Madem Çoban Değilsin, Ardındaki Sürü Ne?

0
139

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Madem çoban değildin, ardındaki sürü ne? Ben bir körpe kuzuyum, al kat beni sürüne” diye bir halk türküsü var, bilir misiniz? Yıllar öncesinden radyoda duyduğum ve anında âşık olduğum. Kim söylüyordu  bilmiyorum ama yüreğe dokunuyordu. Beni alıp gidiyordu bilmediğim âlemlere… Çocuktum  parmak kadar, büyüdüm kocaman, hep sorarlardı “Nerelerde dolaşıyorsun sen kızım?” diye. Onu dinlerken. Bir bilselerdi nerelerde, kimlerle dolaşıyorum? Bir bilselerdi kimleri arıyorum?

Dün gece yatağa tam gireceğim saat gecenin 02’si. Dilimden aynen yıllar önce duyduğum gibi dökülüyor nağmeler. “Madem çoban değildin ardındaki sürü ne? Birden zihnimin kaypak zemininde buldum kendimi. Çocukluğumun küçük odasında…  Halının  üzerine bağdaş kurmuş radyo dinliyorum, elimde bir kitap, aniden radyoda inliyor ses. “Madem çoban değildin ardındaki sürü ne?” Kitap elimden düşüyor aklım orada kalıyor ve radyoya eşlik ediyorum “ben bir garip kuzuyum al kat beni sürüne.” Düşünüyorum söylerken “madem çoban değilsin ardındaki sürü ne?”  Sürü ne? Ya o bağlama sesi!! Off offf bitiyorum.

Ve çocukluk geçiyor hemen, “aşka düştüm düşeli ah etmeden bir tek güne.”

Sonra her şeyin üzerine bir tül iniyor. Okul yılları, değişen koşullar, ardı ardına gelen gariplikler ve gün bu gün. Bu gece. Zihnimin kaypak zemininde ufak bir sörf yapmam gerekiyordu zahir ki yatağı açmak için uzanan elimin minik bir hareketi ile dilimdeki düğüm çözüldü. Bedenim aniden diriliyor, huşu doluyorum kulak kesiliyorum, çocukluğum bilinçsiz arayışının tam ortasına düşüyorum… “A ne kadar güzel” diyor  kardeşim. Çocukluğumun bazı karelerinde ne yazık ki kardeşimle görünmüyoruz. Hatta ailenin diğer fertleri  bile!

Sabahtan internet başındayım. Emre’nin deyiş kitaplarını karıştırıyorum bir yandan, yok istediğim bilgiyi çıkaramıyorum. Bir zamanlar bu deyişi kim seslendiriyordu? Rahmetli Neşet Ertaş olduğunu sanıyorum ama kesinlikle emin değilim zaten çokta önemli değil isimler. Önemli olan o bağlamayı kullanan eller ve deyişi seslendiren diller. Ve taşıdığı anlam…

O zamanlardan başladı diyemeyeceğim arayışım o zamanlar da alev aldı. Buldum sandım sonunda kendimi. Sonra hızla yeniden  unuttum, unutturdu hayat ve zorlukları ve düşünceleri insana ve dünyaya ait olan her şeyi. Ve bir gece yeniden anımsattı. Ne denir bilmiyorum. Belki koruma altına almak için kendimi  bilmiyorum?

Saatlerce dolaşıyorum hem zihnimin kaypak zemininde her adımda ayağım kayarak. Hem Emre’nin kitaplarında, her saniye gözüm karararak. Hem de nette bütün gücüm tükenerek. Ama istediğim sesi ve bilgiyi alamıyorum. Belki ne aradığımı bilmiyorum, nasıl arayacağımı. Ne biçim edebiyat okuyorsunuz diye Emre’ye patlıyorum.

Bir halk değişi bir edebiyat türü… Ama ben ne arıyorum bundan başka? Zamanım doldu, yazım basıma geç kalacak. Hala arıyorum. Şimdi rica ediyorum hatta çok, çok rica ediyorum bu yazıyı okuyanların arasında bu konuda bilgi sahibi varsa bana yollasın inanın ki anlatamayacağınız kadar büyük bir iyilik yapacaksınız çünkü şu an çok huzursuzum  yetersizliğimden dolayı  ancak yinede  ah etmiyorum. Sürüye katılmışım çünkü ister istemez.

Ve sözüm Sevgili Gürcan Özdemir hocama “lütfen  siz bilirsiniz  beni aydınlatın.”

Çocukluğuma kadar olan yolu aştım. Bu sabah. Radyoya gittim ve sözlerini yarım yamalak belleyemediğim deyişi söyledim tamda bağlama çalarak ve makamına uydurarak. Hatta bütün sözlerini doğru söyleyerek… Ve yorgun değilim zamandan. Bana oyunlar hazırlıyor sürekli ve anlıyorum ki yaşanmışlığın en güzel tarafı bu.

Ve bu yaşanmışlığı kutsuyorum. Şakaklarıma düşen aklarla… Bu sabah dilediğim yazıyı yazamadım ama dilerim yarın devamı gelir.

Şimdilik sağlık, sevgi, birlik, beraberlik ve aşkla hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Mesnevî’den-İnsan Denilen Muamma

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- aşk, vecd ve istiğrak dolu hayatını üç kelime ile ve üç merhale olarak şöyle ifade eder: “Hamdım, piştim, yandım!..”

“Ölüm gününde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın dert ve gamı var sanma! Dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum zannetme!”

“Ben (ten kafesinden kurtulunca) ölü idim, dirildim, ağlamaktayken tebessüme büründüm. İlâhî aşkın devletine nâil olunca da, ebedî devlete (saâdete) kavuştum.”

“Sakın ola ki, öldüğüm için bana ağlama! «Yazık oldu, yazık oldu!» deme! Eğer ben yaşarken nefse uyup şeytanın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır!” “(Fakat ben ruhumla büyük bir heyecan içerisinde vuslata doğru kanat açtığımda sakın ola ki) cenazemi görüp de; «Ayrılık, ayrılık!» deme! Bilesin ki o vakit, benim ayrılık vaktim değil, (Rabbimle) «buluşma» yani vuslat vaktimdir!”

“Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; «Veda, veda!» deme! Çünkü mezar, öteki âlemin, cennetler mekânının perdesidir!”

“Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör! Düşün ki, Güneş’le Ay batıp gözden kayboldukları zaman onların nûruna bir ziyan gelir mi?”

“Bu hâl, sana; batmak, kaybolmak gibi görünse de, aslında doğmaktır, yeniden hayata kavuşmaktır! (Hem de ebedî bir hayata…)”

“(Dıştan bakınca toprağın kara bağrında bir çukurdan ibâret olan şu) mezar, insana ha­pishane gibi, zindan gibi görünse de, orası aslında vuslata teşne ruhların (dünyanın iptilâ ve musibetlerinden) kurtulduğu (ve huzur bulduğu) yerdir!”

“Hangi tohum toprağa atıldı, ekildi de tekrar bitmedi; vakti gelince topraktan filizlenme­di? Niçin insan tohumu hakkında yanlış bir zanna düşersin?”

“Hangi kova suya sarkıtıldı da dolu çıkmadı? Can Yusuf’u neden kuyudan ziyan görsün, niçin feryad etsin?”

Günün Şiiri

EĞER

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde ‘onca ayrılığın birinci dereceden failidir’ denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse…

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

Can YÜCEL

Günün Sözü

Yürürken başımın yerde olması sizi rahatsız etmesin. Benim tek derdim; yere düşen edebinize takılmamak.

Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle. Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla.

Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here