Yumuşak Bir Battaniye Gibi Depresyon…

0
83

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsısınız bu sabah? Havada depresyon kokusu  var.  Güneş keskin, gölge serin, tatile giren öğrenciler acaba onlarda alıyorlar mı, havada dolaşan depresyon kokusunu? Yoksa insan heyecanlı ve beklentili olunca havada dolaşan kokuları algılamaz mı?

Belki, belki de hem algılar, hem depresyonda olabilir, belki de  depresyondadır da ayırımında olmayabilir!! İnsan bu! Kompleks bir yapı? Ve bir dünya! Dağları, taşları, nehirleri, denizleri, yıldızları, ayı, güneşi, gezegenleri içinde barındıran! Ve bu kocaman dünya, mini-minnacık dünyalarla dolu… Çocuk dünyalar, genç dünyalar, erişkin, yaşlı dünyalar. Anne, baba dünyaları ve hayvanlarda birer dünya ve bitkilerde ve börtü böceklerde… Ve bütün  bu mini-minnacık ve biz minik dünyalar ne kadar habersiz yaşarız kendimizden bazen?

Haberdar olunca peki, ne yapıyoruz ki? Bilge oluyoruz mu? Derviş olup yollara  dökülüyoruz mu? Yoksa kocaman bir depresyona mı düşüyoruz?!

Yoksa, ben deniz gibi, kendi dünyamızda  kayıp mı  oluyoruz! Bazıları bir lokma, bir hırkaya mı sarılsın, derviş olup yollara mı  dökülsün yoksa  hanım hanımcık kendinin olmayan ödünç bir hayatı yaşasın mı ikilemi içinde de olabiliyor. Bir dünya olduklarını bile-bile. Ancak gördükleri yalnızca bir deniz ve o denizde debelenip dururlar.

Çok sıkışırlarsa iki yol arasında, hemen üçüncü yolu denemeye koyulurlar. Hem bir lokma, bir hırka hem de… Yürünüyor “muş” gibi yaparak yürümeye başlarlar. Yol alırlar ancak bu  yol çok girinti çıkıntı ve  dikenli çalılarla dolu bir yol.

Her adımda bir canavar vardır  adı medeniyet ve nefes olan (benlik, istek) Bu yolda sürekli savaşmak zorunda kalırlar. Bazen yenerler  ikisini  birden, bazen ikisine  birden yenilirler. Bu yenilgi de  başa dönmek vardır.. yolun ilk başına… Ve yeniden başlar mücadele.

En zor yol bu üçüncü yoldur bence. Sürekli mücadele var bu yolda. Oysa bir dünya  olduğunuzun ayrımında olsak, yürüsek herkesin yürüdüğü yolda, yaşasak  acıyı, tatlıyı bir arada işte dünya hayatı bu diye kabul etsek ne kadar rahatlarız.

Ve derviş olup kendimizi dağlara taşlara vursak, kırsak zincirlerimizi… İşte özgürlük bu diye haykırsak?… İkilem arasında kalmak her zaman en beteridir yolların… Depresyon yakışmaz ama depresyona düşmek kaçınılmaz olur bu beter yolda.

Bazen bir tek  şey, bir söz, bir değişik gülümseme, bir koku, öyle sıradanmış gibi algılanan, bir dokunuş, var yok arası, alır bu yolcuları  götürüp depresyonun kucağına bırakır. Ve belki bir hafta belki on gün belki aylarca konuğu oluruz. Sıcak bir battaniye gibi ona sarılıp yatarız…

Bazen yazılar kendini yazdırır gündemde  olmasa da bu yazıda böyle oldu bu sabah. Sağlık ve sevgiyle kalalım  sevgili okuyucularım. Hep birlikte her zaman ayrımsız gayrımsız. Depresyon, sıcak bir battaniye ama hava çok sıcak ve battaniye ihtiyacımız olmalı  diye düşünüyorum. Buna rağmen yinede ona koşuyorum ve sıcak battaniyeme sarılayım şimdilik… Yase

& & & & &

Ve içe dokunan bir öykü

Sokak Çocuğu

Yine bir kuytu köşede rastlamıştım ona. Her zaman ki gibi yırtık bir gömlek, yamalarla dolu bir pantolon ve delik bir ayakkabı vardı ayaklarında. İki büklüm bir vaziyette kartonun üstünde uyuyordu yağan karlar eşliğinde. Duyulan her uğultu sonrasında sanki uyanır gibi oluyor ve tekrar dalıyordu derin uykusuna. Kim bilir kaçıncı rüyasını görüyordu o an. Hangi yemeklerin hayalini kuruyordu acaba ya da yeni aldığı ayakkabılarının parlaklığına mı hayran kalıyordu. Bir ara hafif tebessüm etti, sanırım kaybettiği anne ve babası ziyarete gelmişti onu rüyalarında. Sayıklarcasına sohbet ediyordu onlarla. O kadar içten konuşuyordu ki özlemini dile getirmek için çırpıyordu. Ve sonra…

Aniden uyandı karşısında beni görünce sarıldı hemen. Yine geldiler beni görmeye, yine başımı okşadılar ve yine gittiler dedi… Küçücük gözlerinden akan damlalar omzumu ıslatmaya devam ediyordu.

Her zaman benimle teselli bulurdu. Tabi bende onda bulurdum mutluluğumu. Hep onunla beraber dolaşırdık sokak sokak. Bilmediğimiz, öğrenmediğimiz yer kalmamıştı. Ve yine dolaşmak istedik karlar altında. Daha ilk adımlarımızda bana doğru baktı. Gözlerinden bir damla daha yaş geldi. Ne oldu dedim? Bak dedi ve parmağıyla bir yeri işaret etti. Onunla aynı yaşlarda bir çocuk kartopu oynuyordu. Tavırlarından belliydi ki çok eğleniyordu. Çünkü o tek başına değil kardeşleriyle ve babasıyla oynuyordu kartopunu… Ve bana tekrar dönerek her baba böyle midir diye sordu.

