Zaman Geri Döndü

0
49

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Zaman geri döndü, yeniden ülke kan revan içinde, yeniden evlere ateş topları düşmeye başladı, o evler ki, insanım diyen insanın, ruhunu inciten, kendinden ve yaşadığı hayattan utandıran, normalin altında bir yoksulluktaki evler. Bazı rezidanslarda bir günde, eften püften şeylere dökülen paraların toplamı bu evlerin yılık kazancından çok. Bir öğünlük biftek parası ile bu evler yenilenebilir, insanca yaşanacak duruma getirilebilir diye düşünüyorum.

İleri Türkiye diye yola çıktığımız sevgili ülkemizde, pantolonu yamalı üstü başı dökülen, ayakkabıları delik, eski püskü, ayakkabı demeye bin şahit ister, yaşlı genç, çoluk çocuk yaşadıkça, daha doğrusu nefes aldıkça, ne yazık ki bir buğday tanesi kadar bile yol almamış olmayız bendenizce. Siz ne derseniz deyin. Yoksulluk, kara yoksulluk, zenginlik, Karun hazinelerini sollar!  Ve biz inançlıyız sözde. Oruç tutar içeriği hiç değişmeyen Ramazan paketleri dağıtır kurban keser, yarısından çoğunu iç eder işe yaramayan parçaları dağıtırız. Ah biz kendini aldatan insanlar! Allah’ı kandıracağımızı sanırız kendi buyrukları ile.

Ve bir can düşünce toprağa feryat figanımız yeri göğü inletir. Ağlamayı, güzel sözler söylemeyi biliriz artık o sözlerin miadı çoktan geçmiş olsa da inandırıcılığı, samimiyeti, kalmamış olsa da sokaktaki çocuk bile bunun ayrımında olsa da bunu da bilerek yinede söyleriz. Çünkü orada konuşmadan durmak olmaz ki? Oysa gerçekten sussalar, başları önlerinde olsa, gerçekten bir gözyaşı kopup gelse ta yüreklerinden, işte belki o zaman bu manzaralar yaşanmazdı. Ama biz kendimizi sevmiyoruz bu yüzden kimseyi de sevemeyiz! Ve yalancıyız! Önce kendimize, sonra herkese… Ayrım gayrım yok diyoruz değil mi? Allah’ına kadar yapıyoruz. Ve hep yapmamız için kışkırtılıyoruz. Ve hep olması için yırtınıyor bazı güçler. Kardeşlik hayal olsun istiyorlar. Kendi çıkarları için. Ve bazı aymazlar bu oyuna gelip kan döküyor. Oluk, oluk.

Ne yapacaklar, ne yapacaklarını sanıyorlar? Birbirimize karışmışız. Sarmaş dolaş değiliz, kan bağlarımız var. Artık biz bir mozaik değiliz kurtuluş savaşından beri. Bizler kocaman harika bir ebruyuz; renklerimiz bir birine karışmış yeni bambaşka renkler elde etmişiz kendimizden. Şimdi bizi kim ayırabilir ki? Kuşkusuz ayrılamayız, eğer renklerimize, kardeşliğimize sahip çıkarsak. Bizi ayırmak için ebru kağıdını lime, lime edip un ufak yapmaları gerekir ki o zaman bile renkleri ayıklamak olanaksız. Ancak, amaçları bu hainlerin! Olanaksızı oldurabilmek değil.

O güzelim tablo üzerinde bizi kullanarak, tepinerek ona büyük çok büyük zarar vermek!!! Bu yüzden bizi kullanmalarına, özümüze, değerlerimize sahip çıkarak, dik durarak izin vermeyelim, birlikte oluşturduğumuz renklere sahip çıkalım. Ah vah zaman geçirip, elimiz kolumuzu bağlar değerlerimize sarılmaz isek işte o zaman, kendimize vereceğiz asıl zararı.

Ve gelin birlikte olalım, bu toprakları kanları ile kazanmış ortak ecdadın torunları olarak, Türkler Kürtler kendimize sahip çıkalım, kardeşliğimizi koruyalım ve hainlerin emellerini kursaklarında bırakalım, yoksa bu güzelim renk cümbüşü tablo çok zarar görecek. Ve olan yeni, taptaze, daha solmamış renklere olacak. Ve feryat figan eksik olmayacak ufkumuzdan. Bu savaşın kazananı olmayacak, yalnızca delik deşik edilmiş bir ebru kağıdı kalacak geriye.

Hainler üzerimizdeki oyunun çapını daraltıp bizi bıktırmak, yıldırmak, kışkırtmak istiyorlar, onların oyunlarına gelmeyelim. Kardeşçiliğimizi, birlik ve beraberliğimizi zedeleyecek ek söylemlerden ve oluşumlardan uzak kalalım. Sözde değil özde insan olduğumuzu, ‘yaşam kutsaldır’ bunu unutmayalım. Hakkın kutsal olduğunu da…

& & & & &

Bir Soluk Füsun Sayek Etkinlikleri

İçimiz kavruluyor 7 Haziran’dan beridir. Gecemiz gündüzümüze karıştı. Geçen hafta Arsuz’da başlayan Rahmetli Füsun Sayek etkinlikleri bir soluk oldu, bütün Hatay yöresine ve bendenize oralardan uzakta olduğum halde. Hep orada olmak istemişimdir, şimdi tablolarım atölyemde yalnız ve tozlu olarak keyfimi bekleyeceğine bu etkinliklerde hak ettikleri yerde olabilirlerdi! Bu yüzden içime çektiğim soluk çalıntı gibi geliyor şimdi bendenize emek vermeden almak gibi. Korkarak içime çekiyorum. Acaba hakkım var mı diye? Ve sormak istiyorum gelsem alırlar mı beni aralarına? Bu yazıyı okuduysalar yanıt vermelerini rica edeceğim.

