İçimiz Yamaçlarımız Yanıyor…

0
87

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Geçen hafta Cuma sabahı sıcakkk kuru bir rüzgâr bizi pekte tatlı olmayan hatta huzursuz bir uykudan uyandırdı. Huzursuzluğumuzun nedeni biraz sonra ortaya çıktı. Kara dumanlar bir anda etrafımızı sarmıştı. Ve yangın haberi hemen ardından geldi. Hemen hepimizin Sarımazı’da, Nergizlik ve Arsuz’da arkadaşlarımız, dostlarımız var, bir anda endişe ve korku yüreklerimizi sıkmaya başladı. Telefonlar çalışmaya başladı, bazıları evlerini terk etti, aşağı İskenderun’a indi, bazıları direndi, bazıları da etkilenmedi. Ancak orada yaşayan herkes çok önemli…

İnsanından, ağacından, börtüsünden, böceğinden ve bu acımasız yangın nedeni ne olursa olsun bir felaket ve cehennemin yere inmiş hali sanki terastan cayır-cayır yanan İskenderun yamaçlarını izlerken üzüntüden hepimizin sesi soluğu kesildi. Kaçışan hayvanlar, evlerini boşaltan insanlar, dumandan etkilenip hastaneleri dolduran yaşlı, çoluk çocuk! Gerçek anlamda bir felaket!! İşin kötüsü hızını artıran rüzgâr yangının yayılmasına neden olurken söndürme çalışmalarını da etkiledi. Ve ne yazık ki yangın uzun süre devam etti. “Acaba” diyorum “dünya uzay çağında ve uzaya araç yollanıyor, maden arıyor iken hala yangın söndürmek için çok etkin bir metot neden geliştirilmez ki?”

Doğaya, insana, ağaca, hayvana, börtü böceğe kıyanlar bunun vebalini nasıl ödeyecek acaba? Ve biz neye üzüleceğimizi, içimizin kime nasıl yandığını bilemiyoruz artık. Gözyaşlarımız ne yazık ki yangınları söndürmeye yetmiyor ve elimiz böğrümüzde yalnızca izlemekle yetiniyoruz.

Nasıl bir yıl yaşıyoruz, valla şaşırdık kaldık, normal hayatımız bitti, sıradan olmayan olağan üstü günler yaşıyoruz ki korona hanımı ikinci sıraya itti bile. Sahte rakıdan ölenlerin sayısı neredeyse korona ile yarışıyor. Ve bütün bunlar olurken bütün bunlardan bi haber yaşayanlar var çevremizde ne yazık ki! Hala maskeleri yere atıyorlar, hala maskeleri kollarına takıyorlar, hala bana bir şey olmaz havasındalar ve ne yazık ki aşırı derecede duyarsızlar?

Ve sevgili okuyucularım, içimiz yanıyor, kavruluyor yıllardan beri Hatay’ı değişik zamanlarda vuran yangınlardan… Ve sevgili okuyucularım gerçekten yanıcı çam ağacı yerine zeytin ağaçları ekilirse daha doğru olacağını düşünüyoruz, yanan ağaçların yerine ve bunu söylerken milyonlarca kez lanetliyoruz vicdansızları… Ağaçlar ve ormanların sakinleri -börtü böcekler, kaplumbağalar, kuşlar, tavşanlar vs- de sizi asla affetmeyecek ve dileriz hep birlikte vicdanınız bizi kavurduğunuz gibi kavrulsun.

Ve sevgili okuyucularım bugün ekstradan üzgünüm. Çocukluğumdan beri okuduğum ve en sevdiğim birkaç yazarın başında gelen Bekir Coşkun hayatını yitirdi. Doğrusu gerçekten üzücü bir haber ancak huzuru bulduğu için teselli bulur gibiyim. Çünkü çoktan beri amansız bir hastalıktan mustaripti. Her sabah gazeteyi aldığımda ilk okuduğum köşe yazısı onundu, bendeniz için yeri doldurulmaz insan, hayvan, doğa dostu, güzel insan… Nur içinde uyusun. Sevenlerine, ailesine bağlı olduğu gazeteye başsağlığı diliyorum…