Her baba çocuğunu sever mi dedi. Sever dedim ona. Ama bazıları belli etmez sevdiklerini, bir başkası da çocuklarına kötü davransa da yine sever çocuğunu, çünkü çocuklar onların eseridir. Peki her çocuk da babasını sever mi dedi. Bu sefer sevmez dedim. Çünkü her çocuk anlamaz babasının değerini, bazıları küçük görür; yanından geçerken görmezden gelir, bazıları ise karşı gelir sözünü dinlemez dedim. Garip dedi sessizce ve yolumuza devam ettik.

Elleri üşümüştü artık geri dönmek istedi. Karda zaten hızını arttırmıştı. Hızlıca geri dönmeye başladık. Biz hızlandıkça karda bir taraftan inatlaşırcasına hızlanıyordu. Ona bir şey olacak diye korkuyordum bir yandan da. Sonunda vardık ve onu yerine yatırdım. Soğuk iyice içine işlemişti ki titremekten konuşmakta zorlanmaya başlamıştı. Üstünü ne bulduysam onunla kapatmaya çalıştım. Biraz daha iyi oldu sonra. Yatmadan önce son kez yine gelirler mi? Annem ve babam gelir mi ve benim başımı okşarlar mı? Tabi gelirler sen uyu onlar yanında olacaklar dedim ve arkamı dönmüş giderken arkamdan sen dedi. Sen nereye gideceksin bu defa. Bilmem diyerek uzaklaştım yanından.

Bende yırtık elbiselerimle her zaman kalacak yerim olmadığından dolaşıyordum sessiz karanlık sokaklarda. Bir yerde uyuyakalmışım ve uyandığımda sabah olmuştu. Çabucak yerimden kalktım ve ona gittim. Ona yaklaştıkça sabah erkenden bir yerlere gitmediğini gördüm içim rahatlamıştı. Yanına varmadan önce ben geldim diye seslendim fakat cevap vermedi. Neyse dedim herhalde duyamadı. İyice yaklaştım ve tekrar ben geldim diye seslendim. Ve yine ses yok… Ona dokunmaya başladım hadi kalk dolaşalım dedim. Ne bir şey diyor ne de bir ses çıkarıyor. Şaka yapma kalk dedim. Ama şaka yapmıyordu. Mikroplar içinde kalmaktan hastalığı iyice artmıştı son günlerde ve sonunda kavuşmayı çok istediği anne ve babasına kavuşmuştu. Bundan sonra hep başını okşayacaklar ve hep yanında olacaklardı onun. O çok sevdiklerine kavuşmuştu ama beni, bir diğer sokak çocuğunu yalnız bırakmıştı artık…

Çocuğunu en ufak yaramazlığında insanüstü ceza veren, Çocuğunu okutmayı gereksiz görüp sokağa atan, Çocuğunu ağlatanlar bakın sokak çocukları nelerin hayallerini kuruyorlar. Onları annesi babası dövmüyor çünkü onlar yok. Onları okutan annesi babası yok. Onlar hiç yok yere ağlamıyor onlar yaşam mücadelesi için ağlıyor çünkü kimsesi yok. Birçok aile değersiz gibi gördüğü bir tokadın cezasını kaybettikleriyle çekebilir. O yüzden milyonlarca sokak çocuğu bu halde iken elinizde olanlardan da mahrum kalmayın… Yazan; Muhammet

 Günün Şiiri

Desem Ki

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için, Hava kadar lazım,
Su kadar mübarek, Nimettensin, nimettensin!

Desem ki…
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar,
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,

Rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi fark edemezsen,
Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol,
Kabirde böceklere ezberlettim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür,
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum…

Cahit Sıtkı TARANCI

Birisi

Bir şey var aramızda
Senin bakışından belli
Benim yanan yüzümden
Dalıveriyoruz arada bir
İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki
Gülüşerek başlıyoruz söze
Bir şey var aramızda
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek
Fakat ne kadar saklasak nafile
Bir şey var aramızda
Senin gözlerinde ışıldıyor
Benim dilimin ucunda…

Nahit Ulvi AKGÜN

Günün Fıkrası

5 yolcusu ile seyahat eden uçak düşmek üzere. Ve fıkra bu ya maalesef 4 paraşüt var. 1. yolcu; “Ben Shaquille O’Neill, NBA’in en kıymetli oyuncusuyum. Bana bir şey olursa LA Lakers zor duruma düşer, benim yaşamam lazım” diyor ve alıp 1. paraşütü atlıyor. 2. yolcu; “Ben Hillary Clinton, NY senatörü ve belki de geleceğin Amerika’nın ilk kadın Başkan adayıyım, benim de yaşamam lazım” diyor ve 2. paraşütü alıp atlıyor. 3. yolcu; “Ben George W. Bush. Amerika Başkanıyım. Dünya üzerinde politik sorumluluklarım, bombalayacağım yerler var daha. Aynı zamanda Amerika tarihinin gelmiş geçmiş en ZEKİ başkanının ölmesine izin vermezsiniz” diyip alıp atlıyor. 4. yolcu Papa son yolcu olan 10 yaşındaki çocuğun gözlerinin içine bakıp “Evlat ben yaşlı bir adamım, yaşayacağımı yaşadım, bu son paraşütü alıp atlamak senin hakkındır” diyince, çocuk Papa’ya bakıp, “Gerek yok amca geriye 2 paraşüt kaldı, su Amerikanın en zeki başkanı benim okul çantamı alıp atladı…”

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here