Bu Günlerde Hava Çok Kirli Çokkk!

0
89

Ve Ayak Üstü Sohbet CHP Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sayın Lütfü Savaş İle.

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Havalar soğudu ya, etrafı  kömür dumanı sardı. Sabah pencere açmak bir dert, gece pencere açmak bir dert oldu. Bütün evin duman altında kalması bir an sürer ve içerde ne yazık ki hapsoluyoruz. Bu günlerde yoğun çalışıyorum bildiğiniz gibi açık havada. Buna rağmen tiner kokusu müthiş rahatsız ediyor, buna yağlı boyada karışınca resmen kafayı buluyorum ama kötü bir şekilde bulantıdan tutunda iştahsızlığa kadar her şey. Bu yüzden saat 15,30 gibi işimi gücümü bırakıp yürüyüşe çıkıyorum hava o zaman temiz güneş var ama yinede kendimizi korumak zorundayız hatta daha çok.

Terlemeden bir saat yürüyüp dönünce kendimi çok iyi algılıyorum. Ama eğer çalışmaya dalarsam ve geç kalırsam işte o zaman boğazım jiletle yırtılıyor gibi  oluyor şehrin üzerine bir tavan gibi  inen kirli hava sis ve dumandan.  Ve dün yine geç kaldık arkadaşım sağ olsun yardım ediyor çalışmalarıma. Birlikte çıktığımızda hava kararmıştı çok yürüyemedik çünkü ikimizin de soluk alacak hali kalmadı kirli havadan. Bir No’lu  belediye sosyal  tesislerine sığındık. Bir ada çayı istedik ve oturduk. Tam o esnada içeri bir grup girdi.

Bendeniz Antakya belediye başkanı ve şimdilerde CHP’nin  büyük şehir belediye başkan  adayını şahsen tanımıyorum. Ama arkadaşım  Antakyalı olduğu için  tanıdı. Büyük bir grupla gelip yanımızdaki masaya oturdular. Kalabalık olmaları dikkat çekici tabi ben deniz her zaman selam kelam konusunda hassasım. Ufak bir baş selamı bir gülümseme bile benim için çok değerlidir ve elimden geldiğince bunu esirgememeye çalışırım. Ve huyum kurusun en azından belediyemizi ve şehrimizi yönetmeye talip insanlardan bunu beklerim. Yani  kelam olmasın, hafifçe  bir baş selamı bile eğilip verilen, bu selamı almayacak ya da bundan rahatsız olacak kimseyi bendeniz  tanımıyorum.

Ada çayımızı içtik ve tam kalkarken onlar selam vermedi ama biz verelim selamımızı dedik ve masalarına gittik. Direk olarak “selam baylar.  siz selam vermediniz ama biz selam vermeye geldik” dedik. Ve herkes bu söze güldü. Kimse alınmadı “rahatsız etmek istemedik konuşuyordunuz” falan dediler. Neyse selam bahane biz birazda konuşmak istiyorduk. Ne de olsa Ak partiden CHP  adayı olan ve hala Antakya belediye başkanlığı görevini yürüten  Sayın Lütfü Savaş’ı azıcık tanımak istiyorduk.

Ve tanıştık, ayaküzeri sohbet ettik. Zaten oda gençlerle sohbetimiz var demişti şimdi sizlerle da tanıştık. Adaylığını kutladık onlar da hepimize kutlu olsun dediler.. “İskenderun hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordum. “Biz iki yıldan beri  zaten İskenderun’la ilgileniyoruz, sorunlarının çoğuna vakıfız” dedi. Garip ama gerçek ki İskenderun’u   sanki bir yabancıya emanet ediyormuşum gibi  algılıyordum kendimi ve İskenderun için niyetlerini çok iyi bilmek istiyordum. Kızını evlendiren anneler gibi. Oysa bizimde bir başkanımız var ve olacak buna rağmen telaşım nedendir bilmiyorum. “Esnaf arkadaşları dolaşıyor musunuz yani İskenderun halkı ile kaynaşma  falan.” “Dün sosyal tesislerin açılışın da halka birlikteydik ve dolaşmaya başladık zaten adaylığımızda yeni kesinleşti bildiğiniz gibi” dedi  “evet halkla bütünleşmeye çalışıyoruz tabi.” ” Antakya’da çok seviliyorsunuz” dedi arkadaşım. “Sağ olsunlar” diye yanıt aldı. “Bizde Antakya’yı seviyoruz tabi. Ve idealimiz Hatay’ı büyükşehir olarak en iyi şekilde yönetmek.” “Bizim istediğimizde bu tabi.”