Ve acılar bitmiyor. Geçen günlerde büyük teyzemizi kaybettik. Bir liderin eşi ve kendisi de bir liderdi rahmetli; acımız vardı ve bu içinde bulunduğumuz günlerde bir kez bile aklımıza gelmedi yangının telaşı acımızı unuturdu… Ve şimdi değerli yazar, gazeteci, güzel insan Bekir Coşkun’un kaybı doğrusu baya bir oturdu içimize?  Dilerim artık yeni acılar yaşamayız ve hiçbir acı öncekini unutturacak kadar şiddetli olmasın. Ve sağlıkla sevgiyle kalalım ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Yazı bilmem.

Yazarım yazı bilmem.

Bu yaz böyle geçti,

Gelecek yazı bilmem…

Bekir Coşkun

& & & & &

Çölde devesiyle birlikte yürümekte olan bir çöl insanı güçlükle hareket eden, susuzluktan ölmek üzere olan bir adama rastlamış.

Adam Allah rızası için su istemiş. Devesinden inip bir çare adama suyundan vermiş. Suyu içen adam birden çöl insanını ittiği gibi deveye atlayıp kaçmaya başlamış. Çöl insanı arkasından bağırmış: “Tamam deveyi çalıyorsun ama senden bir ricam var. Sakın bu olandan kimseye bahsetme. Bu isteği anlamsız bulan hırsız şaşırmış ve neden diye sormuş…

-Eğer bu yaptığını anlatırsan, bu dilden dile yayılır ve insanlar bir daha çölde yardıma muhtaç birini görünce yardım etmezler.

& & & & &

Zenginlik ve Fakirlik

Seyyahın yolu uzak bir diyarda şirin bir köye düşer. Köylülere, tanrı misafirini ağırlayacak biri var mı diye sorar. Köylüler, seyyaha ancak çiftlik sahibi Süleyman diye birinin yardımcı olacağını ve oraya gitmesini söylerler.

Seyyah yoldayken birkaç köylüyle daha sohbet eder. Köylülerden Süleyman’ın, o yörenin en zenginlerinden biri olduğunu birde Hasan isimli bir başka çiftlik sahibi olduğunu öğrenir.

Seyyah, Süleyman’ın çiftliğine ulaşır. Köylülerin dedikleri gibi Süleyman misafirini çok iyi karşılar. Seyyah çiftlikte yer, içer ve dinlenir. Süleyman’a ve ailesine kendisini çok iyi ağırladıkları için teşekkür eder ve tekrar yola çıkmadan önce der ki: “Böyle nimetlerle ödüllendirildiğin ve zengin olduğun için hep şükretmelisin.”

Süleyman da seyyaha der ki: “Zenginlik dediğin nedir ki, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen gerçek, göründüğü gibi değildir. Bu da geçer…”

Seyyah, Süleyman’ın yanıtını uzun uzun düşünür… Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, seyyahın yolu yine aynı köye düşer. Süleyman’ı yine ziyaret ederim, beni güzelce ağırlar diye düşünür. Köylülerle konuşurken Süleyman’ın fakirleştiğini Hasan’ın yanında çalışmaya başladığını öğrenir.

Seyyah, Süleyman’ı merak eder ve Hasan’ın çiftliğine gider. Süleyman’ı eski püskü elbiseli, birazda yaşlanmış halde bulur. Nasıl oldu da hizmetkar olduğunu sorar. Süleyman çiftliğinin bir sel felaketinde yıkıldığını, tüm hayvanlarının telef olduğunu, topraklarının da işlenemez hale geldiğini, tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Hasanın yanında çalışmak zorunda kaldığını anlatır. Seyyah, Süleyman’ın haline üzülür.

Süleyman, yine de seyyahı bir yere bırakmaz, son derece mütevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır.

