojik durumların, eğitimi yabancılaştıran “sınavcılık” sisteminden kaynaklandığını söyleyebiliriz diye düşünüyorum..

Selam ve saygılar…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here