Teşekkürler sevgili Prof. Dr. İskender Sayek, eşinizin adına oluşturduğunuz bu güzel etkinlik için. Size iki kez teşekkür ediyorum doğrusu.  Değerlerimize ve bir kadın olarak eşinize duyduğunuz bu olağan üstü bağlılık için. Keşke sizden birkaç İskender ve birkaç Füsun olsaydı.

Bu etkinliklerde kimsecikler unutulmamış, inceden inceye hazırlanmış her şey. Konserler, sergiler, toplum söyleşileri, çocuklara yönelik sanat atölyeleri, eğitim etkinlikleri, spor yarışmaları ve sağlık taramaları, doğrusu yok yok. Canı gönülden kutluyorum.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla, sevgiyle ve yok etmeye çalıştıkları kardeşliğimizle ayrımsız gayrımsız kalalım her şeye herkese inat sağduyu ve yurtta sulh cihan da sulh ilkesi ile. Yase

Günün Şiiri

Uçurumun Yalnız Yüzünde

maske yalnızlığı bu bizimki,

çevre denizlerden balık kokusu, korsan mavisi takıştıran

biraz solan bir çiçek, biraz açan bir dize,

hayli bizden önceki, hayli tutunmuş ve biraz somurtkan

bayılıyor çarşafı yorganı Dante ile Beatrice’e

sonra bozlakla misket arasında nice nice kamyonlarla

uğradığı her eve biraz Çalıkuşu, biraz  Picasso laciverti aşılıyor

yeniden yeniden tutuluyor  aynadaki aya

kırlangıçlar, sukuşları, karabataklar üleşiyor, roller ve kuşatmalar kitabından

“sırası gelmişken”i oynuyor, beklerken

bekleyişleri derinleştiren  bir kuyu, bir elinden tutuyor

yanıtsız sorular terkisinde ünlemler konduruyor sokak başlarına

acıyla karanfil, dostluk anımsatan tiradlardan,

ama sizi hep ben öldüm satır aralarında

ama siz hep o konuşkan sözlüğün ikiziydiniz,

kekemeydiniz yaşanmamış mutluluklardan

“kuşağımın sancısıyım,

Mardinkapı hancısıyım” yazılı bir duvardan

çokça bir çocuk sorusuyla yılkılanan tasası geçmişimin,

sizinle her çoklukta azdık, azlığımızın coşkusuydu yürümek

yürüdükçe bir okyanus yıkardı  yüzümüzü, yıkılan atlasın terzisiydi zaman,

kırık zarlarla başlamıştım oyuna

yitirmek umrunda olmayan göçebeler gibi kördüm,

sahipsiz bir kitabın karasında gölgesiyle dans eden bu provada

alışkanlıkları sonuçlara bağlayan  ne kördüğümler gördüm

uçuruma biz yakıştırdık tüm sıfatlarını

oysa molalardan alınacak çok ders vardı

kanatlarında masum ve ikircikli bir aşkı başka aşklara uçuran

şimdi kırılıyor bir öksürük alfabesiyle tüm harfler,

bir de paylaşamadığımız korkularımızdan sorumluyuz

bizden hesap sorarken tutku vebasına tutulmuş saatler

bu yalnızlığın tarihi çok eskidi

bozuk plakları güncellleştiren bir şifre gibi boynumuzda

giyotin acısıyla mayalanan şaraplar, şarabi mutluluklar eğiren

bir tadı vardı tüm yaşadıklarımızın;

uçurum bize kendini verdi.

 (Adam Sanat, Mayıs 2000;Taş(ra) Baskısı, 2003)

Altay Ömer  ERDOĞAN

Günün Fıkrası

Bir gün bir gemide bulunan Alman Fransız ve Temel geminin batması sonucu bir adaya çıkarlar. Adada bulunan yamyamlar bunları esir alırlar: “Birinizi yiyeceğiz” derler. Sınavı kaybedeni yiyeceklerdir. Her birine birer maymun verirler en az çocuk yapanı yiyeceklerdir. Aradan bir süre geçer sonuçlar belli olmuştur. Alman 2 Fransız 3 ve Temel’in 1 çocuğu olmuştur. Yamyamlar şaşırmışlardı. Nasıl olurda bir Türk 1 çocukta kalırdı? Bunu duyan Temel hiddetle: “-Siz bunun bana dişisini verseydiniz 10 çocuk yapardım ya neyse” demiş.

Günün Sözü

Yaşlanarak değil yaşayarak tecrübe kazanılır, zaman insanları değil armutları olgunlaştırır….!

Peyami SAFA

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here