Rüzgârla El Ele

0
87

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah yine erkenciyim. Elimi yüzüme dayayıp kayıp gidiyorum bu diyardan. Dolaşıyorum, derya deniz, rüzgârla el ele vermişim. Dalıyorum ağaçların içine, secde ediyor dallar, yapraklar, huşu içinde, Allah, Allah diyerek. Dolaşıyorum ruhumun derinliklerinde, indikçe iniyorum eriyinceye kadar bir hamur parçası gibi suda… Saatler geçsin günler, aylar, yıllar, hep böyle kalalım derinlerde. Hışırtısında eriyelim ağaçların, denizin gizeminde yok olalım. İstiyorum…

Ancak bu dönüşsüz gidişe çok var daha! Her elimizi çenemize dayadığımızda hazırız gibi görünsek de sonsuza karışmaya, yaşanacak yenecek çok ekmekler var. Her defasında “dön geri” oluyorsan! Bir hırka bir lokma kendinden sıyrılıp evrende, bir toz zerresi olamıyorsan. Her defasında uzaktan çok uzaktan gelmiş gibi yorgun, seslere yabancı, görüntülere uzak ama yinede benliğinin emrindeysen ondan kurtulmamışsan? Daha çok git geller var yaşanacak… Çokkk.

& & & & &

Kıskanç benliğimiz! İstemez ondan ayrılmamamızı sanki asıl sahibimiz o ve biz bir köle gibi döneriz ona her defasında! Ama ayrımında değil daha, asıl onu köle etmek için dönüşümüz, yoksa kitaplar, yazılar, çizgiler, düşünceler ne işe yarardı ya  tefekküre dalmamız? Bütün bunlar onu eritmek için birer araç aslında, bu yüzden her çağrısında dönüp gelmemiz? Ondan kurtulmak için yine onu kullanırız! Hem onunla  görünür, hem onsuz yaşayabiliriz?

Her saniye görünmez olabilir, dağları, taşları dolaşırken engin denizleri aşarken arşa doğru süzülürken bir tüyden hafif, bilgisayar başına geçip yazı yazabiliriz. Havuzda düşüncelere dalıp kanatsız kuş olabiliriz, solungaçsız balık. Güneşi emerken bedenimiz eriyip yok olabiliriz, çocuklara gülümserken. Ve benliğimiz, onun emrindeyiz sanır ve başkaları!! Oysa vücuttan sıyrılmış özgür bir ruhu kim görebilir ki? Kim esir alıp köle yapabilir ki?

& & & & &

Uzak olsun bizden, ruhun beden hapishanesi. Lal olsun dillerimiz Allah aşkıyla, sürsün erimişliğimiz, vicdanımızın özgürlüğünde. Ve bu ayda bize sunulan rahmete dört elle sarılıp, rahmete rahmetle karşılık verelim. Sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalın. Allah Kuran’ı Kerim’de 185 inci ayette Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez” der. Ben bu lafı her zorluğun bir kolay tarafı var onu bulun ve ona göre yaşayın diye yorumluyorum ve böylece orucun bu sıcaklarda zorlayıcı etkisini en aza indirgemeğe çalışıyorum.

Sizde kendinizce kolaylaştırıcı şeyler bulabilirsiniz, aslında yalnızca her zorluğun sonunda gelen rahatlığı düşünürsek de bu kolaylaştırıcı bir etki yapabilir diyorum. Yase

& & & & &

Hakiki Muhabbet Nedir?

Kırılan iki arkadaştan biri, uzun bir aradan sonra diğerinin kapısını çalar. “-Kim o?” diye seslenir içerdeki. “-Benim” der kapıyı çalan.

“-Burada ikimize birlikte yer yok” diye cevap verir öbürü.

Aradan uzunca bir zaman geçer… Yeni bir umutla tekrar çalar sevdiği arkadaşının kapısını. “-Kim o?” diye sorar yine içerdeki.  “-Sen’im” der bu sefer. Ve kapı sonuna kadar aralanır.

Hz. Mevlânâ da; “Birisinin kalbinde taht kurmak, sevgisini kazanmak istiyorsanız, öylesine sevmelisiniz ki, benliğinizi bırakıp âdeta o olmalısınız” diye anlatır hakiki muhabbeti.

& & & & &

Öğüt

Bir gün Emir Süleyman Pervane, Mevlana’dan kendisine öğüt vermesi için ricada bulunmuştu. Mevlana, bir zaman düşündükten sonra: “-Emir Pervane, Kur’anı ezberlediğini duyuyorum, doğru mu?” dedi.

Pervane: “-Evet.”

“-Ayrıca, Şeyh Sadreddin’den hadis ilmi okuduğunu da duydum.”

“-Evet doğrudur.”