Ayaküzeri yaptığımız minik söyleşiyi  sergime davet ederek noktaladık. Şahsen belediye başkanlarında aradığım şeylerin başında partiler üstü olmaları yani  yelpazeleri geniş olmalı ve partizanlık yapmamaları Sayın Civelek böyle bir başkan diye düşünüyorum ama çok bilemiyorum tabi. Ve Sayın Lütfü Savaş bunlardan biri. Hatay’da kişisel olarak sevilen bir insan ve böyle  kalmasını ve İskenderun halkı ile de bu şekilde devam etmesini diliyoruz. Minik ayaküstü konuşmamız bu minval üzerinde devam etti bir müddet, “İskenderun CHP  teşkilatında adaylığı pek kabul görmedi hatta ben bile neden?” diye sordum. Ama şimdi daha geniş düşününce neden olmasın diyebiliyorum. Doğrusu kendine güvenen iyi konuşan neşeli  ve sevilen bir insan…

Ama yinede dayanamadık “Neden?” diye sorduk “Ak Partiden CHP’ye geçiş.”  Yanıt kesin ve netti. “Başkan  Kılıçdaroğlu teklif etti bizde kabul ettik, görev verilince nerden gelirse gelsin teklif kabul ederiz, kabul etmemek olmaz.”

Kolay gelsin diyerek kendimizi yine sokağa attık bizi bekleyen işler vardı ama eve gittik çünkü ada çayının iyi geldiği boğazımız yine dışarıdaki kirli havadan etkilenmişti. Acaba büyük şehir belediyesi bu konuda ne düşünüyor? Yoksa bu onların işi değil mi?

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım. Yase

Günün Şiiri

Durgun Yıllarda Gelmiş Olanlar Dünyaya

Durgun yıllarda gelmiş olanlar dünyaya

Anımsamazlar geçtikleri yolları;

Biz, Rusya’nın korkunç yıllarının çocukları

Gücümüz yok hiçbir şeyi unutmaya.

Yakıp kavuran, kül eden yıllar!

Çılgınlığın mı, umudun mu kökü gizli sizde?

Savaş günlerinden, özgürlük günlerinden

Kanlı bir parıltı kaldı yüzlerde.

Uğultusu tehlike çanlarının

Dilsiz olmaya zorladı bizi.

Uğursuz bir boşluk kapladı

Bir zaman coşkuyla dolu yüreklerimizi

Varsın, üstünde ölüm döşeğimizin

Uçuşsun bir karga sürüsü, bağırışlarla –

Tanrım, seyretsinler âlemini senin

Kimler daha lâyıksa!

Aleksandr BLOK-Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU

Şubat Güneşi

Karabasan

Düşüne, düşüne oda uykuya daldı. Dalar dalmaz da rüyalar âlemine yuvarlandı.  Koşuyordu rüyasında, karanlık sokaklarda birini arıyordu, telaşla, korkuyla koşuyordu. Aniden arkasında bir ses duydu Ahmet, Ahmet,  ses  hafif, sakin ve meltem gibi serindi.

Ahmet  arkasına döndü. Dönmesi ile birlikte, karanlıklar  aniden sıyrıldı. Etraf parlak bir ışıkla aydınlandı. Ahmet’in gözleri ışıktan kamaştı, gözlerini  sımsıkı kapattı. Yeniden aynı ses kulaklarında çınladı. Ahmet, Ahmet… Bunun üzerine Ahmet gözlerini korkarak açtı. Karşısında uzun boylu,  çok güzel bir kadın duruyordu.  “Beni mi arıyorsun?” Ahmet tam ona uzanacakken. “Yaklaşma” diye bağırdı kadın. “Yaklaşma bana dokunma. Ben artık bu âlemde yaşamıyorum.  Şimdi ait olduğum yerde çok iyiyim, aynen beni ilk tanıdığın gibi!” Ahmet ona doğru ilerlemek istiyordu ama ayakları sanki yere betonla gömülmüş, yerinden kıpırdayamıyor.  Elini uzatmak istiyor ama kolları çok ağır kaldıramıyordu. Hareket etmeğe uğraşırken Aniden o güzel kadın perişan bir vazıyete Ahmet’in ayaklarının dibine düştü…  Güzelliği birden bire  yılanın deri değiştirmesi gibi üzerinden kayıp  gitti. Yerine yaşlı kırış kırış, kara kuru, saçları darmadağın perişan bir kadın geldi. O kadın Pençeye dönmüş damarları patlamak üzere olan, elleri ile saçlarını tutam, tutam yolup koparmaya başlamış, bir taraftan da yalvarıyordu.  “bir yudum su ne olur bir yudum su!”