Seyyah, vedalaşırken, Süleyman’a olup bitenlerden ne kadar çok üzgün olduğunu söyler ve Süleyman’dan su yanıtı alır: “Üzülme… Unutma, bu da geçer…”

Uzun yıllar geçtikten sonra, seyyahın yolu yine aynı bölgeye düşer. Eski dostunu ziyaret eder. Bir süre önce ölen Hasan, ailesi olmadığından, bütün varını yoğunu, en sadık hizmetkarı ve eski dostu Süleyman’a bırakmıştır. Süleyman, Hasan’ın konağında oturmaktadır. Büyük arazileri ve binlerce sığırı ile yine o yörenin en zengin insanı olmuştur. Seyyah, eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar çok sevindiğini dile getirdiğinde yine aynı yanıtı alır: “Bu da geçer…”

Birkaç yıl sonra Seyyah yine Süleyman’ı arar. Ona bir tepe gösterirler. Tepede Süleyman’ın mezarı vardır ve mezar taşında şöyle yazmaktadır: “Bu da geçer…“ Seyyah, üzgün bir şekilde, “Allah Allah, ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider.

Ertesi yıl, Seyyah, Süleyman’ın mezarını ziyaret etmek için geri döner ama ortalıkta mezar falan kalmamıştır. Büyük bir sel gelmiş, bütün tepeyi silmiş süpürmüş ve Süleyman’ın mezarından geriye hiç eser kalmamıştır.

O yıllarda, ülkenin ileri gelenlerinden biri kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Bu öyle bir yüzük olacaktır ki, sultan mutsuz olduğunda umudunu tazeleyecek, mutlu olduğunda da, mutluluğun rehavetine kendini kaptırmasını önleyecektir.

Hiç kimse, istediği gibi bir yüzük yapamaz. Adamın kuyumcusu seyyahın eski bir dostudur, ondan yardım ister. Seyyah, nasıl bir yüzük yapacağını dostuna söyler.

Kuyumcu yüzüğü hazırlar ve yüzük sultana sunulur. Son derece sade bir yüzüktür bu, adam yüzüğü inceler ve gözü üzerindeki yazıya takılır. Üzerinde biraz düşünür ve yüzü aydınlanır. Tam da istediği gibi bir yüzük olduğu için mutlu olur.

Yüzüğün üzerinde ne mi yazıyordur? “Bu da geçer…”

Hayat akarken, zenginlik ve güzellikler içinde şükür etmek, fakirlik ve zorluklar karşısında umut etmek. Bu da geçer ve zamanın ne göstereceğini ancak Allah bilir.

Günün Şiiri

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı

Behçet NECATİGİL

Gece ve Yas

Bir köşeye büzülüp
Böyle susmazdım ama
Kapılardan süzülüp
Gece doldu odama.

Bir yağmur ince ince
Çarpıyor şimdi cama
Hasret kaldım sevince
Korku yüzümde yama.

Dalarken gözümde yaş
Ben böyle sonsuz gama
Artıyor yavaş yavaş
Damlardaki ağlama.

Behçet NECATİGİL

2.Nilüfer

Kışken ilkyaz, sularımda açardı;
Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı?
Eski defterlerde sararırmış yaprak.
Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar.
Bir ışıktı yanardı gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya yattı,
Sardı karşı kıyıları karanlık
Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.

Günün Fıkrası

Çocuk, okuldan bir gözü şiş olarak dönünce, annesit telaşlandı: “-Oğlum ne oldu gözüne? Düştün mü yoksa?”

“-Hayır düşmedim. Arkadaşım Hakan`la dövüştük. Ben de yarın onun gözünü şişireceğim!” Annesi yatıştırmaya çalıştı: “-Sakın ha! Dövüşmek iyi birşey değil. Ben sana yarın pasta çörek vereyim. Arkadaşına da ver, barışın. Güzel güzel oynayın olmaz mı?”

“-Olur anneciğim, barışırız.”

Ertesi gün, çocuk öteki gözü de şişmiş olarak döndü. Annesi merakla sordu: “-Yine ne oldu?”

“-Arkadaşım yaptı, daha çok pasta, çörek istiyor!”

Günün Sözü

Hayatta olabileceğiniz en güzel yer, bir duanın içinde yer alabilmektir.
Şems-i TEBRİZİ

Ayrı ayrı birer ahlaksız yaratıklar olan insanlar, toplu oldukları zaman namuslu kişiler olurlar.
Montesquieu

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here