Bunun üzerine Mevlana şöyle buyurmuştu: “-Mademki, Tanrı ve onun peygamberinin sözlerini okuyorsun… O sözlerden öğüt alamıyorsan, hiçbir ayet ve hadis’in emrine uyamıyorsan, benim nasihatimi nasıl dinler ve ona uyarsın.”

Pervane, bu sözler üzerine ağlayarak dışarı çıkar.

& & & & &

Mal Sevgisi Kalbi Kaplamamalı

 Büyük fıkıh (hukuk) bilgini, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin (VIII. yüzyıl) ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu malumdur. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi: “-Ya imam, gemin battı!…” (İmamın ticari mal taşıyan gemileri mevcut)

İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra “-Elhamdülillah” dedi.

Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi: “-Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş.”

İmam bu yeni habere de: “-Elhamdülillah” diyerek mukabele etti. Haber getiren kişi hayrete düştü: “-Ya imam, gemin battı diye haber getirdik “Elhamdülillah” dedin. Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine “Elhamdülillah” dedin. Bu nasıl hamdetme böyle?”

İmam-ı Azam izah etti: “-Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle Allah’a hamdettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışladığı için de Allah’a şükrettim.”

Günün Şiiri

Ölü Bir Gürültüyüm

Büyüdüm ey girdap, yanılmayan yasa büyüdüm

Bedelsiz bir askerim ve senin surlarında

Cankuşum kafesinde, yüreğim yurdunda değil

Selinden kopan bir damlayım, yitmek yolunda

Birgün kavuşacak toprağım da yok

Sonsuz boşluğa dökülüyor kanımın şelalesi,

Ölü bir gürültüyüm yalnızca

Ya da bir ölünün çürüyen sesi

Çürüyorum ey girdap, ürkülecek yanım yok.

Pusatsızım ey yasa, hançer belimde değil

Boğazımı paslı bir hırıltıyla yırtıyor gurbet

Tanık yok. Oysa kentin ortasında cinayet

Sinsice gizledim katilimi yüzümün gölgesiyle.

Duyarlı çocuklar uykusu için

Katlanmaksa bu işte.

Düşürmedim gecenin tenhalığına beyaz bir leke.

Katlanıyorum ey cani ey kahreden açlığım

Umarımı eriterek geçen günlere

İntiharı düşünsem; ne bir şakağım var, ne de bir mermi

Sormuyorum bile bir gün… Bir gün biter mi?

Sormuyorum bile. Su olsam döner miyim?

Koptuğum dağlarıma, en derin yatağıma

Güz öncesi resmime, en eski çerçeveme

Anlıyorum ey yasa, yargıçlar yanıtlamaz

Kırık bir asa olur, körün tek karşılığı

Attığı her adımı saydıran kaygı

Dönmekten vazgeçmeyi bile yasaklar.

Olmadı öyle bir şey, o geçmiş yoktur

Bin kez daha tövbeler, beni bağışla

O geçmiş yoktur… O geçmiş yoktur…

Koru ölü sesimi ey çağdaş dua.

Olmadı öyle bir şey, tek bir çiçek vermedim

Filizi olduğum ilkyaz anaya

Yollara düşmedim hiç, dağlarda ölmedim hiç

Kanayarak söylemedim hiçbir şarkıyı

Sevmedim hiçbir şeyi, bir şeyden iğrenmedim

Bu kadarı yetmez mi yüzümü anlatmaya

Olmadı öyle bir şey, öyle bir geçmiş

Dayadım ağzımı kuruttuğun çeşmeye

Çıldırırsa bilincim suyu beklerken

Küflenmiş tırnaklarım çökerse gırtlağına

Suçsuzum ey yasa

Çünkü bütün ölüler dışındadır yasanın.

Adnan SATICI

Gönül

Evvel sen de yücelerden uçardın

Şimdi enginlere indin mi gönül

Derya deniz, dağ taş demez geçerdin,

Karada menzillin aldın mı  gönül.

Yiğitliğin elden gitti yel gibi.

Damağımda tadı kaldı bal gibi

Hoyrat eli değmiş gonca gül gibi

Bozulmuş bağlara döndün mü gönül

Hasta olsan yatağın istersin

Kadir Mevlam sağlığını göstersin

Cennet i Aladan bir köşk dilersin

Boynunun farzını kıldın mı gönül

Karacaoğlan der ki, söyle sözünü

Hakka teslim eyle kendi özünü

El içinde karalama yüzünü

Yolun doğrusunu buldun mu gönül.

Karacaoğlan

Günün Sözü

Vahşiler hariç, bütün insanlar, kitapların hükmü altındadır.

Vatana sadakatla hizmet edenin atalara ihtiyacı yoktur.

İnsanoğlu hiç de kötü olarak yaratılmamıştır; ama hastalandığı gibi kötüleşir de.

F. M. Arouet VOLTAIRE

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here