“Yine bozdun değil mi yemini?” diyerek Ahmet çevresine baktı.. Birden elinde sürahi ve dolu bir  bardak  su tutan Zeynep’i gördü… Kız öylece hayal gibi şeffaf duruyordu. Ahmet su dolu bardağı Zeynep’in elinden aldı. Bardak Ahmet’in elinde büyüdü, büyüdü, kocaman oldu… Ahmet eğilip o kocaman bardağı ayaklarının altında kıvranan kadına uzattı. Ama kadın suyu almak için elindeki saç yumağını Ahmet’in yüzüne fırlatınca Ahmet’in elinden bardak büyük bir gürültüyle düşüp kırıldı. Su yere bardak kırıkları ile dağılarak akıp gitti. Kadın yere dökülen suyu yalamaya başlamıştı şimdi.   Bardak kırıkları ağzını dudaklarını parçalıyordu. Vampire benziyordu adeta! Zeynep korkuyla haykırarak aniden ortadan yok oldu. Yerde kıvranan kadın ise acı, acı inlemeye devam ediyordu. Su bir damla su…

Ahmet ter içinde telaşla gözlerini açtı. Yüreği kulaklarında atıyordu sanki. Bir an gözleri öylece açık yerinden kalkmadan yattı. Gözleri karanlığa alışınca ancak Zeynep’i gördü. Kız elinde sürahi öylece duruyordu, yerde bardak kırıkları. Aman tanrım rüya devam mı ediyordu yoksa? Telaşla fırladı yattığı yerden. “Sakın yere basma bardak kırıldı” diye bağırdı Zeynep suç işlemiş çocuklar gibiydi. “Sen neden ayaktasın bir şey mi oldu?” “Susadım, mutfaktan su almaya gittim ama mumlar sönmüş dönerken ayağım takıldı.” “Su getirmemi ister misin?” derken tüyleri diken, diken olmuştu gördüğü karabasanın etkisindeydi hala. “Lütfen teşekkür ederim” diye fısıldadı.

Ahmet yavaşça adım attı bardak kırıklarını görmesinin olanağı yoktu. Etraf baya karanlıktı mumlar sönmüş şöminedeki ateşte küllenmek üzeydi. Parmak uçanlarına basarak kenardan kenardan yürüyerek mutfağa gitti Zeynep’te peşinden.

“İyi misin Ahmet? Bağırdığını duydum…”

“İyiyim” derken Ahmet dalgındı. Suyu doldurup kızın yaklaşmasını bekledi. Sonrada elinden tutup bardağı eline tutuşturdu. Yere dökülen su ve onu yalamaya çalışan kadın gözlerinin önünden gitmiyordu. Zeynep bardağı alıp suyu, kana, kana içti. Bardağı masaya yavaşça koyarken korka, korka “Uykum kaçtı sen yatacak mısın?” dedi. Ahmet mum arıyordu. “Bir yandan da bu elektriklerde gelemedi” diye homurdanıyordu. “Üstelik yağmur devam ediyor.” “Beni duydun mu?” “Efendim anlayamadım.” “Hım ruhun dönmedi demek hala sana. Hadi gel otur ve ruhunun dönmesini bekle, ya da hemen git yat o gelmeden.”

Yeniden uyumak fikri Ahmet ti dehşete düşürmüştü. İstemeden de olsa “Of ya Zeynep sen uyumadın herhalde ruhun hiç geziye çıkmamış gibi” diyerek kızı tersledi. Arkası Yarın

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here