Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Derviş olmak ne kadar kolay bir şeymiş diye düşünüyorum. Sabah gazetelerinde biraz gezinince, aklılara durgunluk veren olayları, haksızlıkları, vahşetleri ve hiçbir zaman anlayamadığım bir sürü laf kalabalığının anlattığı hiçbir şeyleri okuyunca. İçime bir bıkkınlık geldi aniden… Aslında hiçbir zaman içinde olmadığımızı bildiğim bu hayatın tamda göbeğindeymiş gibi yaşadığımı sandığım için ve bu yalanı bile bile gerçekmiş gibi algıladığımı hep bilmeme rağmen sanki bugün keşfetmişim gibi sıkılmam da bir garip gelmişti ya bu sabah? Ve bütün bunlar aslında, bu dünyada yaşamaktan vazgeçme eğiliminde olduğumu algılatmıştı, felsefe yapmadan, arkada gözüm olmadan, yalnızca bir derviş olmak istiyorum. Dervişin yolu tek, düşüncesi tek, abası tek, lokması tek… Derviş olup dağlara taşlara yalın ayak kendini vurmak çok daha kolay…
Hiç olmazsa yüzüğünü içerde düşürüp dışarıda arayan Nasrettin hoca fıkrasında olduğumun bilincinde olup bunu sürdürmeye mecbur algılamayacağım kendimi. Fıkrayı bilirsiniz. Hoca yüzüğünü kaybeder. Ve bahçede aramaya başlar. Komşusu ne arıyorsun hoca diye sorunca yüzüğümü diye yanıt verir; nerde düşürdün? İçerde. Peki ama hoca neden dışarıda arıyorsun? Çünkü içerisi karanlık…
& & & & &
Gece Toktamış Ateş hoca ile bir söyleşi izledim TRT’de. Gözyaşlarımı salmadım, tıkandım ama onlar yinede bir geçit buldu boynuma doğru. Şu dakikalarda cenaze töreni yapılıyor herkes orada. Ne garip bir dünya… Bu durumdan çok etkilendim son günlerde hiçbir ölüm beni bu şekilde etkilemedi dersem yalan olmaz. Belki arka arkaya geldiği için her şey, belki, sinirler zayıfladı, belki başka şeyler oldu bilmiyorum Ancak hocayı da bir başka severdim bunu biliyorum ve yakın bulurdum kendime. Bir dost gibi!
Ve sevgili okuyucularım en güzeli bugün şiir okuyalım. Şiir okumak ne dervişliğe aykırı neden karanlıkta bir şey aramaya.
& & & & &
Pülümür’ün Yaşsız Kadını
Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü
bir asa vardı elinde
bir solmuş kırallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk
yaşını sordum bir giz gibi güldü
koluma girdi bir soylu kadınca
tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
beni tek gözlü sarayına götürdü
köy yapısı kulübesinin
zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim
Bülent ECEVİT
Bu da Öyle Bir Aşk
Sırtımda çıplak
Islak nefesin
Bi gidip bi geliyor
Biz senlen yatmıyoruz ki
Yaşamıyoruz da
Hep yarışıyoruz
Sen mi ben mi
Önce kim
Ölümü öldürecek diye
Can YÜCEL
Akdeniz Yaraşıyor Sana
Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk havladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdeniz’e
Can YÜCEL
Günün Şiiri
Akdeniz Yaraşıyor Sana
Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdeniz’e
Can YÜCEL
Günün Fıkrası
Kırk Yıllık Sirke
Bir Arkadaşı Nasrettin Hoca‘ya sormuş; “Hocam sizde kırk yıllık sirke varmış…” Nasrettin Hoca da: “Var” demiş… Arkadaşı: “Biraz versene ilaç yapacağım” demiş… Nasrettin Hoca: “Her isteyene verseydim o sirke kırk yıl durur muydu sence?” demiş…
Günün Sözü
Yalanın dostu, gerçeğin düşmanı çoktur.
D. GIRARDIN